Rousseau’nun Perspektifinden Türk Eğitim Sistemi

Jean Jacques Rousseau'nun düşünce sistemi ve perspektifinden Türk eğitim sistemine küçük bir bakış...

Jean Jacques Rousseau, 1762’ de, sosyal bir olgu olan eğitimin tanımını, felsefesini ve anlayışını “Emile” adlı kitabında anlaşır bir dilde anlatmıştı. Kitap, özellikle öğretmen ve öğretmen adaylarının kesinlikle okuması gereken kitapların başında gelmektedir. Bir çocuğun okul kurumu adı altında aldığı eğitimi değil, çocuğun doğal gelişimini vurgulamak için yazdığı bu kitapta; yazımda günümüz “Türk Eğitim Sistemini” Rousseau’nun eserindeki eğitim felsefesini baz alarak sizlerin okuruna sunacağım.

Emile kitabında Rousseau, kısaca özetlemek gerekirse, eğitimin çocuğun doğal gelişimi ve özgürlük içinde olmasını savunuyordu. Çocukların, çevrelerinden ve bireysel yollarla kazandığı deneyimlere önem verirdi. Edindikleri deneyimler sayesinde çocuk, eğitiminin doğuştan gelen yetenekleri ve öz doğasıyla uyum içinde kademeli olarak ilerlemesine olanak sağlamaktaydı. Doğal bir şekilde ilerleyen bu eğitimde çocuk, duyularını ve muhakemesini de doğal olarak geliştirirken, toplumsal yozlaşmadan da korunmaktaydı. Çocuğun gelişiminin ve değişiminin getirdiği bir ihtiyaç olan “merak” duygusunun da rehberliğinde deneme yanılma yoluyla eğitimine katkı sağlayan unsurlardan biriydi. 

Günümüz Türk eğitim sistemine baktığımızda bir çocuğun, herkes için eşit olacak şekilde yıllarca kalıplaşmış ve bilgi ve becerilerin eğitimini alabildiğini görürken; ileriki dönemlerinde de “yetersiz yaşam tecrübeleri” sebebiyle toplumsal, teknolojik, kültürel ve psikolojik alanlarda yeterince deneyim ve özgüven sahibi olamadıkları ve uyum sağlamakta güçlük çektikleri – güçlük çekmeye de devam edecekleri – görülmektedir.

Öncelikle, Türk eğitim sisteminde, öğrenciler geleceklerini belirlemek amacıyla uzun süreli çalışmalar gerektiren zorunlu sınavları ele alalım. Öğrencilerin, bu sınavları geçmek amacıyla ögrenmek zorunda oldukları fazlaca konular yüzünden gerek stres yönetimine yeterince sahip olmamaları gerek zaman yönetiminde sorun yaşamaları yüzünden bilinçli bir şekilde ögrenmek yerine ezberciliğe dayalı bir eğitimi benimsemek zorunda kaldıkları ve pasif ögrenme süreci geçirdikleri görülmektedir. Bu da eleştirel düşünmelerini, yorum yapabilme ve uygulamalı öğrenme yolları için yabancı kalan beceriler haline geliyor. Diğer yandan Rousseau'ya göre eğitimin standart bilgiyi zorlamak yerine doğal merakı beslemesi ve çocukların bu bilgileri bilinçli ve istekli bir şekilde alması önemlidir. Çünkü merak, bir çocuğun bir şeyi anlamak ve ögrenmek istemesi için içinde oluşan en güçlü dürtülerden biridir.

Her çocuk – çoğunlukla gelişim süreçleri aynı bile olsa- birbirinden farklıdır. Çoklu zeka yaklaşımı da bunun en büyük kanıtlarından biridir. Bu sebeple Rousseau, eğitimin her çocuğun doğasına, ilgi alanlarına ve yeteneklerini ortaya çıkarabilecekleri yönde olmasını savunmuştur.  Türkiye’de ise sistem genellikle, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından dikte edilen tekdüze müfredatlı bir yapıya sahiptir. Bireysel yetenekler, ilgi alanları veya öğrenme stilleri kısıtlandırılmış, belli bir programın üzerinden eğitim gerçekleştirilmektedir. Çocukların içindeki yeteneklerini keşfetmeleri ve ortaya çıkarmaları, onlara nerdeyse tanınmayan imkanlar yüzünden oldukça uzun sürmektedir. 

Çok az öğretmen tarafından sınıflarda özel öğretim yöntemleri kullanılmakta ki bu durum da çoğu zaman gidişatı zaman kaybına uğratılabileceği düşünülmekte. Ayrıca bu tarz ögrenme yöntemlerini kullanabilmeleri için öğretmenlerin çok iyi bir eğitim almış olmaları, sabır ve anlayış içinde bulunmaları gerekmektedir. 

Bir çocuğun evinden sonra en çok vakit geçirdiği yer okuldur. Hatta okul, ikinci ev olarak betimlenirdi eskiden. Rousseau, öğretmen-öğrenci ilişkisini bir rehberlik ilişkisi olarak görmekteydi. Öğretmen, öğrencinin doğal öğrenme sürecini desteklemeli ve ona rehberlik etmeliydi. Çocuk için – özellikle küçük yaştaki- öğretmeniyle kurduğu duygusal bağ çok önemlidir. Bu bağ güçlendikçe çocuk, sevildiğinin ve değer gördüğünün farkına vararak öğretmenine güven duymaya başlar ve bu durum başarısını olumlu ölçüde etkiler. Türkiye’de, öğretmen-öğrenci ilişkisi korunulmaya çalışınınsa da genellikle otoriter bir yapıdadır. Özellikle ülkemizdeki “zincir okulların” şubeler arası başarı oranlarını yüksek tutmak amacıyla; müdürlerden öğretmenlere, öğretmenlerden de öğrencilere uygulanan otoriter baskınlık kurma durumları oldukça görülmektedir. Çok da olumsuz düşünmeyelim çünkü her zaman olduğu gibi istisnalar da mevcut ama bu istisnalar bir öğretmenin mesleğine duyduğu sevgi, alan bilgisi, öğretmeye duyduğu istek, anlayış, merhamet ve işinin ana unsurunun çocuk olduğunun bilincinde olmasıdır.

Son olarak, Rousseau, eğitimin bireyleri sadece topluma uyum sağlamaya değil, aynı zamanda bireysel potansiyellerini gerçekleştirmeye odaklanması gerektiğini vurgulamaktaydı. Türkiye’de ise eğitim sisteminin toplumsal normlara ve değerlere güçlü bir şekilde bağlı olduğu ortada. Bu durum, bireysel düşünce ve yaratıcılığın ön plana çıkmasını zorlaştırabilmekte. Sistem eğitim-öğretim hayatına başlanıldığı an itibariyle çocuğun, ileriki dönemlerde girmesi gereken sınavlar üzerinde ilerlemekte. Hem bu zorlayıcı sistem hem de imkânsızlıklar doğrultusunda, çocuklar daha ne istediklerini bile düşünemezsek, içlerinde barındırdıkları gizli yeteneklerini bile keşfetmede ve uygulamakta zorluk çekmektedir. Ülkemiz de çok az çocuk, bu yeteneklerini geliştirebileceği ve sergileyebileceği eğitimi alabiliyor. 

Bir çocuğun aile içinde aldığı eğitimlerin dışında, hayatının büyük bir kısmını geçirdiği okul, eğitimi konusunda çok büyük bir önem taşımaktadır. Rousseau’nun “okul” kurumunu altında değil de “eğitim” olgusu altında yazdığı bu kitapta; çocukların çoğunlukla aldığı eğitimlerinin okul kurumu altında olup, sistemden dolayı yeterli olmadığı görülmektedir. Ülkemizde bu denli kendini yetiştirmiş, mesleğine sevgiyle bağlı öğretmen ve öğretmen adaylarının da gerek sistemin yetersizliği ve sürekli bir değişim içerisinde olması – ki genellikle hem öğretmen hem de çocukların aleyhine olacak şekilde – ve nerdeyse her sene yapılan (küçük) değişimler, günümüz Türk eğitimin sisteminin ilerlemesini sağlamaktansa, gerilemesine ve gelişememesine sebep olmaktadır.