Pozitivizme Eleştirel Bir Bakış
Russell Keat ve John Urry rehberliğinde, sosyal bilimleri incelemenin alternatif yolu olarak görülen pozitivizme bir eleştiri.
Bu yazıda Russel Keat ve John Urry tarafından yazılmış olan “Bilim Olarak Sosyal Teori” kitabındaki tartışmalardan hareketle, sosyal bilimlerde pozitivizme yaklaşımlar incelenecek ve kitaptaki eleştiriler ışığında tartışmalar devam ettirilecektir.
Büyük ölçüde gözlem ve deneye dayalı olan doğa bilimleri, kendi yöntemlerini ve bilgi iddialarını empirist bilgi anlayışı temelinde meşrulaştırmıştır. Empirist düşünürler, bilimsel bilgiyi tek meşru bilgi formu olarak kabul edip yüceltme eğiliminde olmuşlardır. Empirist filozoflar bu nedenle gerçek bilim ile inanç sistemleri arasına bir sınır çekmek istemişlerdir. Ancak bu sınırı çekmek için gerekli olan çok kesin kriterler aynı zamanda yerleşik bilimi de büyük ölçüde dışlamaktadır. Pozitivist geleneğe dayalı empirist bilim açıklamasına göre gerçek bir bilgi iddiası gözlem ve deneyle sınanabilir olmalıdır. Bu ilke, gözlenemeyen varlıklar hakkındaki bilgi iddialarını görmezden gelmeyi gerektirir.
Pozitivizmin amacı, bilimsel bilgiyi bilimsel olmayandan ayrımak ve dışsal dünyaya ilişkin kestirimci (predictive) ve açıklayıcı bilgi elde etmektir. Bunu yapmanın yolu dışsal dünyada bulunan düzenli ilişkileri ifade eden ve geneli kapsayan teoriler oluşturmaktır. Pozitivist için doğada zorunlu bağlantılar yoktur. Var olan sadece, bilimsel teorilerin evrensel yasalarında gösterilebilecek olan olayların birbirini izleyişi, düzenlilikleridir. Bir pozitiviste göre bir şeyi açıklamak demek, o şeyin bu düzenliliklerin bir örneği olduğunu göstermek demektir. Bu önermeler apriori olarak bilinemezler. Duyu deneyimleri ile olayların arkasında yatanları keşfetmek ve gözlenemeyen mekanizmaların bilgisini vermek, bilimin amacı değildir.
Güvenilir bilginin tek kaynağının deney ve gözlem olduğunu söylemek eleştirilebilir bir ifadedir. Bilimde yasa denen şey tekrarlanan deneyim örüntüleri hakkındaki genellemelerdir.Gözlenemeyen varlıkların sınanamaması, metafizik olguları dışlama amacında olsa da yerçekimi yasası, atom altı parçacıklar gibi yerleşik bilimin temelini oluşturan görünmez varlıkları da dışlar. Evrensel olarak kabul edilen yasaların gerçekten böyle olup olmadığını deneylerle test etmek imkansızdır. Ne kadar çok gözlem yapılırsa yapılsın bir sonraki gözlemin yasanın yanlış olduğunu göstermesi ihtimali her zaman söz konusudur. Buna tümevarım problemi denir. Bu gerçek David Hume tarafından gösterilmiştir. Herkes bir sonraki sabah güneşin doğmasını bekler çünkü geçmişte de her zaman onun böyle olduğu gözlenmiştir. Ancak geçmişte olan şeylerin gelecekte de olacağını mantıksal olarak doğrulayamayız.
Karl Popper bu duruma bir çözüm önerisi geliştirebilmek için bilimsel bir yasanın doğruluğunun kanıtlanması ile çürütülmesi arasındaki temel farka dikkat çeker. Popper tarafından sunulan çözüme göre bilim, yasaların doğruluklarını gösterme girişimi değildir. Çünkü bunı yapabilmek için yasanın (örneğin yerçekimi gibi) etkilediği iddia edilen bütün varlıkların tek tek incelenmesi ve deneye tabi tutulması gerekir ki bu mümkün değildir. Bilim, araştırmacıların açıklamalar sunmak için yanlışlıkları sistematik olarak kanıtladıkları bir süreçtir. Mevcut bilimsel inançlar hakkında söylenilebilecek en iyi şey, onların henüz yanlışlanmadıklarıdır. Popper’ın önerisi bütün sorunu çözmez. Çünkü bir inanç ya da olaya ters düşen ve hatta onu çürüten kanıtlar da sorgulanmaya açık olabilir. Ayrıca bilim insanları elde edilen kanıtın o inancı terk etmek için yeterli olduğu konusunda uzlaşmaya varamayabilir.
Realizm ile pozitivizm, bilimin empirik-temelli, rasyonel ve objektif bir girişim olduğu noktası üzerinde birleşirler. Ayrıca iki görüş de bilimin amacının doğaya ilişkin doğru bir açıklama ve kestirimci bilgi sağlamak olduğunu savunur. Ama pozitivizmin tersine, realizm için bilimin birincil görevi açıklama yapmaktır. Olayları açıklamak demek gözlenebilir olayları, nedensel olarak ortaya çıkaran yapı ve mekanizmaların bir betimlemesini yapmak demektir.
Konvensiyonalist bilim felsefecileri, realist ve pozitivistlerin paylaştıkları noktalan reddederler. Gözlemin tek başına teorinin doğruluğunu veya yanlışlığını belirleyemeyeceğini, teori ile gözlem arasında işe yarar bir farklılaştırma yapılamayacağını ileri sürerler. Ayrıca farklı teorik çerçeveler arasından rasyonel bir seçim yapmak için kullanılabilecek evrensel ölçülerin bulunmadığını, böyle bir seçimde ahlakî, estetik veya araçsal (instrumental) değerlerin özsel bir rol oynayacağını ileri sürerler.
Pozitivizm terimi daha genel anlamda bir geleneği ifade etmek için de kullanılır. Buna göre doğa bilimleri insan bilgisinin tek meşru formudur. Diğer entellektüel soruşturmalar ya bu bilgi modeline uymalı ya da uymuyorsa, gerçek bilgi sağlamadıkları için tümüyle bir yana bırakılmalıdırlar. Değer konuları, teoloji ve metafizik reddedilmeli ve sosyal bilimler de, eğer “bilim” adına layık olmak istiyorlarsa, doğa bilimleri çizgisinde geliştirilmelidirler. Bu felsefeciler teolojiyi bilimin iddialarından korumak için bilimi teolojiden ayırmak isterler. Değerlerin bilim içinde meşru bir yerinin olamayacağını ileri sürerler.
Burada eleştiri konusu olabilecek iki önerme vardır. İlki, bilimsel bilginin insan bilgisinin tek meşru formu olduğudur. Pozitivizmin kurucusu Auguste Comte’un bu önermeyi destekleyici üç hal yasasına göre, teolojik düşünce biçimleri yerini metafizik düşünce biçimlerine ve bunlar da yerlerini bilimsel düşünce biçimlerine bırakır. Ancak toplumsal hayat önermeler biçimine dönüştürülemeyecek bilgilere dayanır. Bunlara bazen teknik bilgi denir. Değişen ortama ve o ortamı oluşturan insanların ortak paydada buluştuğu değer yargılarına ve kültüre ait birtakım söz ve ifadeler, konuştuğumuz dil ya da günlük rutin işlerimizi yerine getirmek için ihtiyacımız olan bilgi, bu türden bilgilerdir. Pratik, tecrübeye dayalı bilgi, bilimsel görüşler tarafından biçimlendirilebilir, ancak onun yerini alamaz. Bu konudaki bir diğer eleştiri teolojik, metafizik ve bilimsel bilgi türlerinin aynı şeyi yapmayı hedeflemiyor oluşudur. Teolojik düşünce biçimleri manevi nedenleri araştırır, metafizik bilgiler soyut nedenleri arar ve bilimsel bilgiler gözlemlenebilir gerçekleri sorgular.
Sosyal bilimler felsefesi içindeki en önemli tartışmalardan biri ve aynı zamanda ikinci eleştirinin odağı, doğa bilimleri ile sosyal bilimlerin metodolojik birliği ile ilgilidir. Ancak, bu tartışmanın yürütülme tarzı hatalıdır. Çünkü tartışma belirli bir bilim anlayışı bir başka deyişle pozitivizm açısından yapılmaktadır. Oysa, bilimde başka anlayışlar da vardır. Realist bilim anlayışı, sosyal bilimler için uygun bir çerçeve sağlayabilir. Eleştirel realizmin öncüsü Roy Bhaskar’ın felsefesinde değerlerin önemli bir yeri vardır. Olguların değerlerden çıkarılabileceğini düşünür. Bhaskar’ın eleştirel realizmi dünya hakkında bilgi edinmenin mümkün olduğunu söyler. Ancak deneyselciliğin ve pozitivizmin çerçevesini kabul etmez. Aksine realist bir bilim anlayışıyla gerçek ilişkilerin ve sebeplerin her zaman gözlemlenebilir olmayabileceğini, dolayısıyla gerçekliği anlamak için gerekli kavramların basit gözlem yoluyla elde edilemeyeceğini kabul eder. Kuramın işi dünyada deney ve gözlem yoluyla varlığını öğrendiğimiz genellemeleri bir düzene sokmak değildir. Gözlemlediğimiz bu genellemeleri üreten gerçek mekanizmaları ve süreçleri tutarlı bir şekilde açıklamaktır. Bhaskar’ın düşüncesinde bilim, dış dünyayı açıklayabilen hareket halinde bir süreç olarak görülmüştür.
Sosyal bilimlerde, doğal süreçlerin bilimsel olarak araştırılabilmesine benzer türde bir bilimsel toplum araştırmasının mümkün olduğu görüşü natüralizm olarak adlandırılır. İlk olarak, bunu eleştiren görüşlerden biri olan anti-pozitivist natüralizme göre toplumsal hayatın empirist bir bilimi olamaz, ancak empirist olmayan alternatif bilim modelleri bakış açısından sosyal bilimler, bilimsel olarak görülebilir.
Bir diğer eleştiri doğal bilimin konusu ile sosyal bilimlerin konusu arasındaki farktır. Sosyal bilimlerde araştıranın da araştırılanın da insan olması araştırmanın nesnelliği konusunda önemli soru işaretleri oluşturur. Sosyal bilimci, sahip olduğu değer yargılarına göre hareket eder. Çünkü sosyal bilimlerin konusu, günlük yaşantılarında öznel anlamlarını oluşturan insanların faaliyetleridir. Doğadaki nesnelerin aksine, insanlar aynı şartlarda her zaman aynı mekanik tepkiyi göstermezler. Sosyal bir varlık olan insanın doğadaki diğer varlıklardan farklı olarak davranış biçimi hakkında kendi düşünce ve açıklamaları vardır. Eğer onun davranışlarını önceden kestirebilmek istiyorsak nedenselliği bırakıp bu amaç ve düşünceleri anlamaya çalışmamız gerekir. Kısaca, doğa bilimleri olguları açıklamaya çalışırken sosyal bilimler anlamaya çalışır. Bir başka ifadeyle, insan yaşamının dışındaki doğa, gözlem ve deney yoluyla incelenebilir. Ancak belirli değer yargılarına sahip, farklı düşünceler ve amaçlar bulunduran sosyal toplumlar aynı yöntemlerle incelenemez. Bu görüşe anti natüralizm denir.
Pozitivizmin son argümanı sosyal bilimsel bilginin toplumsal politikalar üretme sürecini toplumsal mühendislik projeleri biçiminde beslediğini söyler. Karl Popper, sosyal bilimsel bilginin rolü konusundaki bu görüşü, toplumsal dönüşümleri büyük çaplı devrimci dönüşümlerden ziyade küçük ölçekli reformlarla sınırlandırmak koşuluyla onaylar. Ancak bir siyasal müdahele ile söz konusu reformların istenmeyen sonuçlara yol açması mümkündür. Dahası, çoğu sosyal politikanın temel kabulü devlet kurumları aracılığıyla işleyen hükümetin, değişimi gerçekleştirecek özne olacağıdır. Ancak reform stratejilerine direnebilecek, onları değiştirebilecek ya da uygulanmasını engelleyebilecek ekonomik ve sosyo-kültürel toplumsal güç kaynakları vardır. Pozitivist kabuller temelinde üretilen politika yönelimli araştırmanın güçlü yanları olmuş olsa da devlet kurumları heterojendir ve çoğunlukla sosyal politikada sosyal bilimlerin uygulanması için elverişli bir araç sundukları söylenemez. Bir diğer sorun Michel Foucault tarafından ifade edilir. Buna göre toplumsal mühendislik, insani faillikle ve öznelliğin iktidar ilişkileriyle oluşturulmuş ve yönlendirilmiştir. Bu yanıyla, sosyal mühendislik mevcut güç ilişkilerini korur ve yeniden üretilmesini sağlar.
Pozitivistlerin sistematik önermeleri, pozitivist çerçeve içinde bazı ciddi problem ve güçlüklere yol açmıştır. Pozitivist açıklamada, Carl Hempel’a göre, önce belirli koşullara işaret eden önermeler ardından belirli genel yasaları ifade eden önermeler kullanılır. Hempel mükemmel bir bilimsel açıklama için zorunlu ve yeterli koşulların belirtilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Hempel’ın zorunlu ve yeterli koşulları gösterme çabaları “Dedüktif-Nomolojik (D-N)” ve “İnduktif-İstatistiksel (I-S)” modellerinde karşılık bulur.
Hempel’in civa sütununun hareketini açıkladığı örnek D-N modelinin gerekliliklerine tümüyle uyar. Ne var ki bu, sözkonusu modelin bilimsel açıklama için yeterli olduğu anlamına gelmez. D-N modeli her vakada olayın nedenini açıklamaz ya da öncüller arasında bir neden sonuç ilişkisi kurmak için yeterli kanıt sunmaz. D-N modeli, şartlı ve zorunlu öncüllere dayanarak mantıksal bir çıkarım elde etmemizi sağlasa bile bu ancak bizim sonraki olaylar için kestirim yapmamıza yardımcı olur. Örneğin, basit bir elektrik devresine piller de uygun şekilde bağlandığında ampullerin yanacağı önermesi yasa olarak kabul edilebilir. “Piller, devreye uygun bir şekilde bağlandı” formunda ikinci bir öncül ve ampullerin yandığını gösteren bir sonuç ile D-N tezi doğrulanabilir.
I-S modelinde, D-N modelinin yasa-önermeleri olasılıklı veya istatistiksel genellemelerle yer değiştirir. I-S modelinde öncüller ile sonuç arasındaki ilişki dedüktif zorunluluk değil fakat indüktif bir olasılıktır. I-S modelinde olayların açıklanması o olayı betimleyen önermenin, bir dizi öncül ile yüksek düzeyde bir olasılıkla desteklendiğini göstermekle gerçekleştirilir. Bunlardan en azından biri, bir olayın diğer bir olay tarafından ya izlendiğini ya da ikisinin birlikte bulunduğunu gösteren istatistiksel bir olasılık önermesidir. Örneğin içinde bir tane siyah bin tane beyaz bilye olan bir kutudan beyaz bilye çekmemizin açıklamasını olasılığa dayandırırız. Bu kutudan beyaz bilye çekmenin istatistiksel olasılığı 0.999’ dur. Böyle bir açıklama olayın neden bu şekilde gerçekleştiğini ifade etmekte yetersiz kalır.
I-S modelinde evrensel yasalar değil istatistik olasılıklar vardır. I-S açıklama modelinin kabul edilmesi, D-N modelinde ve daha da genel olarak pozitif açıklama tarzında bulunan kestirme ve açıklamanın aynı şey olduğu anlayışının apriori kabulünü gerektirir. Her iki modelde de bir olayın olması ile o olayın neden olduğunun açıklanmasındaki temel, başarısız kalır.
Sonuç olarak sosyal bilimlerin, “bilim” olarak incelenebilmesi için kimileri tarafından, tıpkı doğa bilimlerinde olduğu gibi, pozitivist yaklaşımın takip edilmesine yönelik düşünce dar görüşlü bir yaklaşımdır. Ssosyal bilimler; bilimin, yalnızca gözlem ve deneye dayalı, somut çıkarımlar üzerinden ilerlemesini öngören pozitivizmin bilim tanımını aşan, daha geniş perspektiflerle incelenebilir.
Kaynakça
Keat R., Urry J. (2010). “Social Theory As Science.” Sentez Yayıncılık: İstanbul.
Benton T., Craib I. (2011). “Philosophy Of Social Science”. Palgrave Macmillan: Çin.