ÖZGÜRLÜĞE KAÇIŞ

Life, if well lived, is long enough. Lucius Annaeus Seneca

Hepimiz kendi küçük dünyamızın kocaman insanlarıydık, bir zamanlar. Dünyamız bizim, biz dünyamızındık. Ne zaman bu kadar çıkmaza girdik, ne zaman boğulmaya başladık? Çırpındıkça dibe battık. Battıkça çırpındık ve geri dönülemez bir biçimde sonumuzu hazırladık. Hepimiz aynı sıradanlıkla aynı çıkmazlarda sıkıştık kaldık. Kendi dünyamızın bile kocaman insanları olmaktan uzaklaştık. Her zamanda suçlayacak birini bulduk. En çok da hayatın kendisini suçladık, sanırım. En kolay kaçma yöntemimiz bu oldu. Sonra döndük dolaştık, yine aynı sıradanlığa sığındık. Sandık ki, çırpınmalarımız bizi kurtaracak. Baktık ki, dibe batıyoruz, umursamadan sıradanlığımıza dönüp, boğulmayı bekledik. Ta ki, son nefesimizi verene kadar. İşte, sonunda herkes olduk.

Tüm hayatı, temel yaşamını idam ettirmek üzerine olandan bahsediyorum. Herkesten. Koca bir nesilden, nesillerden… Devran bu şekilde gelmiş, bu şekilde gidiyor. Kabullenilmiş, sesi çıkanların sesi kesilmiş, “doğru” diye adlandırılanlar dikte edilmiş. Kimse de kaçamamış, kaçanlar da yaşayamamış gibi. İşte, hayat bu kadar basite indirgenmiş. Doğdun, büyüdün, okudun, mezun oldun, evlen.din, çocuk yaptın, ev aldın, araba aldın, yaşlandın, torunun oldu, öldün. Bu şekilde mutlu olmayı bilmek öğretildi, hepimize. Farklı bir yaşamın var olabileceğini bile düşünmemek üzerine kurulu bir düzende yaşadık, hepimiz. Farkında olmadan, ölümü bekleyerek.

Kendi küçük dünyamızın, küçük cehennemimiz haline geldiği bu dünyada, dışarıya çizdiğimiz sahte mutluluk pozları ile kendimizi bulmaya çalıştık, belki de. Bir kaçış yakaladık, kendimizce. Kendimizi hazır hissetmeden, sırf başkalarının dünyalarına ayak uydurmak adına attığımız adımlar, aldığımız kararlar, yürüdüğümüz yollardı, bizi çıkmaza götüren. Önünden geçtiğimiz ışıklı yolları takip ede ede ulaştığımız karanlıktı elimizde kalan, sadece. Peki, neydi bizi bu ışıktan uzak tutan? Gözümüzü kamaştıran o ışığı seçmeyip de bile bile karanlığa gömülmek miydi, tercihimiz? Yoksa ışığın gözümüzü kör edeceğinden korkup, kaçtık mı? Gerçek aydınlığı yakalayacağımıza inanıp, geçtiğimiz ışıklı yolları kaybettik ve koca bir hiçliğe gömülüp, tümden kör olduk. Hatta öyle bir körlük yaşadık ki, sanki doğduğumuz andan itibaren hiç gözümüz açılmamış gibi. Tam olarak, bu karanlığı yaşıyoruz, şu anda. Kendi yarattığımız bu karanlıktan kaçamayıp, el yordamı ile yaşamaya çalışıyoruz. Pek de bir şey yapmıyoruz, aslında. Nefes al, nefes ver.

Şimdi, biliyorum herkes gibi sen de buna inanmayanlardan olsan da, bir kez olsun şans ver. Karanlığın içinde kendi ışığını yakmak için bir fırsat yarat kendine. Kaçmadan, korkmadan. Ellerini kullanmadan yürümeye çalış. Farklı hissetmekten korkma. Korkmaktan korkma. İçindeki korkan çocuğu sakinleştir. Her şeyin senin elinde olduğunu hisset. Ellerini kapat ve kaçmalarına izin verme. Farklı hissedeceksin, sıkıştığın yerden çıkıp, çırılçıplak kalacaksın. Fakat yıkıcı bir sonran kurtulmuş olacaksın. Hayatın boyunca görmediğin aydınlık, senin olacak. Tatmadığın özgürlük seninle yaşayacak. Ne sen onu kaybedeceksin ne o seni. İşte, o zaman tam olacaksın, herkesten farklı olduğunu göreceksin. Kimse birbirinin aynısı olmadan, özgürce, kendini yaşayarak, kendi patikasında uçacak.

Nefes al, nefes ver… Hisset ve yaşa. Sadece beyninin refleks olarak gerçekleştirdiği gibi değil; inanarak yaşa. Gözlerini kapat. İçinde bulunduğun tutsaklıktan kurtul. Özgürlüğünle dans et. Kendini kaybet. Göreceksin ki gözlerini bile açmadan, aydınlık seni bulacak!