Orhun Yazıtlarının Folklorik Açıdan İncelemesi
Muharrem Ergin'in "Orhun Abideleri" kitabında yer alan anlatıların sembolik bakımdan çözümlemesi...
Kültür, bir toplumun üyesi olarak insanın kazandığı bilgi, inanç, gelenek, sanatsal faaliyet, hukuk, ahlaki değerler ve diğer yetenek ve alışkanlıkları içeren karmaşık bir bütündür. (Taylor, 1958: 1; Kottak, 2008: 46) İnsan, bu yapının içerisinde büyüyerek kültürünü öğrenir ve bu kazanımların aktarılması doğrultusunda temel bir rol üstlenir. Bu sayede kültür, toplum içinde kendini yaşatma imkânı bulur. Kültür, sözlü ve yazılı olmak üzere iki temel kültürel ortam çerçevesinde meydana gelmekte ve gelişimini sürdürmektedir. Sözlü kültür ortamı, insanlar arası iletişimin konuşma diline, jest ve mimiklere başvurularak meydana gelmesi sonucunda ortaya çıkan ürünler bütünüdür. Belleğin ve sözün gücünün öne çıktığı bu kültür ortamı, yazının ve yazılı kültürün meydana gelerek kültürel üretim ve aktarımda önemli bir görev üstlendiği döneme kadar biricik kültür ortamı olmuştur.[1] Yazının icadı ile ortaya çıkmış ve matbaanın kullanılmasıyla birlikte daha geniş alanlarda oluşum sağlamayı başaran yazılı kültür ortamı sayesinde yeni kültürel ürünler ortaya konmaya başlamıştır. Yazılı kaynaklar yalnızca el yazmalı eserlerden ibaret değildir. Üzerine çeşitli amaçlar doğrultusunda yazılmış ve çizilmiş pek çok abide ve mezar taşı örnekleri de bulunmaktadır. Bu örnekler de yazılı kaynaklar arasında yer alan başlıca ürünlerdendir.
MS 8. yüzyılda taşlara kazınan Orhun Abideleri de Türk dilinin en eski yazılı metinleri olmasının yanı sıra, eski Türk geleneklerini, inanç sistemini, devlet anlayışını, sosyal hayatını vb. unsurları içermesi bakımından da Türk halkbilimi araştırmalarının en eski yazılı kaynakları arasında yer almaktadır. Orhun Abideleri’nin Türk kültürünün oluşması ve içeriğinde bu kültürün birikimlerine yer vermesi hususunda ne kadar önemli bir yazıt olduğunu Muharrem Ergin, “Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe metin… İlk Türk tarihi... Taşlar üzerinde yazılmış tarih… Türk töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesikası… Türk edebiyatının ilk şaheseri. Türk hitabet sanatının erişilmez şaheseri… Türk milliyetçiliğin temel kitabı, bir kavmi bir millet yapabilecek eser. Türk dilinin mübarek kaynağı. Türk yazı dilinin ilk, fakat harikulade işlek örneği... Türk yazı dilinin başlangıcını miladın ilk asırlarına çıkartan delil…”[2] Satırlarında açıklamaktadır. Dolayısıyla bu yazıtlar, Türk folklor ve halk edebiyatı açısından çok ayrıcalıklı bir konumda yer almaktadır. Bu yazıtlar, 2. Göktürk Devleti’nin kurucusu olan İlteriş Kağan’ın oğullarının hükümdarlık yaptıkları devri konu almaktadır. Mezar taşı niteliğinde olan bu abideler temelde üç büyük kitabeden oluşmaktadır. Orhun civarında Köktürk alfabesiyle yazılı daha başka örnekler bulunsa da en mühimleri bu üçüdür. Birincisi olan Kül Tigin Abidesi, ağabeyi Bilge Kağan tarafından 732’de diktirilmiş; ikincisi olan Bilge Kağan Abidesi, ölümünün ardından kendi oğlu tarafından 735’te diktirilmiş; üçüncü olarak verilen Tonyukuk Abidesi ise, 720-725 senelerinde kendisi tarafından diktirilmiştir.[3]
Kül Tigin Abidesi’nde, kağan olmasında ve devletin güç kazanmasında büyük rol oynayan, başarı sahibi kardeşine karşı Bilge Kağan’ın hissettikleri edebi bir üslupla kaleme alınmıştır. Hitabe, Bilge Kağan’ın ağzından yazılmıştır; abidede o konuşmaktadır, müellif odur. Bilge Kağan Abidesi’nde de kendisi konuşmaktadır. İçerik, yapı ve şekil açısından ilkiyle büsbütün bir benzerlik içerisindedir. Bu abidede ayrıca Kül Tigin’in ölümünün ardından yaşanan olayların da eklendiği görülmektedir. Tonyukuk Abidesinde ise, yazı ilk ikisinde de olduğu gibi yukarıdan aşağı doğru kaleme alınmıştır ancak satırlar, diğerlerinden farklı olarak soldan sağa doğru istif edilmiştir. Bilge Kağan ve Kül Tigin’in yazıtlarına kıyasla, sanatkârane bir üsluba sahip olmadığı söylenmektedir. Bu abidede Tonyukuk konuşmaktadır, dolayısıyla müellifi de odur.[4]
Orhun Abideleri üzerine yapılmış çeşitli folklorik çalışmalar bulunmaktadır. Benim yapmış olduğum araştırma ise, Orhun yazıtları içerisinde yer alan halk bilimi unsurlarının tespit edilmesi, tekrar eden motiflerin anlamlarının incelenmesi ve çözümlenmesi amacıyla kaleme alınmıştır. Materyal olarak Muharrem Ergin’in "Orhun Abideleri" adındaki kitabı kullanılmıştır. İnceleme süreci temelde; Kül Tigin Abidesi, Bilge Kağan Abidesi ve Tonyukuk Abidesi olmak üzere üç başlık altında ele alınmıştır.
a. Kül Tigin Abidesi
Güney Yüzü
Konar-göçer şekilde yaşamlarını sürdüren Göktürkler, bağımsızlıklarını ilan ettiklerinde Ötüken’i devletin merkezi haline getirmişler, burayı bir yaşama alanına çevirmişlerdir. Ötüken, ekonomik, sosyal, kültürel ve jeopolitik açıdan mühim bir değere sahip olmakla birlikte Türk toplumu için kutsal bir sembol halini de almıştır.
“Türk kagan Ötüken yış olursa ilte bung yok.” ve “… Bunça yirke tegi yorıtdım. Ötüken yışda yig idi yok ermiş. İl tutsık yir Ötüken yış ermiş.”[5] (3, 4) cümlelerinde Türk kağanının, Ötüken ormanında oturduğu takdirde ilde herhangi bir sıkıntı yaşanmayacağına ve birçok yer gezmesinin sonucunda Ötüken ormanından başka daha iyi bir yer bulamayacağına değinilmektedir. “… Ötüken yış olursar benggü il tuta olurtaçı sen.” (8) derken kağanın anlatmak istediği, ormanı terk etmedikleri taktirde ebediyen burada yaşayabilecekleri yönündedir. “… Biriye Çogay yış Tögültün yazı konayın tiser Türk budun ölsikig. Anda anıg kişi anca boşgurur ermiş. Irak erser yablak agı birür, yaguk erser edgü agı birür tip anca boşgurur ermiş…” (6, 7) sözünde kağan, halkına Çogay ormanına ve Tögültün Ovasına yerleşmemelerini söylemekte; buralarda söylenen “uzak ise kötü mal verir, yakın ise iyi mal verir” şeklindeki ifadelere inanan bilmez kişilerin sonunun hayırlı olmayacağından söz etmektedir. “Mal verme” ile ilgili olan ifadenin bu dönemde rastlanan, topraklarını bırakıp düşman milletlerin yakınına gitmenin kötü sonuçlar doğuracağını, ilişkileri belli sınırlar içerisinde tutmak gerektiğini vurgulayan bir tabir olduğu söylenebilir. Metinde buna ilişkin bir bölüm bulunmaktadır: “… Tabgaç budun birle tüzültüm. Altun kümüş işgiti kutay bungsuz anca birür. Tubgaç budun sabı süçig agısı yımşak ermiş. Yaguru kondukda kisre anıg bilig anda öyür ermiş… Bir kişi yangılsar oguşı budunı bişükinge tegi kıdmaz ermiş… Süçig sabınga yımşak agısınga artutup öküş Türk budun öltüg. Türk budun ölsiking…” (5) Son kısımda geçen “…Yaklaştırıp konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş.” ibaresiyle anlatılmak istenen “mal verme” tabiri ile doğrudan ilgilidir. Buradan yola çıkarak kağan, Türk halkına gözü açık olmalarını, maddiyata aldanmamalarını ve diğer milletlere karşı dikkatli olmalarını öğütlemektedir.
Bu satırlara bakıldığında, kağanın Göktürk milletine didaktik bir seslenişte bulunduğu görülmektedir. Temelde Türk milletini Ötüken ormanında topladığından söz eden kağan, halkını düzene soktuğuna da ayrıca değinmektedir. Bu yönüyle merkezin birleştirici bir güce sahip olduğu, Türkler tarafından kutsal kabul edildiği yorumu yapılabilir.
Doğu Yüzü
“Üze kök tengri asra yagız yir kılındukda ikin ara kişi oglı kılınmış. Kişi oglında üze eçüm apam Bumın Kagan İstemi Kagan olurmış. Olurupan Türk budunung ilin törüsin tuta birmiş, iti birmiş.”[6] cümleleri Göktürk Devleti’nin inanç sisteminden ve buna bağlı olarak yönetim anlayışlarına göre başta olan kişinin konumundan bahsetmektedir. “Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıktan sonra ikisi arasında insanoğlu yaratılmış. İnsan oğlunun üzerine ecdadım Bumin Kağan ve İstemi Kağan oturmuş.” çevirisinden yola çıkarak halkın Gök Tanrı inancını benimsediği söylenebilir. Kağanların insanların üst kısmında, gökte, yer alan Tanrı’nın bahşettiği güç ile devleti düzenledikleri, yönetimi sağlama gücünü ellerinde bulundurdukları anlatılmaktadır.
“Üze Türk Tengrisi Türk ıduk yiri subı anca itmiş. Türk budun yok bolmazun tiyin budun bolçun tiyin kangım İltiriş Kaganıg ögüm İlbilge Katunug tengri töpüsinde tutup yügerü kötürmiş erinç. Kangım kagan yiti yigirmi erin taşıkmış.”[7] Tanrı’nın Türk milletini, kağan ve hatununu göğün tepesine kaldırarak yeniden yarattığından bahsetmektedir. Kağanın, Tanrı’nın kendisine verdiği kuvvet ile asker toplayabildiğine, ilsiz ve kul olmuş milleti yeniden yetiştirmeye başladığına değinmektedir. “Türk budunug atı küsi yok bolmazun tiyin kangım kapanıg ögüm katunug kötürmiş tengri il birigme tengri Türk budun atı küsi yok bolmazun (tiyin özümin ol tengri) kagan olurtdı erinç.”[8] satırlarında da Tanrı’nın Bumin Kağan’ın annesi ile babasını göğe doğru yükselterek, Türk milletine il vermesi, millete adını, sanını yeniden kazandırması anlatılmaktadır.
“İlligig ilsiretdimiz, kaganlıgıg kagansıratdımız. Tizligig sökürtümüz, başlıgıg yükündürtümüz…”[9] kalıp halinde bulunan bu ifade Göktürklerin, uluslarının yeniden yaratıldıkları süre zarfında verdikleri savaşlar neticesinde bozguna uğrattıkları devletler için kullanıldıkları bir tabirdir. Bu devletlerin illerini aldıkları, bu illeri kağansız bıraktıkları, dizliye diz çöktürdükleri anlatılmaktadır. Buradan hareketle, Türklerin savaşçı bir toplum oldukları yorumu yapılabilmektedir; taşlara yazılanlarda atlarını, mızraklarını ve oklarını alarak savaşa katıldıklarına ayrıntılı bir şekilde değinilmektedir. Ayrıca yanlarına aldıkları bu silahların malzemesine bakılarak, demircilik ve dövme, taş yontma vb. işlemleriyle de ilgilendikleri söylenebilir.
“Üçünç Yigen Silig beging kedimlig torug at binip tegdi… Yarıkında yalmasında yüz artuk okın urtı…”[10] bu ifadelerden askerlerin savaş esnasında zırh giydikleri, atlarının giyimli oldukları sonucuna ulaşılmaktadır. Savaşçı bir toplum oldukları göz önünde bulundurulduğunda bu tarz kıyafetler üretmelerinin zaruri olduğu söylenebilir.
Kuzeydoğu Yüzü
“Kül Tigin kon yılka yiti yigirmike uçdı… Barkın bedizin bitig taş(ın) biçin yılka yitinç ay yiti otuzka kop alkd(ımı)z.”[11] cümlesi, Kül Tigin’in koyun yılında vefat ettiğinden ve türbesi ile heykelinin yapımının maymun yılında bittiğinden söz edilmektedir. Bu hususlar, Türklerin On İki Hayvanlı Türk Takvimi’ni kullandıklarını gösteren ifadelerdir. Bu takvimde her hayvan bir yılı göstermektedir ve yılların denk geldikleri hayvanların özeliklerini aldığına dair bir inanış hakimdir. Ayrıca, Kül Tigin’e özel dikilen heykel ile “kurgan” adıyla anılan türbenin yapımı da Türk halkının sanata ve mimariye verdiği önemi göstermektedir.
b. Bilge Kağan Abidesi
Doğu Yüzü
“Süngüglüg kandın (kelipen) süre (iltdi? Iduk Ötüken yı)ş budun bardıg. İlgerü (barıgma) bardıg. Kurıgaru barıgma bardıg. Barduk yirde edgüg ol erinç: (Kanı)ng ögüzçe yügürti. Süngüküg tagça yatdı. Beglik urı oglıngın kul kıldıg. (İşilik kız oglungın) küng kıldıg.”[12] burada, Göktürklerin Ötüken ormanını terk edip Doğu’ya ve Batı’ya doğru dağılmaları durumunda halkın düştüğü vaziyet anlatılmaktadır. Yeniden toparlanmaya başlamadan önceki zamanlarında kadınların cariye, erkeklerin kul olduğuna değinilmektedir. Bu tarz hadiseler sonucunda halkın içinde bulundukları konumlarına dair sosyolojik bulgulara kitabelerde rastlanılmaktadır.
“Kanın nehir gibi koştu, kemiğin dağ gibi yattı.” ifadesiyle Göktürklerin, yaşamlarını sürdürdükleri coğrafya üzerinden yola çıkarak ortaya koydukları bir tabir olduğu söylenebilir. Ötüken, Orhun Irmağı ile Selenge Irmağı'nın Tarım kolu arasında bulunan, ormanlar içinde yer alan, bitki örtüsü ve suyu bol olan engebeli bir şehirdir. Dolayısıyla su ve dağ sözcüklerinin burada kullanılmasının belli bir anlama işaret ettiği söylenebilir. Göktürkler her ne kadar bu şehir içerisinde bir yerleşim alanı oluşturmuş olsalar da, mevsimden mevsime yer değiştirmek zorunda kaldıkları görülmektedir. “… Amgı korgan kışladıkda yut boldı. Yazınga Oguz tapa süledim.”[13] Bozkırın sert iklimi dolayısıyla kışlarını yaylada geçiremeyen halk, Amgı Kalesi adındaki yapıda konaklamaktadırlar. Baharda ise yeniden yayla denilen arazilerine inerek yaşamlarını sürdürmektedirler.
“Türgiş budunug uda) basdım… Bolçuda süngüştümüz. Kaganın yabgu(sı)n şadın anda ölürttüm. İlin anda altım.”[14] bu anlatımda, düşman kavmini uykuda bastığına değinen Göktürkler’in, devletteki kağanı, yabguyu ve şadı oracıkta öldürdüğünden bahsedilmektedir. Buradan hareketle, Orta Asya Türk devletlerinin yönetim şekillerine ve askeri nizamlarına yönelik bulgular elde edildiği söylenebilir. Yabgu, kağandan sonra gelen en üst düzeydeki yönetici unvanına sahip kişidir; şad, yüksek rütbeli komutanları tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Kağanın halkını giydirme- doyurma, devletini düzenleme gibi görevleri varken; yabgunun daha ziyade kağanın yardımcısı olarak görevini yaptığı görülmektedir. Şad ise komutan olmakla birlikte valilik vazifesini de yerine getirmektedir.
Kuzey Yüzü
“Tür(giş kagan) kızın ertingü ulug törün oglıma alı birtim. (…ertingü u)lug (törün alı) birtim…” Bilge Kağan’ın, Türgiş kavminin kızını kendi oğluna aldığına değinen bu ifadelerde, devletler arası anlaşmaların ve hanedanların ortak bir amaçta buluşmalarının nasıl sağlandığına dair örneklerden birine değinilmektedir. Bu durumun, ilerideki zamanlarda kurulmuş olan büyük imparatorluklarda da devam ettiği bilinmektedir.
Bilge Kağan’ın, Türgiş kavmiyle yaptığı anlaşmalar ve ticarî faaliyetler arasında, halkın refahını sağlamak için ipek kumaşlar edindiğine dair ifadelere yer veren şu satırlar da bulunmaktadır: “[… sarıg altunı]n ürüng kümüşin kırgaglıg kutayın kinlig işg[itiş]in özlük atın adgırın kara k[işin] kök teyengin Türküme budunuma kazganu birtim, iti birtim. (…)n bungsuz kıltım”[15] Kağanın, Türk halkına (Türküme) kenarları kıvrık elbiseyi, ipekli kumaşı, gümüşü, altını tanzim ettiği anlatılmaktadır.
c. Tonyukuk Abidesi
Birinci Taş, Batı Yüzü
“Toruk bukalı semiz bukalı arkada böngser, semiz buka toruk buka tiyin bilmez ermiş tiyin anca sakındım” ifadesi, “İnsan zayıf boğalarla semiz boğaları uzaktan bilmek zorunda kalsa hangilerinin semiz hangilerinin zayıf olduğunu bilmez imiş.” (6) şeklinde açıklanmaktadır.[16] Tonyukuk’un, Şad unvanını taşıyan ve sadece yedi yüz kişilik küçük bir kuvveti olan Kutluğ’u kağanı ilan etmenin isabetli bir karar olup olmayacağını düşünürken söylemiş olduğu yorumunda bulunulabilir.[17] Günümüz Türkçesinde bu anlama en yakın özdeyişler altında “saman altından su yürütmek” ve “karda yürüyüp izini belli etmemek” atasözleri örnek olarak verilebilmektedir.[18]
Güney Yüzü
“Kiyük yiyü tabışgan yiyü olurur ertimiz. Budun boguzı tok erti…” (1) cümlelerine dayanarak, Göktürk milletinin hayvancılıkla uğraştığı ve avcılık faaliyetlerini sürdürdükleri söylenebilir. Tavşan ve geyik yiyerek oturduklarına değinilen bu ifadeden yola çıkarak devletin temel besin ürünün et olduğu yorumu yapılabilir. Beslenmelerine dair en somut veriler bu yazıttan elde edilebilmektedir.
“Yuyka erkli tupulgalı ucuz ermiş, yinçge erklig üzgeli ucuz. Yuyka kalın bolsar tupulguluk alp ermiş. Yinçge yogun bolsar üzgülük alp ermiş.” ifadesi, “Yufka olanın delinmesi kolay imiş; ince olanı kırmak kolay. Yufka kalın olsa delinmesi zor imiş. İnce yoğun olsa kırmak zor imiş.” şeklinde açıklanmaktadır.[19] Tonyukuk’un, milletin bir bütün olmasının gerekliliğini vurguladığı bu satırlarda dışarıdan gelen hiçbir gücün bu bağı koparamayacağı anlatılmaktadır. Günümüzde “birlikten kuvvet doğar” atasözü bu deyişe örnek olarak verilebilir.
İkinci Taş, Batı Yüzü
“… örtçe kızıp kelti.” tabiri[20], “Ateş gibi kızıp geldi.” şeklinde açıklanmaktadır. Bu tabire hemen her yazıtta rastlanmakla birlikte kalıp bir ifade olduğu da görülmektedir. Bazı bölümlerde ise; Türk milleti kendini ocak, düşmanını ateş olarak tasvir etmektedir. Buradan yola çıkılarak “ateş”in bu devlet için mühim bir anlama sahip olduğu yorumu yapılabilir.
Doğu Yüzü
“Kızıl kanım töküti kara terim yügürti işig küçüg birtim ök.” ifadesi, “Kızıl kanımı döktürerek, kara terimi koşturarak işi, gücü verdim hep.” şeklinde açıklanmaktadır.[21] Devletin başına göreve gelen Tonyukuk’un halkı için çok çalıştığına, halkına hizmet etmek için çabaladığına değinilen bu satırda geçen deyimler, “bir iş için çalışmak” manasına gelmektedir. Günümüzde “kan, ter dökmek” deyimi ile bağdaştırılabilir.
Orhun Yazıtları, yalnızca siyasi olayların ve askeri faaliyetlerin hikâye tarzında anlatıldığı bir kitabe değil; aynı zamanda güçlü bir hitabet sanatını da içeren Türklerin kültürüne, sosyal yaşantılarına ve ticari anlaşmalarına da değinen değerli bir eserdir. Yalnızca bu anlatılardan yola çıkarak Türklerin geleneklerine, kullandıkları atasözleri ve deyimlerine, geçim kaynaklarına, yaşadıkları bölgenin şartlarına ilişkin pek çok farklı alanla ilgili bulgulara ulaşılmıştır. Yazıtlarda da devamlı bir şekilde bahsedildiği üzere, Ötüken şehri kutsal kabul edilmiş ve devlet bu arazinin çevresine inşa edilmiştir. Kağanlar, özellikle bu toprakların korunması ve kavimler arasında yapılan anlaşmaların dikkate alınması hususunda uyarılarda bulunmuşlardır. Buradan hareketle, yazıtların geneli için didaktik bir üslupla kaleme alındığı söylenebilir. Yer yer kullanımına rastlanan atasözleri ve deyimlerin ana malzemesinin coğrafi unsurlar ve üretilen besinler ile hayvancılık faaliyetleri olduğu tespit edilmiştir. Bazılarının günümüz toplumunda dahi karşılıkları bulunmaktadır.
Kültürlerine ve inançlarına sıkı sıkıya bağlı olan bu devletin en önemli özellikleri ise savaşçı bir toplum olmalarıdır. Silah yapımında kullanmak için demircilik ve dövme işlemleriyle uğraştıkları da kaynaklarda sürekli olarak söz edilen unsurlardır. Savaşta kaybedilen bir devlet büyüğünü onurlandırma amacıyla dikilen balballar, bir türbe görevi gören kurganlar ve inşa edilen heykeller de sanata ve mimariye verilen önemi vurgulamaktadır. Türk halkının medeniyetinin, dilinin ve edebiyatının günümüze ulaşmasında öncü bir eser niteliğinde olan Orhun Abideleri, bu toplumun geçmişine ışık tutması ve yazı sanatının gelişmesi yönüyle de tarihe adını yazdırmıştır.
KAYNAKÇA:
[1] Prof. Dr. Mehmet Aça vd., Halk Bilimi El Kitabı (ed. Doç. Dr. Mustafa Aça), Nobel Akademik Yayıncılık, Ankara, 2019, s. 6.
[2] Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2020, s. 15.
[3] Muharrem Ergin, a.g.e., s. 17.
[4] Muharrem Ergin, a.g.e., s. 18-20.
[5] Muharrem Ergin, a.g.e., s. 34-36.
[6] Muharrem Ergin, a.g.e., s. 41.
[7] Muharrem Ergin, a.g.e., s. 44.
[8] Muharrem Ergin, a.g.e., s. 48.
[9] Muharrem Ergin, a.g.e., s. 46.
[10] Muharrem Ergin, a.g.e., s. 52.
[11] Muharrem Ergin, a.g.e., s. 60.
[12] Muharrem Ergin, a.g.e., s. 72.
[13] Muharrem Ergin, a.g.e., s. 78.
[14] Muharrem Ergin, a.g.e., s. 76.
[15] Muharrem Ergin, a.g.e., s. 92.
[16] Muharrem Ergin, a.g.e., s. 98-99.
[17] Talat Tekin, Orhon Yazıtları Kül Tigin, Bilge Kağan, Tunyukuk, Bilgesu Yayınları, Ankara, 2019, s. 20.
[18] Mehmet Fatih Özcan, “Orhun Yazıtlarındaki atasözü ve deyimlerin günümüzdeki karşılıklarına yönelik inceleme”, RumeliDE, Ağrı, 2019, s. 98-105.
[19] Muharrem Ergin, a.g.e., s. 101.
[20] Muharrem Ergin, a.g.e., s. 108.
[21] Muharrem Ergin, a.g.e., s. 112-113.