Kırık Camlar Teorisi: Bireyleşme ve Düzen

Toplumsal düzeni inşa eden bireyler olarak düzenin kurucuları mıyız, yoksa kurulu düzenin birer nesnesi miyiz?



Bugün ele almak istediğim konu siyaset teorisinde ele alınan toplumsal birliktelikler ve düzen üzerinden bir teori okumasıdır. 2019 yılında Siyasi İlimler Türk Derneği tarafından gerçekleştirilen xvıı. Lisansüstü Konferansın'da sunma şansı elde ettiğim konuyu bir de sizler için ele almayı istedim. Kırık Camlar Teorisi'ni kuşatma ve denetim toplumları üzerinden irdelerken sıklıkla Foucault ve Deleuze'den bahsedeceğim, bu nedenle sizleri oldukça keyifli ve eleştirel bir okuma bekliyor.

Toplumsal birliktelikler, bireyin içinde bulunduğu ve bireyler arası etkileşime dayanan bir nitelikte tanımlanmaktadır. Söz konusu bireyler arası etkileşim, bir düzen üzerine inşa edilmiş; kurucu, koruyucu ve devam ettirici olan modern devletten ve devlet aygıtlarından ayrı düşünülemezdir. Dolayısı ile düzen ve modern devlet birbirinden ayrı ele alınamazdır. Tek yönlü bir kavrayış ile elde edilemeyecek olan iktidar, bilgiden ayrı düşünülemez; bilgi ise başkaları üzerine yüklenen iktidarın kendisidir, merkezi tanımlar ve merkeze göre öteki olanın tanımını yapar, sınırları belirler. Gözetlemeye, düzene sokmaya ve disipline etmeye yönelik sabitlik düzeni yaratır. İktidarın nesnesi olan özne ise tarihsel süreçte farklı koşullarda inşa edilmiştir ve toplumsal ilişkiler içerisinde bilgi blokları tarafından şekillendirilmekte ve toplumsallaşmaktadır. Geleneksel toplumdan modern toplumlara geçildiğinde iktidar mutlak halinden kökensiz, her yerde ve aynı zamanda hiçbir yerdelik niteliğine yani Deleuzyen düşüncedeki yapısızlığa benzer bir hale bürünmüştür. İktidar modern devlet ile beraber ağ biçiminde, özneyi denetleyen ve kontrol eden bir biçimdedir. Modern özne olarak birey ise iktidarın uygulayıcısı, taşıyıcısı ve yeniden inşa edicisidir. Özne ile toplum arasında bir ayırım gözlenmediğinden toplumsal olarak ele alınan unsurlar normlaşır ve bir düzen biçimini alarak sürekli olarak uygulanır. 

Modern devlet, kapatma ve kuşatma tasarısında yoğunlaştırmanın temel uygulayıcısıdır. Yoğunlaştırma mekân ve zamanla doğrudan ilişkilidir. Bununla beraber toplum mekân içerisinde dağıtılırken, zaman ile düzene tabii olmaktadır. Böylece toplumda bir araya gelenlerin etkisinin toplamından daha büyük üretici bir kuvvet eşzamanlılıkla yaratılmaktadır. Yaratıcı ve üretici toplumsal bir kuvvetin unsuru olan özne ise kapatma ve kuşatma mekânlarından bir diğerine dahil olurken dahil olma süreçlerinde de kurumların veya iktidarın normları içerisinde sürekli olarak şekillenerek denetlenir ve düzene dahil olur. Normlar tarafından şekillendirilen yaşam pratiği, özneler tarafından paylaşılır ve yaşam pratikleri gündelik rutinlere dönüşür. 

Normların ve bilginin taşıyıcısı olan özneler vasıtası ile norm dışılık veya norm ihlalleri de tanımlanır. Özne ve toplumsal olan arasında net bir ayrım gözetilmediğinden toplum tarafından onaylananlar özneler tarafından da onaylanır, bu durumda olumsuzlananlar norm dışı olarak kabul edilir çünkü özne, disipline olma durumunda devamlı bir gözetilme halinde bulunmakta, gözetimin nesnesi olarak kodları taşımaktadır. Özne bilgi bloklarına dahil oldukça özdeşlikler üzerinden iktidar süreçlerine de bağlanmaktadır. Bu bağlamda modern devlet, özne üzerinde bireyselleştirme matrisini kullanan, pastoral iktidarın yeni ve farklı bir biçimi olarak özneyi özdeşlikler üzerinden kategorilere böler ve çoğaltır. 

Modern devlet bireylere biyopolitika ekseninde sağlık, refah -yeterli ölçüde servet veya yaşam standardı- emniyet güvencesi sağlarken kazalara veya ihlallere karşı güvence gibi bireylerin fiziki yaşamlarına yönelik sınırları oluşturma ve bu sınırları koruma düşüncesini işlevsel hale getirmektedir. Bu durumda öznelerin iyilik hallerinin korunması ve devam ettirilebilmesi adına sınırların, düzenin ve düzeni oluşturan normların gözetilmesi ve ihlal durumlarının da önlenmesi gerekmektedir. Gözetlenme, denetim ve denetim mekanizmaları tarafından çevrili olma durumunda özneyi edilgen biçimde kontrol altında tutma durumuna karşılık gelirken gözetimin kendisi ise bilinmez olanı yakalayan, kaçış çizgilerini kontrol eden ve kısıtlayan bir anlama karşılık gelmektedir. Birey nezdinde ise gözetlenmenin ve denetlenmenin uzantısı olan bir hukuk sistemi, düzenin kurgulandığı ve devam ettirildiği gündelik yaşam/kamu düzeni ve norm dışılığın/ihlalin önlenmesi adına da cezalandırma sistemi mevcuttur. Somut ve her yerde olan gözetleme, iktidarın her yerde olduğunu ve her alana yayılabildiğini, denetlemenin ise her alanı kapsayan büyük bir yapının ötesinde farklı, karmaşık ve şekilsiz yapıların iç içeliğini gözler önüne sermektedir. Gözetleyen ve gözeten iktidar her yerde, hiçbir yerde ve gizlidir. 

Kırık Camlar Teorisi bu noktada gözetim-düzen-yeniden düzen akışına oturacak bağlamda ele alınmıştır. Teori temelde bir mekânda kırık bir pencerenin veya tahribatın onarılmaması halinde daha fazla ihlalin gerçekleşebileceği, düzene aykırı davranışların önlenmediği veya cezalandırılmadığı durumda ise daha fazla kişinin norm dışı davranışlara yöneleceği, daha fazla suç korkusunun gelişeceği ve suç eylemlerinde artış olabileceği hipotezi üzerine geliştirilmiştir. İki tane aynı modelde araçtan birinin New York Bronx’ta, diğerinin ise Kaliforniya Palo Alto’da sokağa bırakılması ile başlatılan deneysel girişim sosyo-ekonomik seviyesi görece daha düşük ve suç seviyesi yüksek olan Bronx’taki aracın yaklaşık 10 dakika içerisinde tahrip edilmesi, 24 saat içinde de aracın tamamen parçalarına ayrılması ile Palo Alto’da ise araca bir şey olmaması ile devam etmiştir. Palo Alto’daki araca bir hafta dokunulmamış ancak deneyi kurgulayanlar tarafından aracın camının kırılması ile sürece müdahale edilmiştir. Bunun sonucunda birkaç saat içerisinde aracın diğer camları kırılmış, tahrip edilmiş ve ters çevrilmiş bir hale gelmiştir. Teori özellikle kriminoloji, kamu yönetimi-kamu güvenliği, güvenlik çalışmaları gibi alanlarda ses getirmiş ve 1994-2001 yılları arasında New York Belediye Başkanlığı yapmış olan William Louis tarafından da desteklenmiş ve bizzat uygulanmıştır. Bir yerleşkede kırık bir camın olması ve bunun onarılmaması söz konusu bölgede bir otorite olmadığını gösterirken düzenin olmaması ise çok daha kırılgan bir duruma dikkatleri çekmektedir. İlk camın kırılması ve onarılmaması, duvara yazılan ilk yazının engellenmemesi, devamında da düzen ve norm ihlalinin habercisi olarak algılanmaktadır. Teori kendi içerisinde bir döngü de sunmaktadır. 

  • Bireyin toplum yaşamından fiziksel ve sosyal olarak geri çekilmesi, 
  • Sosyal denetimin eksikliği ile suç olaylarının ve korkunun artması, 
  • Yerleşkenin düzensizleşmesi ile suç unsurlarının beslenmesi, 
  • Sosyal ve fiziksel norm dışılık-kabalıklar,
  • Daha büyük ve ciddi suçların gerçekleşmesi ile yerleşkede bulunan insanların suç korkusundan kaynaklanan biçimde sürekli olarak geri çekilmesi. 

Disiplinin yerini denetimin alması, iktidar mekanizmalarının da sonsuz bir yayılım ile herhangi bir noktaya veya tamlığa erişemeyeceğini aktarmaktadır. Artık asemblajlar yapısızlığı ve iç içeliğinde olan bu durum, pan-optikonun sin-optikon veya süperpanoptikon gibi kavramlar ile ifade edilme durumunu ortaya çıkartmıştır. Söz konusu bu dönüşüm modern öznenin güvenliğe duyduğu aşırı talep ile birlikte teknolojik ve sanal yaşamın gündelik yaşam pratiğine dönüşmesini getirmiş, diğer taraftan öznenin bunlara bağlanmasını sağlayarak, veri yığını içindeki tekil bir veri olarak ele alınmasını getirmiştir. Ancak, bu durum devamlı olarak kontrol altında olunduğu hissiyatından çok yaşam pratiklerindeki ve bireyin özgüllüğündeki tahmin edilemezliği de açık bir imkân olarak ortaya çıkartmaktadır. Disiplin toplumlarında imza ve sicil numarası kitleleşme ve bireyselleşme unsurları olarak karşımıza çıkarken; denetim toplumlarında kodlar, veriler, takip sistemleri, sanalın uzamsallaşması birçok mekânın eş-uzamlaşması ve eşzamanlaşması farklı denetim ve imkân araçlarının da devreye girmesini sağlamaktadır. Deleuze, Postscript on the Societies of Control isimli çalışmada, denetim mekanizmaları ortak ve gündelik pratikler üzerinde bireye aşkın ama özneye içkin düzeyde genelleştirilmesi olarak işlediğini aktarmaktadır. Denetim, düzenlemeler yolu ile ilerlerken asemblajlar ile sınırsız bir şekilde değişen ve sonsuz bir erteleme, devamlı bozulan ama yeniden şekillenen bir biçimde gündelikliğe dahil olmaktadır. 

Gündelik yaşam pratiklerinde teknik olarak değişen eylemler ve eylem biçimleri, bireyin daha pratik, kontrollü, belirli bir sınır içerisinde devamlılığını sağlayan rutin bir olağanlığı sağlar. Denetimin bu hali, bireyi iktidar tarafından nesneleştirici ve sürecin bir parçası haline getirirken asemblajın hem üreticisi hem de daimi olarak nesnesi kılmaktadır. Sürekli denetim halinde olma durumu, yalnızca zamanda ve mekânda değil artık sanal uzamda da gerçekleşmektedir. Denetleme, Foulcault’un tarifinden daha geniş, kompleks ama her çatlağa sızabilecek durumdadır. Her adım, her eylem, sanal uzamda iz bırakabilecek ve birbirine içkin düzeyde dahil olabilecek asemblajın her bir parçası bireyin yaşamında mevcuttur ve denetimi bizzat gerçekleştirmektedir. Denetimin neyin uzantısı olduğundan öte sınırsız, sürekli ama ağ biçiminde yayılması ve bunun sanal bir uzam üzerinden yaşanması ise kaçınılmazdır.

Kırık camlardaki düzen algısı ve düzenin daîmi olarak tesis edilmesi ise norm dışılığın, düzensizliğin ve kaosun birey üzerindeki etkisi, denetim ve gözetimin sürekliliği ve kırılganlığıdır. Dolayısıyla normsuzlaşma veya düzenin bozulması aslında bireyselleşme biçimlerinin dışına çıkılması ile öznenin teklik ve çokluk durumlarının çarpışmasıdır. Deleuzyen, düşüncede normsuzlaşma veya normun yerinden edilmesi durumunda gündelik yaşamdaki anarşiden ziyade rizomatik yapılanma sergileyen asemblajlar düzeni üzerinden yayılması belirgin bir hattı ortaya çıkartmaktadır. Camın kırılmasından önce camı kırmaya yönelik herhangi bir eylemden kaçan birey, kırılma anından itibaren aslında kaçış çizgilerine yakalanmış durumdadır. Bireyselliğin inşa edildiği yapının çatlamaya ve sarsılmaya başlaması, denetimin içkinliğinin dışsal kaynağının kesilmesi, normun yeniden-yerli-yurtlulaştırma sürecinin başlaması bireyin kendisini tanımlayan kalıpları ve kodları yıkmaya başlaması ile devam etmektedir; artık öteki-oluş anarşidir, norm dışıdır ama aynı zamanda yeniden-yerli-yurtlulaşmadır. Söz konusu normlaşma, bozulma, yeniden normlaşma döngüsünün kırılması belki de Foucault’nun da altını çizdiği gibi modern devlet tarafından tanımlanan veya sınırları çizilen bireyselleştirme biçimlerinden kurtararak yeni öznellik biçimlerine geçiş yapmanın önemini vurgulamaktadır. Dolayısıyla devlet tarafından tanımlanmayan/tanımlanamayan (inşa edilmeyen de diyebiliriz) birey ile farklı ve göçebe bir öznellik, bir kimlik mümkün müdür?