Neden Gözetleniyor Gibi Hissediyoruz?

İzlenme hissiyatı, "Panoptikon" ile açıklanabilir mi?

Hiç, birinin sizi izlediğini hissettiğiniz oldu mu? Belki de bu his, kameraların şehirlerde artan varlığından, sosyal medyada paylaşımlarınızın gözetleniyor olmasından ya da sadece kalabalık bir ortamda bulunmaktan kaynaklanıyor. Ancak bu his, modern çağın bir rastlantısı değil. Aksine Jeremy Bentham’ın yüzyıllar önce tasarladığı bir bina modeline ve Michel Foucault’nun bu model etrafında geliştirdiği felsefi kavramlara kadar uzanan bir tarihsel ve zihinsel yapıyla bağlantılı olabilir.

Panoptikon, Jeremy Bentham’ın 18. yüzyılda tasarladığı yenilikçi bir bina modeli olarak ortaya çıkmış ancak zamanla modern toplumdaki gözetim ve kontrol mekanizmalarını anlamak için kullanılan bir metafor hâline gelmiştir. Bentham, bu yapıyı bir hapishane için tasarlamıştı. Fakat mimari tasarımın ötesinde Panoptikon, toplumu disipline etmek ve bireylerin davranışlarını izlenme korkusu yoluyla kontrol altına almak fikrini somutlaştıran bir sembol hâline geldi.

Panoptikon’un Mimari Tasarımı

Bentham’ın Panoptikon’u, merkezî bir gözetleme kulesi etrafına yuvarlak şekilde yerleşmiş hücrelerden oluşan bir yapıdır. Merkezî kulede tek bir gözetleyici, her bir hücreyi gözlemleyebilir. Ancak mahkûmlar gözetlenip gözetlenmediklerini asla bilmezler; bu belirsizlik, davranışlarını sürekli olarak denetleme ihtiyacı yaratır ve dolayısıyla sistemi kendi kendine işler hâle getirir.

Bu mimari model, fiziksel bir yapı olmaktan öteye geçerek modern düşüncede sosyal kontrol ve disiplin mekanizmalarını anlamak için kullanılmaya başlandı. Fransız filozof Michel Foucault, Panoptikon’u bir bina olarak değil bireylerin zihnine yerleşen bir kontrol mekanizması olarak yorumladı.

Panoptikon Felsefesinin Temelleri

Panoptikon’un felsefi temeli, bireyin izlenme korkusu ile kendi kendini disipline etmesine dayanır. Foucault’ya göre bu kavram hapishanelerin yanı sıra okullar, hastaneler, fabrikalar ve modern toplumun çeşitli kurumlarında da karşımıza çıkar.

Ona göre modern toplumlarda insanlar, bir otorite tarafından gözetlenmeseler bile gözetlendikleri hissiyle yaşar. Bu durum, bireylerin kendi kendilerini kontrol etmelerini ve otoriteye uygun davranmalarını sağlar. Panoptikon, bu yüzden sadece gözetim değil bireyin zihninde kurulan bir hapishanedir.

Foucault bu fikirlerini, 1975 yılında yayınlanan Hapishanenin Doğuşu adlı eserinde detaylıca açıklamıştır. Kitapta Foucault, Panoptikon’un sadece bir hapishane modeli olmadığını, aynı zamanda modern toplumun disiplin anlayışının temellerini yansıtan bir sembol olduğunu savunur. Ona göre hapishaneler, okul ve hastaneler gibi kurumlarla birleşik bir düzenin parçasıdır. Bu düzen, bireylerin davranışlarını şekillendirmek için gözetim ve disiplin mekanizmalarının bir arada kullanılmasına dayanır.

Dijital Çağda Panoptikon

Günümüzde Panoptikon, dijital teknolojilerle birlikte soyut bir boyut kazanmıştır. Sosyal medya platformları, akıllı telefonlar, kameralar ve kitlesel gözetim sistemleri bireylerin hareketlerini ve davranışlarını izlenebilir hâle getirmiştir.

Özellikle sosyal medya, dijital Panoptikon’un en gözle görülür örneğidir. Bireyler, izlenme korkusuyla paylaşımlarını dikkatle düzenler ve internet üzerindeki davranışlarını toplumsal normlara uygun olarak şekillendirir. Edward Snowden’ın NSA’in kitlesel gözetim faaliyetlerini ortaya çıkarması, dijital Panoptikon’un toplum üzerindeki etkilerini çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermiştir.

Gözetim Toplumunun Etkileri

Panoptikon sistemi, bireylerin özgürlük algısını derinden etkiler. Gözetleniyor olma hissi, sadece davranışları değil bireylerin düşüncelerini ve kendilerini ifade etme şeklini de değiştirir. Bu durum, bireylerin otoriteye daha fazla boyun eğmesine ve kendi kimliklerini gizleme eğlimlerine yol açabilir.

Ancak Panoptikon’un destekçileri, gözetim mekanizmalarının toplumsal düzeni ve güvenliği artırabileceğini savunur. Suç önleme, kamu güvenliği ve disiplinli bir toplum yaratma gibi alanlarda gözetim sistemlerinin etkili olduğu düşünülmektedir.