Ophelia'yı Hissetmek

Ophelia'nın uzak gibi görünen ama bir o kadar da yakın olan trajedisi...

William Shakespeare'in en bilinen eserlerinden biri olan "Hamlet", şimdiye kadar pek çok kez incelenmiş ve yorumlanmıştır. Eserin özellikle Hamlet üzerinde şekillendiği düşünülse de olay örgüsü içerisinde acısı, yaşadıkları geri planda kalan bir kadın vardır; Ophelia.

Ophelia, karşımıza üzerinde hem toplumsal baskıyı hem de erkek figürünün kurduğu baskıyı taşıyan bir karakter olarak çıkar. Shakespeare, o dönemdeki dişil güç ve eril güç arasındaki çatışmayı yansıtırken Ophelia'yı kullanır.

Erkek figürünün Ophelia üzerindeki baskının Ophelia'nın babası Polonius ve ağabeyi Leartes üzerinden aktarıldığı görülür. Bu eril baskı, özellikle kadın figürünün saflığını, masumluğunu koruması gerekliği etrafında şekillenir. Ophelia'nın Hamlet ile bir aşk yaşaması hayatındaki baskıcı aile bireylerine ve dönemin toplumsal bakış açısına göre terstir. Bu noktada da kendisinin hem babası hem de ağabeyi onu büyük bir aşkla bağlı olduğu Hamlet'ten ayrılmaya yönlendirir. Hamlet ile mutlu bir birlikteliği sürdürdüğü süreçte babası Polonius ve ağabeyi Leartes tarafından kendisine verilen ve kendisini Hamlet’e karşı koruması gerektiğini belirten öğütler ile Ophelia karakteri üzerinden dönemin namus kavramının aileler, toplum ve özellikle de kadın figürü için önem arz ettiği anlaşılır.

Dönem şartları ve içerisinde bulunduğu durum gereği Ophelia, ne babasının ne de ağabeyinin sözünden çıkabilir. Bu sebeple Ophelia zaman zaman itaatkar ve saf bir karakter olarak da görülür. Kendi babası ve ağabeyi de ona bu gözle bakarlar. Aslında bu noktada William Shakespeare,"Hamlet" eserini ortaya koyduğu dönemdeki toplumun kadınlara bakış açısını ortaya koyar. Ophelia’nın hem babası hem de ağabeyi tarafından kendisine yakıştırılan “saf kız” nitelendirilmesi aslında dönem toplumunun kadınlara karşı olan bakış açısını temsil eder ve eril aklın dişil akıldan daha üstün görüldüğü kanısını da okura aktarmış olur.

Eserde ele alınan dönemin ahlak yapısı, namus ve şeref kavramlarını insanlar için özellikle de kadınlar önemli bir unsur olarak kabul eder. Ophelia da aslında bu “namus baskısının” bir kurbanı olarak görülür. Ophelia’nın Hamlet’e karşı hislerini özgürce yaşama isteğinin önüne set çeken ahlak yapısı ve eril güç sebebiyle özgürlük-esaret çatışması doğar. Ophelia bu noktada duygularıyla hareket etmek isterken ağabeyi ve babası tarafından duygusal bir kısıtlamaya ve dolduruşa maruz bırakılır. 

1894, John William Waterhouse


Ophelia ve Hamlet arasındaki çatışmalar da eserde önemli bir yere sahiptir. Ophelia’nın amacı Hamlet ile mutlu bir birliktelik yaşamaktır. Fakat sonrasında yumuşak başlı kişiliği ve dönemin yaşam şartları sebebiyle çevresinde ondan güçlü, özellikle de kendisinden güçlü eril karakterlere boyun eğdiği gözlemlenir. Kendisinin özellikle de eril karakterler tarafından yönetiliyor olması ve baskı altında bırakılıyor olması o dönemde yaşayan ve baskı altında bırakılıp susturulmuş kadın profilini de yansıtır.

Gururu sebebiyle Hamlet, Ophelia’ya olan gerçek duygularını reddeder. Böylece Hamlet’in gerçek duyguları ve kendi gururu arasında bir çatışma görülür. Hamlet’in kendi duyguları ile yarattığı bu içsel çatışma onun gerçeklerden uzaklaşmasına ve gururuna daha sıkı sıkı sarılmasına sebep olur ve gurur kaynaklı olarak Ophelia’ya, duygularını inkar ederek baskı uyguladığı görülür.

Ophelia, kendi kararlarını özgürce veremediği, dilediğince bir yaşam sürdüremediği için içten içe erir. Üzerinde özellikle eril karakterler tarafından kurulan baskı onun yaşama sevincini yavaş yavaş elinden alır. Edebiyat eleştirmeni William Hazlitt, Ophelia’yı “vaktinden önce solan bir çiçeğe” benzetir. Bu benzetmenin sebebi ise Ophelia’nın gencecik bir yaştayken aklını yitirip gölde boğulmasıdır.

Ophelia, aslında pek çok kadının kendinden bir parça bulabileceği derin, gerçekçi bir karakterdir. Onu anlamak için önce onu hissetmek gerekir...