Neden medeniyet değiliz hâlâ?
Sıfatın önüne insan adı gelene kadar.
Aile ve toplum kurallarının belirlediği limitler içerisinde, iki taraf gibi gösterilen fakat özündeki yapılanmayı aynı kaynaktan alarak oluşturulmuş belirli kalıplar mecvut. Örneğin; iyi ve kötü, zengin ya da fakir gibi.
Ayrıştırmaların kaynağına doğru bir bakış attığımızda ise tanımların ötesinde olan bir varlıkla, insan nesnesi ile karşılaşırız.
Kendimizi özne konumundan çıkartarak nesne vasfına sokmamız, duruma objektif bir bakış açısı ile değerlendirme lüksü sunabilir.
Aile değerlerimiz ve toplumsal normlar ile beraber öğrenilen yasaklı veya günahlı durumlar bizleri bir taraf olmak zorunda hissettirmiş olabilir.
Peki biz, aile ya da toplum gibi dış yönlendiricilerin yöntemlerini içselleştirmeden bir taraf seçtiğimizde, diğer yönde kalan noktaya hiç temas etmez miyiz?
Eğer yaşam formumuzun ortak olduğu bilgisini çıkış noktası alırsak diğer tarafta olması gereken olarak adledilen hâl bizlerde açığa çıkmaz mı?
Şöyle bir örnekle soyutta kalan kavramları gündelik hayatın içerisine yedirelim mi?
Çevresi tarafından anlatılan din kurallarını benimsemiş fakat kavramı içselleştirmeden hayatına entegre etmiş bir dindar olsun.
Örneğin; Din, der ki; kimseyi hâlinden dolayı yargılama.
Fakat dindar kişi olan örnek kişimiz eğer öğrendiği din kuralları bütününde kendi gibi olmayanları yargılayabileceği inancı ile yetişmişse aslında dindar olduğunu düşünürken değerlerini oluşturan sistemin dışında kalmış bir davranışı benimsemiştir.
Dindar olarak ayrıştırılan kişi din kurallarını aile ve toplum yargısının ezber kabulü ile sorgulamadan yaşam tarzına döktüğünde arada kalan büyük anlam boşluğu dindar olduğunu benimsemiş kişinin, dine olan gerçek bağı ile arasında muazzam bir boşluk bırakır.
Bu boşluğun sebeplerinden birisi dindar kişinin, kendi inanç yapılanmasını karşılaştırmalı durum değerlendirmeleri yapmadan kabul etmiş olmasıdır. Yani içselleştirme gerçekleşmeden ezber kalıp kabul edilmiştir. Kitap bilgisinde esir kalınmış ve kişi, yaşam formunun sonsuz olasılıklar eksenine adımını atmamıştır.
Bu örneği bir diğer örnekle de besleyebiliriz.
Örneğin; Namus kelimesi erdemli olmayı ifade ederken namussuz olmak genel toplum örgütlenmesinin içerisinde sadece kadınların yasadışı cinsel birliktelik yaşadığında çiğnenen bir ahlak kavramı hâline evriltilmiştir. Böylelikle gerçekten namussuzluk olarak adledilecek eylemler bütünü kötünün iyisi hâli ile algılatılmaya çalışarak normalize edilmiştir.
Aile ve toplum kavramları, kendini bilmez kişilerin örgütlenmelerini kanunlaştıracak şekilde yıkıma uğratılmıştır.
Bahsettiklerimiz bir genelleme değildir. Fakat yaşadığımız hayatın içerisinde bizlere doğru olarak kabul ettirilmeye çalışılan birçok şeyde kişilerin bireysel tatmin ve güç istenci faktörleri hayat buluyor olabilir.
Hatta biraz daha ileri giderek şu gerçeği de ortaya sermek istiyorum: Kişilik ve karakter yapılanmasında insani değerleri sağlamlaştıramayan bireyler toplumun onları sıfatlandırdığı isimleri kendi eylem seçimlerinin önüne koyarak âdeta kendilerine koruyucu bir bariyer oluşturuyorlar.
Yine bir örnek verecek olursak; Sizin yaşam hakkınıza saygısızlık yapan bir kişinin ama ben bir anneyim diyerek anne sıfatını suistimale uğratmasıdır.
Bireylerde çalışan gölgenin aile ve toplum dinamikleri içerisinde ne yönde hayat bulduğunu anlamak medeniyete giden yolda yapılacak en önemli başlangıç adımıdır.
Bu dinamiklerin beslendiği kaynak iyileştirilmezse ne gelecek nesiller sağlıklı olabilir ne de toplum diğer gelişmiş toplumların arasında kendine bir isim koydurtabilir.
Manevi zenginlik maddedeki zenginliği büyütür. Çünkü manevi zenginlik tüketmenin değil yaratmanın ilhamını açar.
Tüm bunların farkına vararak, sırf yıllardır bu düzen böyle gelmiş böyle gider demeyi bir kenara bırakarak ve en önemlisi de bu yolda isyan bayrağını kaldırırken isyan edilenler gibi egonun tutsağı olmadan gerçek bir niyetle insanlığa ve geleceğe hizmet etme bilicini uyandırarak tohumları ekmek mümkün. Aksi hâlde sadece geçici maddelerden oluşturulan şehirlerin içerisinden sevgisizce tüketip gideceğiz.