Nil'de Ölüm: Agatha Christie romanlarında ırkçılık
Hollywood'da uyarlamaların ve yeniden yapımların popülerliği ile, metinler günümüzün değerlerine nasıl uyarlanmalı?
Modern Hollywood’da yeniden yapımlar ve kitap uyarlamaları en çok yeşil ışık alan projeler. Doğal olarak polisiye-gizem romanlarıyla bilinen ve tüm zamanların en çok satan yazarları arasında bulunan Agatha Christie’nin kitaplarının da filme uyarlanıyor olması şaşırtıcı değil. 2017’de en bilinen ve sevilen kitaplarından biri olan Doğu Ekspresinde Cinayet Kenneth Branagh tarafından uyarlandı ve büyük başarı kazandı. Şimdi de Nil’de Ölüm vizyonlara girdi. Yüksek bütçesine ve rolleri üstlenen ünlü oyunculara rağmen Agatha Christie romanlarını yirmi birinci yüzyıl izleyicisine uyarlamak o kadar da kolay değil. Yazıldıkları zamanın ırkçılık, kolonicilik ve yabancı düşmanlığı gibi artık antikalaşmış görüşlerini yansıtan romanlardan bahsediyoruz. Dolayısıyla hem izleyicilerin hem de filmin yapımcılarının karşısına çıkan soru bu romanların nasıl güncelleştirilebileceği oluyor.
Doğu Ekspresinde Cinayet’te Branagh gözle görülür biçimde hem senaryo hem de oyuncular açısından güncelleme çabasında bulundu. Kitaptaki karakterlerin hepsi Avrupalı beyaz anglosakson iken filmde başka ırklardan oyunculara da yer verildi ve zaman zaman orijinal karakterler tanıştırıldı. Aynı şekilde Nil’de Ölüm’de de Branagh kitaptan çok daha kapsayıcı bir oyuncu grubu oluşturdu. Buna hem Sophie Okenedo ve Letitia Wright gibi farklı ırklardan oyuncular hem de Yahudi oyucu Gal Gadot gibi farklı dinlerden oyuncular dâhil. İronik olarak bu güncellemeler kitapların ırk ve ırkçılığa karşı tutumunu daha da ortaya çıkarıyor. Christie’nin kitapları hâlâ dünya çapında milyonlarca satıyor, fakat asıl soru şu ki ırkçılık ve yabancı düşmanlığı gibi dönemin görüşleri açısından ne derece yargılanmalılar?
Christie’nin metinlerin ırksal önyargıya bolca yer veriyor söylenebilir. İlk olarak metinlerde güç sahibi karakterlerin hepsi beyaz ırktan ve statükonun korunmasını destekleyen bir tek kültürlülük durumu öne sürüyor. İkinci olarak da İngiliz hegemonisinin dışındaki bireyleri ötekileştiren yabancı karşıtı bir duruş sergiliyor. Fakat bu karikatürler Orta Doğulu insanların portre edilişinin yanında hiçbir şey gibi kalıyor. Nil’de Ölüm kitabında bir grup tüccarı ‘bir grup sinek’ olarak tanımlıyor. Yahudi karşıtlığı da kitaplarda eşit derecede yoğun. Ölüm Sessiz Geldi’de bir karakter yalnızca Yahudi olduğu için cinayet ile suçlanır.
Bir yandan da cinayetlerin kendilerinde Christie içsel bir eşitlikçilik sergiler. İnsanların sosyal statüleri veya uyrukları göz önüne alınmadan hem iyilik hem de kötülük potansiyelleri olduğu inanışını yansıtır. Daha da önemlisi erken yirminci yüzyıldaki bağnazlığın gerçekliğini ve ayrıcalıklı karakterlerin tatsızlığını ortaya koyar. Christie dünya çapında arkeolog eşi ile beraber bolca seyahat etmiş ve Nil’de Ölüm kitabındaki karakterleri Mısır seyahatinde tanıştığı kişilerden ilham alarak yaratmıştı. İnsanlık geçmişinde sıkça görülen bağnazlığı görmezden gelmemek önemli, bu açıdan da Christie’nin romanları toplumsal ve tarihsel değer taşıyor.
Vurgulanması önemli olan nokta şu ki, Christie’nin romanlarında zamanın gerçeklerini yansıtıyor olması onları desteklediği anlamına gelmez. Yukarıda bahsedilen söylemleri romanlarına dâhil ediyor olması kendisinin ırkçı olduğunu değil, o görüşleri açıkça öne sürüp eleştiriye açık bırakması şeklinde okunabilir. Kişisel görüşüm Christie’nin metinlerinde ırkçılığı eleştiriyor ve günün toplumunda ne kadar yaygın olduğuna dikkat çekiyor olduğu yönünde. Romanların yazıldığı 1930lar İkinci Dünya Savaşı’ndan kısa süre önceydi ve sağ görüşlerin yükselişi bir tür salgın gibiydi. Toplumda bu kadar yaygın olan düşünceleri tamamen görmezden gelmesi daha büyük bir sorunsal oluşturabilirdi. Bu açıdan bakıldığında günümüzde de faşizmin yükselişi ışığında kültürel önemi dikkat çekiyor. Christie'nin romanları belki de şimdi her zamankinden daha fazla değerli.