Bir adamın beyni ve mırıltı

Beyninin bir de kapısı vardı. Birçok kilitle sağlamca kapatılmış bir kapıydı bu. Sadece, bazen, kapının içinden mırıltı sesleri gelirdi.

Son günlerde hayatın içinde yol almak, nar ekşisinin içinde koşmak gibiydi. Çarşafı sırtına batıyordu, klozet ılıktı, her yer biraz dağınık ve yanlıştı. Bir türlü dikkatini toparlayamıyordu. Sanki sürekli bir şey kulaklarının dibinde mırıldanıyordu.

Ekseni kaymıştı. Uçuruma arkası dönükmüş, kolları havada kulaçlar atarak kendisini kıyıya geri çekmeye çalışıyormuş gibi, tam düşeceği anda yaşıyordu.

Yürüyüşlere çıkıyordu. Rüzgârın onu sakinleştireceğini umuyordu, eve geri geldiğinde yüzünü yıkamış ve yeniden doğmuş gibi hissedeceğini umarak saatlerce yürüyordu.

İşe yaramıyordu. İşe yaramadıkça daha da panik oluyor, sokağın ortasında ağlamamak için nefesini tutuyordu. Kaldırımın en köşesine dek çekiliyor, sırtını insanlara vererek sakinleşmeye çalışıyordu. Şu kadar saniye nefes al ve şu kadar tut ve şimdi şu kadar ver.

Bir yerden sonra başını kaldırıyor, sanki yukarıda daha fazla hava varmış gibi güneşe bakıyordu. Güneş, yakıyordu. Gözlerine tutulmuş bir polis feneri gibi hissettiriyordu.

Eve gidiyordu o zaman. Mutfağa geçip kahve koyuyor, tezgaha yaslanarak demlenmesini bekliyordu.

Beynini düşünüyordu. Gözlerini kapatıyor, gözbebekleriyle geriye bir köprü kurarak beyninin içine bakıyordu.

Eskiden beynini düşündüğü zaman aklına kocaman bir balo salonu gelirdi. Duvarlarında sevdiklerinin ve ilkokulda ona silgi veren kızın ve sokakta gördüğü bir adamın bıyığının resimleriyle,  üstündeki lekeden dolayı tam okuyamadığı, çıkarttı çıkaracak olduğu insanların isimleri ve doğum günleri; 1071, Nagazaki ve Şebnem Paker gibi önemli bilgilerle dolu bir salondu burası.

Yerde ise, bir sürü kağıt vardı. O kadar ki, zemin gözükmüyordu artık. Üstlerinde kelimeler, cümleler, şiirler, kavgalar, ağıtlar yazan kağıtlar. Ne zaman bir düşüncesi geçse, beyni alıngan karahindibalardan oluşan bir tarlaymışçasına kağıtlar havalanır, zeminde bir dalga oluştururdu.  

Bazen bir düşüncesi durup bir zeybek misali elini toprağa sürer, sonra da başını kaldırıp “Gerçekten, neden cenazelerde helva kavuruyoruz?” diye sorarak yürümeye başlardı.

Düşünceleri; küçük ve biçimsiz, ama yine de insanvari canlılardı. Her yerdeydiler. Şınav çekenler ve onun başında durup daha sık spor yapmasını söyleyenler, uçurtma uçuranlar ve gülümseyenler, ellerinde megafonla “NE OLUYOR?” diye bağıranlar, aynaya bakıp kaşlarını çatanlar, duş alanlar ve duşa kabinin duvarlarına argümanlar yazanlar, elinde bıçakla koşuşturanlar vardı.

Salonunun bir de kapısı vardı. Önüne bir sürü eşya yığılmış, birçok kilitle sağlamca kapatılmış eskice bir kapıydı bu. Kimse yanına çok yaklaşmazdı. Sadece, bazen, kapının içinden bir mırıltı gelirdi.

O zaman beyninin içindeki tüm düşünceler dururdu. Herkes kulak kesilirdi.

Ve mırıltı, devam ederdi. Salonda yankılanan bir ses. Neredeyse bir şarkı gibi, melodik ve tatlı.

Düşüncelerin hepsi bir anda, kapıya yönelirdi.

Kapıya yığılmış eşyaları el birliğiyle kaldırırlarken, içeriden gelen ses, sanki güçleniyormuş gibi, konuşmaya, gülmeye başlardı.

Adam, o zamanlarda yürüyüşe çıkardı.  

Eskiden, balo salonunun ortasında durup ellerini beline koyduğunu ve ayak bileğine kadar bile gelmeyen her düşüncesine o sesin neden kilitli olduğunu hatırlatırdı.  O kapının ardında neler olduğunu. Sonra hızlı adımlarla o kapıya bir kilit daha takmaya giderdi. Adam kilidi takarken mırıltı çığlık atardı. İçeriden tırnak sesleri gelirdi.

Bu gibi günlerin akşamında annesini ve sonra tüm ailesini teker teker arar, yüksek sesli müzik açar, sinemaya gider, birisiyle buluşur, sonraki aylara bir uçak bileti alırdı.

Eskiden, tüm bunlardan önce, bu gibi günlerin yarını, müthiş geçerdi. Sanki renklerin parlaklığı açılmış, sanki dünya daha nazik olmuş gibi. Hayatının en güzel günleri, hep bu gibi günlerin yarınıydı.

Şimdi, tüm bunlardan sonra, kahve makinesi bipliyor. Ama kimse kapatmıyor.

Balo salonu bomboş. İçeriye bir yerden giren rüzgar, cansız kağıtları uçuruyor. Resimler paramparça.

Kapı, aralık. Bir yerden bir mırıltı sesi geliyor, çok yakında.