Dünyanın son günü

Dün, dünyanın son günüydü. Bugünse sadece, Salı. Eğer kıyamet bu kadar gerçek olmasaydı birisi kötü bir Pazartesi şakası yapardı.

Dün, dünyanın son günüydü. Bugünse sadece, Salı.

Eğer kıyamet bu kadar gerçek olmasaydı birisi kötü bir Pazartesi şakası yapardı. Son bir şaka.

Hayattayım.  Ayağa kalkmaya çalışıyorum. Karnıma bir acı saplanıyor.  Karnıma saplanmış kocaman bir cam var. Bir süre camla bakışıyorum. Tamam. Çok da hayatta değilim.

Önüme bakıyorum. Dünya darmadağın, sessiz. Arabalar ağaçların üzerinde, ağaçlar binaların üzerinde, binalar yıkılmak üzere.

Tekrar karnıma bakıyorum. Camın üstündeki milyonlarca bakterinin bağırsaklarıma yürüdüğünü düşünüyorum. Hmm. Probiyotik. İshal öleceğim.

Rüzgar geliyor, geçiyor. Ellerimi kuma daldırıyorum ve yumruğuma dolduruyorum. Avucumu yerden kaldırıyorum. Kumların bir sicim halinde yere geri dökülmesini izliyorum. Bir tane tepe oluyor. Tekil bir memeye benzetiyorum o tepeyi. Hala meme düşünüyorum. İnsanın kafası bir garip çalışıyor.

Bu kadar kum nereden geldi bilmiyorum. Birisi ayağımızın altındaki zemini bir halı gibi çekip aldı herhalde. Kumlar, ayaklarımın altında yumuşacık. Ayaklarım çıplak. Neden ayaklarım çıplak? Ayak parmaklarımı kıpırdatıyorum. En son ne zaman ayaklarımı gördüğümü ya da rüzgarı böyle hissettiğimi bilmiyorum. 

Dünya bitti ve ayaklarım çıplak. Küresel ısınmaymış, kaplumbağalarmış, eriyen buzullarmış. Geri dönüştürdüğüm her türlü plastiği düşününce gülüyorum. Sonra canım acıyor. Yüzümü buruşturuyorum.

Arabalara ve binalara bakmaya devam ediyorum.

Dünyanın son fotoğrafını çekmek istiyorum ama anı unutulmaz kılmama gerek yok. Bir gelecek yok artık. Sürekli bir şeylere tutunmaya gerek yok.

Ki zaten, tutunacak bir şey de yok.

Uzaylılardır belki, diye düşünüyorum. Fişimizi çekmiş olmalılar. Neyse, bir önemi var mı ki? Bilincim birazdan kapanacak. Tüm hayatım gözlerimin önünden geçecek mi? Işık görecek miyim? Işığın içinde bir Cem Yılmaz bana “Gel abim, topla gel.” Diyecek mi?

İnsan ölmek üzereyken ilginç şeyler düşünüyor.

Tüm sevdiklerim ölmüş olmalı. Olmasa bile, ben öleceğim. Biraz, özgürleşmiş hissediyorum şimdi kendimi. Asla telefonumu açmayacağım artık. Ya da doğum günlerini kaçırdığım için kendimi kötü hissetmeyeceğim. Ya da hayırlı olsun hediyesi olarak ne alınır diye bir züccaciyede panik atak geçirmeyeceğim.

Aramız açıldığı, artık eskisi gibi olamadığımız için ağlamayacağım geceleri. Birazdan uyuyacağım ve uyanmayacağım.

Hava kapalı. Binalar çökerken çıkan toz asılı kalmış herhalde. Tüh. Son bir kez güneşi görmek isterdim. Ya da yıldızları. Ya da denizi. Umut edemeyeceğim bir daha. Bir daha makarna yiyemeyeceğim, denize giremeyeceğim, çay-sigara yapamayacağım, gecenin bir yarısı uyanıp kocaman bir bardak su içemeyeceğim.

Uyanamayacağım bir daha, diye hatırlatıyorum kendime. Bu son.

Üzülüyorum o zaman. Yarın gece olduğunda ay ve yıldızlar çıkacak ve umut olacak ve ben göremeyeceğim. Gerçi, yarın yok. Dünya bitiyor, belki de son bir kez süzülüyor ve benimle birlikte ölüyor.

Sırtüstü uzanırken zorlanıyorum. Camı elimle sabitliyorum. Nefesim boğazımda tıkanıyor. Canım acıyor ama birazdan geçecek. Gökyüzüne odaklanıyorum. Duvar gibi. Gözlerimi odaklayabileceğim hiçbir şey yok. Yıldızları arıyorum.

Hiçbir yere geç kalmadan ölüyorum. Yeğenimin doğumunu kaçırmadan, son bir defalar olmadan, müziksiz ölüyorum.

Müzik yok. Müzikle öleceğimi düşünmüştüm hep. Dünya, dün vardı.  Ve şimdi sessiz. Sadece sessiz. Rüzgar, sessizce gözyaşlarıma dokunuyor. Bir ses istiyorum. Kalbim kulaklarımda atıyor. Son bunlar. Rüzgar bile bir şey söylemiyor. Islık çalmıyor, protesto edeceği bir şey kalmadı herhalde.

Gözlerimin önünde kara benekler kayıyor. Yıldızlar.  Yapayalnızım. Ölüyorum. Siktir. Bir şey söylemeliyim. Son bir defa. Ne söyleyeceğim? Meme. Ayak. Cem Yılmaz. Zücacciye. Siktir.

Elimi camdan ayırıp kuma saplıyorum. Dünya’nın elini tutuyorum. Yavaşlıyorum. Üstüme kapanıyor her şey. Atmosfer, kumlar, binalar, arabalar. Dünya’nın sonu.

“Pazartesi işte.” Diyorum. Acı yitiyor. Her şey teker teker azalıyor. Korkacak hiçbir şey kalmadı artık. Kapkaranlık.  “Klasik.”