Arzu-Eksiklik-İnsan Olma

Tamamlanmamışlığın yarattığı boşluk,insanın en yaratıcı gücüdür.

İnsanı diğer varlıklardan ayıran en temel şey, eksikliğini fark etmesidir. İnsan, tamamlanmamış olduğunu bilir; bu bilginin doğurduğu boşluk da arzunun kaynağıdır. Arzu, eksikliğin yankısıdır; eksiklik ise insan olmanın en çıplak gerçeği.Yaşamın her anı, bir şeyin eksikliğiyle şekillenir. Doyuma ulaşan bir arzu kısa sürede anlamını yitirir, çünkü insanın ruhu hiçbir tamamlanmışlıkta uzun süre kalamaz. Eksik olan, insanı harekete geçirir; tamamlanan ise yalnızca geçici bir suskunluk getirir. Bu yüzden insan varoluşu, arzuların hiç bitmeyen döngüsü içinde akıp gider.

Eksiklik, kimi zaman bir yük gibi görülür: Hep daha fazlasını isteyen, hiçbir zaman huzur bulmayan bir benlik. Oysa bu, aynı zamanda insanın en yaratıcı yanıdır. Arzusu olmayan insan, kendini ve dünyayı dönüştüremez. Eksikliğin verdiği huzursuzluk, insanı düşünmeye, aramaya, inşa etmeye ve yıkmaya zorlar. Bu yüzden her büyük eser, her derin düşünce, her güçlü bağ bir eksikliğin yankısından doğar.

İnsanın insanca yanı, tamamlanamamışlığını kabul etmesindedir. Eksiklik, bir zaaf değil, bir varoluş biçimidir. Çünkü arzu etmek, insanın kendine dair en saf itirafıdır: Henüz olmadığım bir şeyi isterim; ulaşamadığımda ise melankoliyi taşırım. Arzu ve melankoli arasında gidip gelen bu varlık hali, insanı hem kırılgan hem de anlamlı kılar.

Sonuçta, insan olmanın özü tamamlanmak değil, tamamlanmamışlığın içinde varlığını sürdürmektir. Eksikliğin gölgesinde büyüyen arzu, bizi hayata bağlayan en derin iptir. Ve belki de insanı insan yapan, hiçbir zaman tam olamasa da eksikliğiyle birlikte var olabilmesidir.