Neyse Halimiz Çıksın Falımız

Nereden geliyor bu kahve falı bakma geleneği?

Günün her saatinin vazgeçilmezi, sohbetlerin baş tacı, dinlenme eşlikçisi, bacınla içilen o kahve; Türk kahvesi...

Türk Kahvesinin sadece bir içecek değil, aynı zamanda kültürümüzün köklü bir parçası olduğu bilinen bir gerçek. Özellikle de benim için. Arkadaşlarıma sürekli bi kahve içelim ve yaralarımızı saralım teklifini yapmaktan asla vazgeçmiyorum. Asla vazgeçilmeyen bir şey varsa, o da fal kapatmak. Bu eylem artık herkes için refleks olmuş gibi. Fal bakmasan bile o tabak fincanla buluşacak!

Peki, bunu neden yapıyoruz? Nereden geliyor bu neyse halimiz çıksın falımız?

Kahveleriniz hazırsa başlıyoruz.

Öncelikle Türk kahvesinin bize nasıl geldiğiyle başlayalım.

Yemen Valisi Özdemir Paşa’nın 16.yüzyılda kahveyi Osmanlıya hediye olarak getirmesiyle popüler bir içecek olmuş. Bir diğer görüşe göre, 1555 yılında iki Halepli tüccar, İstanbul’un Taht-ül Kale (bugünkü Tahtakale) semtinde ilk kahvehaneyi açarak Osmanlı halkını kahveyle tanıştırmış. Bence en önemlisi, asla sınıfsal olmamısı. Her kesim için severek tüketilen bir içecek olmuş.

 Sarayda belirli ritüeller ve seremonililerle sunulurmuş. Hatta bunun için ‘Kahvecibaşı’ adı verilen özel olarak eğitim alan insanlar bulunurmuş. Rivayete göre de bildiğimiz kahve, lokum ve su üçlemesi Hürrem Sultan’ın kendi tarifiymiş. Kahvenin acı tadını dengelemek için lokum ile içiyormuş.

Hürrem Sultan ve Türk kahvesi

Evet şimdi geldik asıl sorumuza, kahvemizi içtik ama neden ardından fal baktık?

Kahvenin o dönemler sosyal hayatta önemli bir yer edinmesi, onun etrafında pek çok ritüelin doğmasına ve gelişmesine yol açmış. Bu geleneğin oluşmasında ise birçok faktör yer alıyor aslında.

Birincisi ve en önemlisi, sosyalleşme ve eğlenme isteğiydi.

Sarayda sosyalleşmenin en temel taşı olan dedikodu cariyeler için yasaktı. Tabii kavga etmeleri de…Böyle olunca üstü kapalı bir çözüm gerekiyordu. Kahve içmek ise bunun için biçilmiş kaftandı. Kahve içme zamanlarında bir araya gelerek kahvenin telvesini bir hayvana benzetip sevmedikleri kişilere atıfta bulunuyorlardı. Bir bakıma laf sokuyorlarmış yani.

Diğer faktör ise mistisizm ve doğaüstü inanışlar.

Fal kapatma geleneği, geçmiş ve gelecek için ipucu gibiydi. Telve, kehanetin bir sembolü olduğu düşünülür. Fincanı kapatmak ise telvelerin soğumasıyla birlikte şekil alarak fal bakılan kişinin kaderinin şekillenmesi anlamına geliyordu. 'Neyse halim çıksın falım' cümlesi de buradan doğuyor. Yani fincanı ters çevirmek, kaderi daha iyi okuyabilmek anlamına geliyordu. Bu yüzden gerekli ve önemli bir adım. Geriye ise fal bakmak kalıyor. Telvelerin şekillerini yorumlamak, bazen bir şeklin var olan anlamını, bazen de hissedileni bir şekle yorarak anlatılması tamamen fal bakana kalıyor. Bir de inanmak isteyene...

Geçmişten günümüze gelen ve devam eden bu gelenek, sosyal ilişkilerimizi ve merak kavramını hala etkiliyor. Bir yol ya da bir yüz…Fal bakmak bizi biraz da olsa bir şeylere inanma isteğini, ihtiyacını doğuruyor. Belki de iç rahatlatma. Bazen umut verir bazen hayal kırıklığı. Ama çoğu zaman düşündürür.

Ne demişler, fala inanma, falsız da kalma!


İşte size bir şarkı önerisi:

Büyük Ev Ablukada - Beklediğim Gibiyim