Ortadoğu’da Güncel Sorunlar: Filistin – İsrail Çatışması, Kökeni ve Günümüze Kadar Yaşanan Süreç

İsrail-Filistin çatışmalarındaki artan sivil kayıplar, küresel kamuoyunda Filistin’e desteği artırdı; barış süreci belirsizliğini sürdürüyor

Çatışmaların Kökeni ve İsrail’in Kurulma Süreci

Filistin ve İsrail arasındaki çatışmalar tarih itibariyle oldukça eskidir. Aslında ilginçtir ki, Yahudiler ve Filistinli Araplar arasındaki ilk çatışmaların ortaya çıkışı ekonomik meselelerdir. Filistin topraklarının İngiliz himayesi altında olduğu bu süreçte, Filistinli Araplar ve Yahudiler arasında su ve ekili alanlar konusunda çeşitli tartışmalar yaşanmış, fakat bu tartışmalar silahlı arbedelere dönüşmemiştir.

Yahudiler arasında devlet olma bilinci, Siyonizm hareketleriyle beraber gelişmiştir. Bu hareketlerin kökeni antisemitizm hareketlerine dayanmaktadır ve bu hareketler Yahudi halkının Filistin’e göçünü de hızlandırmıştır. Antisemitizm hareketlerinin belki de doruk noktası olarak kabul edilebilecek olay, Dreyfus Olayı’dır. Bu olay neticesinde Theodor Herzl ortaya çıkmış, "Yahudi Devleti" kitabını yazmış ve Yahudi devleti kurma fikrinin ilk ideolojik temelini atmıştır. İlerleyen süreçte Dünya Siyonist Teşkilatı'nı kurmuş ve teşkilatın lideri olmuştur. Daha sonra Osmanlı’dan Filistin’de Yahudilerin yurt edinmesini istemiştir. Karşılık olarak, Yahudi bankerlerin bu isteğe olumlu cevap vermesi durumunda Osmanlı’nın dış borçlarını ödeyeceklerini ifade etmiştir. Fakat Herzl’ın bu önerisi Yahudi bankerler tarafından kabul görmemiştir. Yani aslında bu, 2. Abdülhamid’e yönelik bir blöftür. Herzl pes etmemiş ve konuyu İngiltere’ye taşımıştır, fakat İngiltere’den de olumlu bir yanıt alamamıştır. İngiltere, Afrika’daki sömürge topraklarından birinde Yahudilerin yurt edinebileceğini söylemiştir. Bu fikri Herzl olumlu karşılasa da Dünya Siyonist Teşkilatı kabul etmemiştir. Herzl teşkilat liderliğinden ayrılmış, yerine birçok lider gelse de en etkili olanı Chaim Weizmann olmuştur. Weizmann, dönemin koşullarını iyi analiz etmiş ve İngiltere’ye yaptığı baskılar sonucu Balfour Deklarasyonu’nun yazılmasını sağlamıştır.

Bu deklarasyonun yazılmasının İngiltere için en büyük sebebi, Amerika’yı savaşa çekmek ve bunu Amerika’da etkili olan Yahudi lobileri aracılığıyla yapma isteği olabilir. Balfour Deklarasyonu sayesinde Yahudilerin Filistin’e göçü hızlanmıştır. Fakat dikkat çekilmesi gereken bir nokta, bu metinde Yahudilere devlet kurma yetkisi verilmemektedir; yalnızca Filistin topraklarında yurt edinebilecekleri ifade edilmektedir.

Yahudilerin Filistin’e yerleşme süreci Osmanlı hâkimiyeti döneminde oldukça yavaş ilerlemiştir. Bu nedenle Yahudiler, Filistin topraklarında Filistinli Araplara kıyasla nüfus olarak azınlıkta kalmıştır. Filistin topraklarının İngiliz mandası altına girmesi ve Balfour Deklarasyonu ile birlikte Yahudi göçü hız kazanmıştır. Yahudi toplumu yavaş yavaş Filistin Müslümanları ile nüfus dengesi kurmaya başlamıştır. Zaman zaman İngiliz manda rejimi ile Yahudi nüfus arasında anlaşmazlıklar yaşanmış, devlet olma söylemleri ortaya çıkmıştır; fakat tüm Yahudi halkını kapsayan bir devlet bilincinden söz edilemez.

İngilizler, Filistin’de artan çatışmaları önlemek amacıyla çeşitli önlemler alma yoluna gitmişlerdir. Artan Yahudi göçünü sınırlandırma, Yahudilerin ve Filistinli Arapların alabilecekleri topraklar, kurabilecekleri işletmeler ve yaşayacakları alanlar üzerinde çeşitli kısıtlamalar getirmişlerdir. İngilizler, Filistin meselesine çözüm getirmeye çalışmış, fakat başarılı olamamışlardır. Sonuç olarak bu sorunu Birleşmiş Milletler’e havale ederek Filistin topraklarından çekilme kararı almışlardır.

İkinci Dünya Savaşı'nın başlaması ile birlikte İngiltere savaşa odaklanmış, Filistin’deki olaylarda Filistinli Arapları ve Yahudileri kendi hâllerine bırakmıştır. Savaş süresince Yahudiler ve Filistinli Araplar karakteristik olarak da ayrışmıştır. Araplar Nazi Almanyası ile iş birliğine girişirken, Yahudiler İngiltere’nin savaş dolayısıyla Filistin’de oluşturduğu güç boşluğunu fırsata çevirerek daha fazla Yahudi göçmeni Filistin’e sokmuştur. Araplar, İngilizlerin yanında savaşa katılmamışken Yahudiler hem savaş tecrübesi kazanmak hem de silah kaçırmak amacıyla savaşa dâhil olmuş ve cepheden silah kaçırmışlardır. Yahudiler silahlı mücadeleye hazırlanmaktaydı. Ayrıca, toprak satın alma kısıtlamalarının kaldırılması amacıyla İngiltere’ye baskıda bulundular. Mücadelelerini siyasi temele dayandırmak amacıyla Biltmore Kongresi'nde bir araya gelmişler ve resmen Yahudi devleti kurma kararını almışlardır.

İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Yahudiler hem Filistinli Araplara hem de İngiltere’ye karşı terör faaliyetlerine başlamışlardır. Filistin’deki durum daha da karmaşık hale gelmiştir. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Kral Suud, Roosevelt’e Arap ve Müslümanların lideri sıfatıyla bir mektup yazmıştır. Bu mektup ile Roosevelt, resmen Arap–Yahudi çatışmalarına dâhil olmuştur. Roosevelt, başlangıçta tamamen Arap politikalarına uyum sağlamış ve Yahudileri desteklemeyeceğini garanti etmiştir. Bunun ana sebebi, bölgedeki petrol kaynaklarının önemidir. ABD’de Truman’ın başa geçmesi ile beraber Filistin meselesine karşı tutum değişmiştir. İkinci Dünya Savaşı süresince Yahudilerin Nazi Almanyası tarafından baskılara maruz kalması, Yahudi göçmenler sorununu ortaya çıkarmıştır. Truman, İngiltere’den bu göçmenlerin Filistin’e kabul edilmesini istemiştir. Ayrıca, Filistin’de iki toplumun da devlet kurmaması gerektiğini ve Filistin’in BM vesayetine bırakılması gerektiğini ifade etmiştir. Bu süreçte ABD ve İngiltere’nin oluşturduğu komisyonlar birçok çözüm önerisi sunmuş, fakat tarafların kabul edebileceği bir çözüm yolu bulunamamıştır.

Sorun gittikçe daha içinden çıkılmaz hale gelmiş ve mesele İngiltere tarafından BM’ye devredilmiştir. BM çözüm olarak taksim önerse de başarılı olunamamıştır. İngiltere, Filistin topraklarından çekilme kararı almıştır. Bu kararın ardından Yahudi Milli Konseyi bir deklarasyon yayımlayarak İsrail Devleti'nin kurulduğunu ilan etmiştir. Bu karara karşılık Filistinli Araplar bir Filistin Devleti kurmamıştır.

Analiz:

İsrail, devletleşme yolunda ilerlerken ilk olarak bunu Theodor Herzl aracılığıyla düşünsel bir temele oturtmuştur. İlerleyen süreçte konjonktürden doğan fırsatları kullanmayı bilmiştir. Hem konjonktürün getirilerini hem de kaçak göçmenleri kullanarak Filistinli Araplar karşısındaki nüfus açığını kapatmıştır. Yahudiler, organize bir şekilde hareket etmiş, silahlı güç elde ederek yakaladıkları ilk fırsatta İsrail Devleti'ni ilan etmişlerdir.

Filistin’in devletleşme sürecine baktığımızda, fikri boyutun belki de Yaser Arafat ve FKÖ ile oluştuğunu söyleyebiliriz. Ancak bu, İsrail’in kurulmasından çok daha sonra gerçekleşmiştir ve bu, Filistin’in ilk eksikliğidir. İsrail çoktan kurulmuşken bir Filistin devleti tezi ileri sürülmüştür. Filistinli Arapların en büyük avantajı olan nüfus üstünlüğü kaybedilmiştir. Arap devletleri ve toplumları arasındaki kopukluk, organize bir mücadelenin yürütülmesini engellemiştir. Filistin Devleti'nin ilanı, İsrail Devleti'ne kıyasla çok daha geçtir. Eğer İsrail Devleti'nin ilanından sonra Filistin Devleti de ilan edilmiş olsaydı, Filistinli Araplar bu kadar büyük bir zulme uğramayabilirdi.

İki devletin kuruluş sürecine baktığımızda, Filistin Devleti'nin kuruluşunda oldukça geç kalındığını görmekteyiz. Ayrıca, çoktan devletleşmiş olan İsrail ile mücadele edilmek zorunda kalınmıştır. İsrail kurulurken doğrudan bir devlet ile mücadele etmemiştir. Her ne kadar Filistin devlet olarak ilan edilmiş olsa da hükümet sürgündedir ve sınırları belirgin değildir.

Günümüzdeki bu çatışmaları, başlangıçta Filistin’in haklı davasını haksızlaştırması olarak değerlendirmekteydim. Çünkü Hamas’ın gerçekleştirdiği ilk saldırılar, dışarıdan bakılınca bir devlete yönelik gerçekleştirilen saldırılardan ibaretti ve terör olarak tanımlamaya gerçekten çok uygundu. Ayrıca İsrail’in yeni bir müdahaleyi meşrulaştırmasına da zemin hazırlamaktaydı ve öyle de oldu. İsrail’in müdahaleleri, Batı dünyasında tamamen meşru müdafaa olarak görüldü. Fakat ilerleyen süreçte, İsrail’in müdahalelerinde artan orantısızlık, gittikçe artan sivil kayıplar ve doğrudan sivilleri hedef alan saldırılar medyada çığ gibi büyüdü ve İsrail karşıtı bir küresel kamuoyunun oluşmasını sağladı. Çatışmaların başlangıcında İsrail’i savunan Batılı devletler, söylemlerini yumuşatmaya, yer yer geri adım atmaya ve İsrail’i eleştirmeye başladılar. Bu noktada, İsrail’in politik olarak Batı tarafından yalnız bırakılmayacağından eminim. Her ne kadar kamuoyu baskısı devletlerin söylemlerini etkiliyor olsa da İsrail’in bölgedeki görevi, bölgenin önemi ve birçok Batılı devletin bölge çıkarlarını İsrail üzerinden eklemlendirmesi gibi sebeplerden dolayı İsrail yalnız kalmayacaktır.

Her ne kadar insani duygular ve acılar bizleri derinden etkiliyor olsa da Filistin davasının geleceği açısından da oldukça önemli bir süreç içerisindeyiz. Şu an oluşan Filistin yanlısı bu küresel kamuoyu, 1. ve 2. intifada hareketlerinde oluşan küresel kamuoyu kadar güçlüdür. İntifada hareketleri sonucu belki de Filistin meselesinin yatışmasına en yakın durum ortaya çıkmıştı. Fakat unutmamak gerek ki FKÖ hareketi sekülerdi ve bunun da katkısı çok büyüktür.

Şu anki Hamas hareketi ise radikal İslamcı olarak adlandırılan bir harekettir. İslamofobi’nin bu kadar yoğun olduğu Batı dünyasında, 1. ve 2. intifada hareketlerinin yarattığı benzer bir barış ortamı oluşması, tartışmalı bir konudur. Bu etkinin bir benzeri yaratılmak isteniyorsa, burada mesele diğer Müslüman devletlere de düşmektedir. Mesele Filistinli Araplar ve Yahudiler arasındayken, Müslüman Araplar ve Yahudiler arasındaki bir meseleye, daha sonra Müslüman ve Yahudi meselesi haline geldi. Durum buyken, Müslümanlar arasında ortak bir söylem geliştirilip Hamas’ın radikal kimliği geri plana atılırsa intifada hareketlerinin yarattığı etki ve barış ortamının bir benzerinin ortaya çıkacaktır.