Psikolojik Bozukluklar ve Sinema

Sevdiğimiz karakterlerin hepsi psikopat


Hiç şüphe yok ki modern sinema bugüne kadar psikoloji bilim dalından çokça destek almıştır. Psikolojik sapmaları olan insanlar "normal vatandaş"dan farklı olduğundan bu insanların hayatları, üzerinden ilgi çekici hikayeler anlatmaya daha müsaittir.

2000'lerden sonra yaklaşık 20 senelik bir döneme damgasını vurmuş olan süper kahraman filmlerinin, bütün fantastik edebiyatın, bilim kurgu janrasının ilgi görmesi aynı sebeptendir. Bizden olmayan, farklı hikayelere tanık olmak. Fakat bu saydıklarımız çoğu zaman "farklı" olsa da "olası" değildir. Zihinsel sorunlar yaşayan bir karakter kullanmak hem enteresan hem de akla yatkın, realist kurgular yaratma fırsatı verir yönetmenlere.

Şimdi bu gözle birkaç yapıma ve bu yapımlardaki ana karakterlere daha yakından bakalım.


Taksi Driver


Çok net şekilde şizotipal kişilik bozukluğu olan ana karakterimizin toplumda gördüğü ahlaksızlıklara ve duyarsızlıklara bir tepki olarak kendini adeta bir peygamber ilan eder. Karakter hem toplumdan kendini tamamen soyutlamıştır hem de ilerleyen süreçte kendi batıl inançlarını geliştirmeye başlamıştır.


Aviator


Biyografik bir yapımdır. Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu filmin temel yapıtaşlarındandır. Ana karakterimiz Howard Hughes göz alıcı yükselişinden kendini bir odaya hapsetmesine kadar sahip olduğu obsesyonlara tanık oluruz.


Antisosyal Kişilik Bozukluğu

Bu ruhsal bozukluk anlaşılabilir nedenlerden dolayı son derece ilgi çekicidir. Empati yetenekleri yoktur. Genelde vurdumduymazlardır ve kendi oyunlarını oynayabilmek için başka herhangi bir insanın oyununu bozmaktan çekinmezler. Hemen bir villian hikayesi hayal etmek çok da zor değil. Ancak ustaca kullanıldığında siyahtan çok gri karakterlerin oluşumuna de gebe. Nightcrawler, buna çok iyi bir örnektir.


NightCrawler


Gazetecilik kariyerinde ilerlemek gayesiyle elinden geleni ardına koymayan, bu yolda kendi iş arkadaşının ölümü de dahil olmak üzere kabul edilemez pek çok olaya göz yuman bir sosyopatı anlatır filmimiz. Antisosyal bir karakteri antagonist olarak hikayede barındırmaktansa aşırı hırslı bir gazeteci formunda izleyiciye sunmak ve filmin tam ortasına yerleştirmek orijinal ve cesurca bir fikir. Ama burada kendimize dürüst olalım. Buna benzer vakalara her gün gerçek hayatta da şahit olmak mümkün. Sonuçta hırs, uğrunda her şey mübah sayılmasa da, modern dünyanın olumlu karşıladığı bir duygudur.


Perks of Being a Wallflower


Ana karakterimiz Charlie, küçük yaştayken öz teyzesi tarafından taciz edilmiştir. Yaşadığı bu travma sonrasında sıradan bir genç gibi hayatına devam etmekte oldukça güçlük çeken Charlie, insanlarla kurduğu ilişkilerde sorunlar yaşar. Aklının gerilerine ittiği anıların sık sık, özellikle cinsel yakınlaşmalar sırasında, yüzeye çıktığını görürüz.

Pek çok noktada klasik Amerikan gençliği havasını baz alan yapımda travma sonrası stres bozukluğunu lise çağında bir genç üzerinde son derece başarılı bir şekilde resmeder.