Sabır
Sabır, zamanın bile yorulup önünde diz çöktüğü sessiz bir güçtür.
Bu dünyaya geldiğimiz ilk gün bir silsilenin içinde buluruz kendimizi. Bir yarış atı gibi her dakika koşarız. Sınavlar, stresler, sorumluluklar, belalar ve daha da fazlası hep peşimizdedir. Hiçbir zaman rahata erdik diyemeyiz de tam olarak. Öyle ki savaşı bitenin hayatı biter bir nevi. Çünkü zaten yaşamak nefes alıp vermekten ibaret değildir. Yaşamak her ne kadar yorsa da bir şeylerin peşinden koşmaktır. Koşarken de küçük, büyük demeden durmadan da engelleri aşabilmektir.
Bazen bütün kapılar art arda kapanır, bazen yolunu şaşırır insan, bazen yığılır kalır yere bazen de dizlerindeki yaralardan acı içinde kıvranır. Fakat ne olursa olsun, bir şekilde devam eder. Yolunu değiştirir, yönetmini değiştirir, durur dinlenir ama koşmaktan vazgeçmez insan. Bazen de hiç unmadığı yerden çıkar nasibi. Sonunda da bir yere elbet varır da işte o sonra gelebilmek önemlidir aslında. Oraya kadar sabredebilmek.
Öyle bir çağdayız ki, Tüketim çağı dediğimiz bu zamanda ilk tükettiğimiz şey sabrımız oldu. Öyle ki okunan kitaptan, takip edilen diziye; izlenen viedodan dinlenen müziğe kadar sabırsızlık hat safalara ulaştı. Kimse nedenlerle, nasıllarla ilgilenmez oldu da bir tek sonuçlara odaklandı. En küçük şeye bile sabrımız tükenir halde. Ama bir yandan da öyle bir tezatlık ki hayatın kendisi sabretmekten geçer. Yıllarca okullar okursun iyi bir mesleğe ulaşmak için, senelerce çalışıp çabalarsın rahat yaşamak için, yıllarca çocuğuna yatırım yaparsın daha iyi bir geleceği olması için ve bunun gibi nice örnekler sayılır hayatın sabır üzerine kurulu olduğunu kanıtı olarak. Daha iyisi, en iyisi için sabretmelidir insan.
Bir çiçek emek ve sabırla büyür, tıpkı bütün diğer güzel şeyler gibi. İstediğin, uğruna çabaladığın ne varsa karşılığını görmek için önce sabretmen gerekir. Sabır hedefe gidilen o yolun taşlarıdır. Sen o taşlara ne kadar düşersen düş, düştüğünde değil vazgeçtiğinde yenilirsin aslında.