Özne-Nesne Çerçevesi̇ndeki İnsan Meselesi; Ölüm, Bellek ve Zamansallık Kavramlarının Metinlerarası Bağlamda İncelenmesi
Freud, Yas ve Melankoli eserinde; ölümün getirdiği yas karşısında direnen bilincin, çatışmaya ihtiyaç duymasını öleni öldürme ile açıklar.
İnsanın benliği dünyaya yansıtarak çeşitli oluşumlar meydana getirir; Yaşananlar içinde özne konumundayken, dışında her şeyin nesnel olduğu anlamına geliyor. Öz ve nesnel bileşenler, insanın varoluşsal kavramlarını “ölüm”, “bellek” ve “zamansallık” kavramları altında, insanın varoluşsal bileşenleri eşliğinde değerlendirebiliriz. Bu bağlamda belirtilen kavramlar; dünyevî ve uhrevî Varlık olarak insan “ölüm”, doğal ve zihinsel Varlık olarak insan “bellek”, doğal ve kültürel Varlık olarak insan “zamansallık” biçiminde açılabilir. İncelemenin en üst seviyede bulunan bir içeriktir.
Bireyin belirli bir toplumsal statüden diğerine geçişini işaretleyen etkinlik geçiş ritleri olarak adlandırılmaktadır. Geçiş içeren tüm ritüeller birbirine benzerler. Ölüm, örgütlerinden biridir. Freud Yas ve Melankoli eserinde bunu, beynine saldıran yas karşısında direnen bilincin çatışmaya ihtiyaç duymayı açıklar: kafatasını öldürme ile. Ölümün kültürel organizasyonu da bu ritüellerle şekillenir.
Duha Koca Deli Dumrul metninde Deli Dumrul adlı bir yiğit, bir köprü yaptırır. Geçen-geçmeyen insanlardan para alıp kabadayılık yapar. Köprünün adresini değiştirmek için bir genç gerekiyor ve Azrail'i öldürüp iyi gençlerin canını kurtarmaya çalışıyor. Bağlı olduğu gözüktüğünde de canını bağışlaması için Allah'a yalvarır. Canı yerine can bulursa bağışlanacağını öğrendikten sonra anne-babasına gider ama ailesine kıyamayacağını söylerler. Metnin devamında karısı onun için canını vermeye razı olur ama Deli Dumrul Allah'a tekrar yalvararak alacaksa duyduğunu canını, bırakacaksa da duyduğunu canını bağışlamasını ister. Allah hem bağışlar hem de anne-babasının canını alır. Metinde destanlarda uzandığı gibi aksine, yalnız, hareketsiz, erginleşmemiş bir kahraman görülmektedir. Mitik metinlerdeki alışmışın dışında kurulmuş bir sahne görülmektedir. Metindeki ölümü, toplumun yeniden inşası olarak yorumlarsak Dumrul-tomurcuk kelimelerindeki ilişkiyi döngüsel zaman olarak yorumlayabiliriz: Doğmak için ölmek gerekmektedir. Köprü, kurulur ise cemaat-cemiyet davası ve hayatın sona ermesiyle ilişkili olabilir.
Benzer bir tema işlenen ve Eski Yunan Trajedilerinden olan Alkestis, ölüm korkusu içinde olan bir kral (Admetos) ve kendisi için ölmeyi kabul eden karısını (Alkestis) konu almaktadır. Mutlu sonla biten bu drama metninde Deli Dumrul ile ortak bir olay işlenmiştir. Metinde ilgi çekici noktalardan biri Admetos ile Herakles diyaloğundaki yas tutan bir evde misafir kalmanın can sıkıcı olduğu söylenmektedir. Ölümün kültürel organizasyonu talebine verilecek diğer bir örnekse Admetos için karısını nasıl törensiz toprağa devam ettiklerini söylüyoruz. Her iki metni de kendi yaptığınız dışında Unsurlar içermekte, aynı zamanda bu birimin de devredilmesi. Bu nedenle Deli Dumrul'u destan kahramanının trajedisi olarak belirtebiliriz.
Tutulamamış bir yasa ağıt olarak belirtebileceğimiz “Hah” ise karakterden soyutlanmış bir duyguyu, kayıp-yas süreci-toplum baskısı biçimiyle aktarır. Tuz Ruhun adlı ilk bölüm, ölen babaya; “Dön”, “Dur”, “De” parçalarındaki seslenişlerinin ardından Kırk gün süren yas geleneğiyle tamamlanmaktadır. Arada “Dan” bölümünde karakteri anlatan bir öykü bulunmaktadır. Sondaki “Su Ruhu” adlı bölümdeyse bilinçaltının ürünü olan rüyalarla ölüm kabullenilmektedir. Bu nedenle metin “Çık” isimli son parça ile sonlanır. Bu durum başlangıçta değindiğimiz Freud’un yaklaşımı ile okunabilir.
İnsan ruhu için bir genin olmadığını belirterek özetleyebileceğimiz Gattaca (1997), bireylerin kusurlarına göre konsantre edildiği takdirde gördükleri tek şeyin o olduğunu çarpıcı bir biçimde aktarır. Mucize kelimesinin acz kökünden gelmesiyse incelenen metinlere farklı bir pencereden baktırmaktadır.
Bellek bölümüne Foucault’un Özne ve İktidar metni ile giriş yapabiliriz. İktidarı, toplumsal yapının belirlediğini ve iktidarın yalnızca devlet değil; bireyler üzerine de etkili olan bir oluşum olduğunu savunur.
“Üç Başlı Ejderha” metni, şiir-nesir karışımı bir anlatım ile Dede Korkut metinlerine benzemektedir. Biçimsel bir diğer özelliği ise noktalama işaretleri olarak yalnızca üç virgül ve tırnak işaretine yer vermiş olmasıdır. Bu şekilde yazar, kendi anlatım dilini yaratmıştır. Metinde birkaç hikâye birden anlatılmaktadır. Ölen oğlunun anısından çıkamayan bir anne figürü, öldürülen oğlun arkadaşının öyküsü, anlatıcının kurguladığı Burmalı Sütun ve Leyla Ünver’e ait olup gazetede yayımlanan bir ifade… Karmaşık üslup ve anlatıcılar bize çokseslilik kuramını da hatırlatmaktadır. Acı çeken kadın şiirsel bir dil ile sütunun hikayesi daha tarihi bir bakış ile, gazetedeki ifade halkın günlük konuşması ile okuyucuya sunulmaktadır. Bu çekişlilik bellek çeşitlerini göstermektedir. İç içe geçmişlik durumu ve anlatımdan yola çıkarak postmodern olarak belirteceğimiz bu metinde efsanenin gerçeklikle ilişkisi üzerinden bellek kavramına yoğunlaşabiliriz. Sarmal sütun ise kültür bağlamında öznenin nesneleştirilmiş biçimidir. Metin çok katmanlı bellek okumasına oldukça müsaittir. Kent, mekân, tarih, toplum ve birey bakışıyla okumak mümkündür.
“Taş Üstünde Gül Oyması” metni insan, doğa ve kültürün ilişkisi üzerinden okunulabilir. Metnin kapağındaki resim de bu ilişkinin imge konumuna gelmesidir. Mezar taşının üzerinde bulunan mermere kazınmış gül deseni ise, kısa ömürlü olan bu çiçeği ölümsüzleştirmiştir. Mermerin mezar taşı olma hikâyesi bizi; mermer-ölü-mezar taşı ilişkisine götürmektedir. Kadın annesinin mezarına çiçek eker ve onları annesinin varlığı ile özdeşleştirir. Metindeki karakter Gülnihal ölen bir annedir. Aynı hikâyede bulunan anlatıcı kişi de ölmüş annesine mezar yaptırmaktadır. İki anlatı bu noktada kesişir. Bu metni kavramsal dünyada bulunan bellek üzerine düşünebiliriz.
One Flew Over the Cuckoo's Nest (1975) filmi ise bireylerin tımarhanede benlik kaybına uğraması, buna maruz bırakılmasını anlatır. Özgürlük ve tahakküm altına alınmak isteyen bireyler arasındaki çatışmayı konu alan film, bir metafor olarak doğada benzer roldeki guguk kuşunu kullanır.
Heidegger’in “zamansallık” kuramı insan varoluşunun zaman içinde açığa çıktığı, bunun da varlığın açımlaması anlamına geldiğini belirtir. Heidegger’in kendine verdiği görev, insan faniliğinin hareketini belirlemektir. Bu nedenle kendinden önceki Platon ve Aristoteles gibi düşünürlere var olanı göz önünde bulundurdukları için varlığı unutmuşluk suçlaması yapar. Çünkü varlık zamandır!
“Basat Depegözi Öldürdügi” destan ve Homeros’un Odysseia destanındaki IX. Bölüm anlatısı birbirine benzerlikler göstermektedir. Oğuz boyundaki çoban ve peri kızından dünyaya gelen Depegöz’ü aklını kullanarak yenen Basat’ın hikâyesi anlatılan Dede Korkut metninde; Dirse Han Oğlu Boğaç Han Destanındaki gibi fikreyleme ve fiziksel güç değil, akıl sayesinde galip olma durumu vardır. Basat’ın aklını kullanıp yenmesi akıl olarak insan sınıflandırmasına dâhil edebileceğimize işarettir. Odysseia destanındaki Polyphemus da tek gözlü bir devdir. Ayrıca çobanlık yapmaktadır. Babası deniz tanrısı Posseidon, annesi ise su perisidir. İki metnin benzer unsurların bulunmasının yanı sıra anlatıların sonunda Depegöz ölürken Polyphemus yaşamaya devam etmektedir.
İlyada ve Odysseia destanları için ortaya atılan sözlü kompozisyon teorisine değinecek olursak; bir şair tarafından eski zamanlarda mı oluşturuldu, yoksa sözlü kültürde söylenen metinler olup yazıya mı aktarıldı sorusu ortaya atılmıştır. Teorinin ortaya koyduğu en önemli sonuçlardan birisi Homeros’un eserlerini sözlü olarak öğrendiği ve saha sonra bunları yazıya geçirmiş olduğudur.
Kavafis’in“İthaka” şiiri, Homeros’un Odysseia metnindeki Odysseus’un geri dönmek için çalıştığı yurdu olarak anlatılmaktadır. Yunanistan’da bir adadır. “Zamansallık” bölümündeki üç metin de birbiriyle ilişkili durumdadır. İki destan anlatıları birbirine örtüşen unsurlar barındırırken “İthaka” şiiri, Odysseus’un yurdu olarak destanda da belirtilmektedir.
Edisyon kritik durumu için ise yazma ya da basılmış eserlerin değişik nüshalarını karşılaştırarak aralarındaki benzerlik-farklılık durumunu değerlendirme anlamına gelmektedir. “Zamansallık” bölümündeki metinler için yapılan tespitler bu durumu doğrulayacak biçimdedir.
Monty Python ve Kutsal Kase (1975) filmi, Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri’nin; İsa’nın Son Akşam Yemeği’nde kullandığı Kutsal Kase’yi bulmak için çıktıkları yolun, Monty Python usulü bir anlatısıdır.
Sonuç olarak özne ve nesne konumundaki insan meselesini metinlerle beraber inceledik. Kavramların açımlandığı kısımlarda dünyevî ve uhrevî varlık olarak insanın “ölüm” ve beraberindeki çatışmalarla, doğal ve akılsal varlık olarak insanın “bellek” kavramı etrafında, doğal ve kültürel varlık olarak insanı ise “zamansallık” durumları açısından irdeledik. Bu temelde kimi düşünürlerin anlayışlarına yer verip ortaya atılan kimi teorilere metinler eşliğinde yanıt verdik.