Neden Varız?

Soru kadar cevabı basit ancak her şey gibi eksik kalan soru.

İnsan, kendini bildiğinden beri bu iki sorunun gölgesinde yürür: Neden varım? ve Neden hep bir şeyler eksik? Varlığın ve yokluğun sınırında, hem olanı hem olmayanı düşünen tek canlı biziz. Dünya üzerindeki milyarlarca insan gibi, ben de bu sorulara her uyanışımda başka bir cevap arıyorum. Çünkü bu sorular, cevabı bulunmak için değil, insanı dönüştürmek için vardır.

Varlık, sadece bir fiziksel oluş değildir. Etin, kemiğin, isimlerin, belgelerin ötesinde bir yerden gelir. Var olmak; hissetmek, hatırlamak, özlemek, istemek, düşlemek ve en çok da eksik hissetmektir. Belki de bu yüzden varız: Eksik olduğumuzu fark etmek için. Tüm insanlık tarihi, bu eksikliği tamamlama çabası değil midir zaten? İnşa edilen şehirler, yazılan kitaplar, icat edilen makineler, kurulan dinler, aşklar, sanatlar… Hepsi bir bütün olma arayışının izdüşümü ama hiçbir zaman tam olamayız. Çünkü tam olmak, değişimin sona ermesi demektir. Oysa biz var olduğumuz sürece dönüşür, eksilir, yeniden başlarız. Eksiklik, bizi ileri götüren görünmez bir güçtür. Bir boşluğu tamamlamak isterken hayal kurar, yaratır, severiz. Ve işte bu yaratma hâli, varoluşun en anlamlı hali olabilir.

Bir insan neden eksik hisseder? Belki yaşamadığı bir çocukluğu içinde taşır, belki söyleyemediği bir cümle asılı kalır. Belki gidemediği bir yer, olamadığı bir benlik, göremediği bir sevgi biçimi. Eksiklik, içimizde gölgesi kalan ama asla sahip olmadığımız o parçadır. Bazen bir bakıştır, bazen bir müzik, bazen sadece bir mevsim… İlkbaharda hüzünlenmek ya da yaz sıcağında ürpermek bundandır belki de.İnsan her yaşadığı olayda, hayatın dalgalanmasında, o dalgalanmanın hissettirdikleriyle değişir. İçinde bir dönüşüm başlar. Fakat her duygumuza karşılık gelen bir kelime yoktur. İşte bu, insanın en kırılgan ve en gerçek halidir: Sınıflandırtmadığı duygularla yaşamak zorunda kalmak. Çünkü biz, bir duyguyu tanımlayamazsak, ondan rahatsızlık duyarız. Anlamlandırmak isteriz. Oysa gerçeklik tam da o belirsizlikte başlar. Adını koyamadığımız duygu, tarif edemediğimiz değişimdir bizi başka biri yapan. Kendimizi tanıyamadığımız an, yeni bir benliğe doğduğumuz andır belki de.İçsel dönüşüm fark edilmez ama hep sürer. İnsan, her gün biraz daha farklılaşır. Kendimize kattığımız yenilikler, zaman içinde yeni bir benlik yaratır. Ancak biz çoğu zaman hâlâ eski benliğimizin gölgesinde yaşarız. Bu da bize eksik olduğumuzu düşündürür. Oysa belki de eksik olan, eski halimize duyduğumuz yanılsamalı bağlılıktır.İnsan eksiklerini tamamlayabilen bir varlıktır. Bazen ne istediğini bilerek, bazen daha iyisini yaratarak, bazen de artık o şeyi eksik olarak görmeyerek. Eksiklikle yaşamayı öğrenen insan, tamamlanmak zorunda olmadığını fark eder. Çünkü bazen “eksik” sandığımız şey, gerçekte gitmesi gereken bir parçadır.Eksikliklerimiz bizi ayakta tutar. Çünkü bir hedef verir, bir yön sunar. Bu, diğer canlılardan bizi ayıran bir şeydir. Aramak, sorgulamak, bir boşluğu doldurmaya çalışmak… Eksiklik, somut bir şeye duyulan ihtiyaç gibi görünse de, aslında onunla ilgili değildir. Bir ev, bir kariyer, bir insan bile değildir aradığımız. O evin, o insanın bize hissettireceği şeydir asıl aradığımız. O duygudur.Modern dünya ise bu duyguyu hep dışarıda aratır. İnsana hiçbir zaman tamamlandığını söylemez. Hep bir eksik bırakır: daha büyük bir ev, daha yüksek bir mevki, daha “iyi” bir versiyon. Ancak insan ruhu böyle işlemez. Eksik tamamlandığında bile yeni bir eksiklik doğar. Çünkü insan, zihinsel olarak hep yoldadır. Bu yolculuk da, belki de varoluşun ta kendisidir.Bu yüzden, neden varız? sorusunun cevabı belki de şudur: Eksik kalabilmek için. Eksik olan arar, arayan yaşar. Eksik, bizi canlı tutan devinimdir. Ve bu devinim, insanın kendiyle kurduğu en derin bağdır.