Seksüel ve Sosyal Doğayı Buluşturmak

Cinsellik ve sosyal doğayı birleştirmeye ne dersiniz?

Yaşamın doğasının ne olduğu, ne üzerine kurulup geliştiği yönünde geçmişten günümüze birçok fikir ortaya atılmıştır. Bu fikirlerin yanında sağlam kuramlarla köklenmiş sistemli düşüncelerin de olduğunu belirtmek üzere bazı bilgilendirmeler yapacağım. Yaşamı seksüel doğada açıklayan Sigmund Freud'a karşılık Erik Erikson psikoloji deryasına sosyal ve kültürel bir soluk getirmiştir. Psikoloji tarihi boyunca iki kuramın farklılıkları üzerine dikkat çeken algıya karşılık birbirlerini destekleyen yönlerine vurgu yaparak bir anti-tez geliştireceğim denilebilir. Psikoseksüel Gelişim Kuramı'nın doğası nasıldır ve Erikson'un kuramıyla ilişkisi nasıldır; bu iki kuram arasındaki ilişkiye kültürlerin ne gibi bir etkisi olabilir, Freud'un bize vermek istediği mesajlar neler olabilir, bu mesajları cinsel suçlar ve psikopatik vakalarda nasıl kullanabiliriz gibi soruları sorup vereceğimiz cevapları farkındalık kazanmak adına kullanmak için yazacağım. Bu farkındalığı kazanmak ve kazandırmak adına şu başlıklardan yararlanacağım yazımda.

1) Sigmund Freud'un Psikoseksüel Gelişim Kuramı'nın Doğası Nedir?

2) Freud'un Vermek İstediği Mesajlar Neler Olabilir?

3) Erik Erikson'un Psikososyal Gelişim Kuramı'nın Doğası Nedir?

4) Bu İki Kuram Arasında Nasıl Bir İlişki Vardır?

5) Kültürün Değişmezliği Karşısında Bu İlişkiden Yararlanabilmek Adına Başka Hangi Alternatifler Olabilir?

Eğer hazırsak dalalım mı bu doğalara? :)

1) Sigmund Freud'un Psikoseksüel Gelişim Kuramı'nın Doğası Nedir?

Dünyaya geldiğimiz ilk aylardan itibaren anne sütünün bizim için önemli bir besin kaynağı olduğunu biliyoruz. Peki anne sütünü emmemizin arkasındaki psikolojik sahnelerin nasıl göründüğünü hiç merak ettiniz mi? Annenin bebeği düzenli olarak ve yeteri kadar beslemesi bebek için hayati öneme sahip olan güven duygusunun da teminatıdır. Cinsellik Üzerine kitabında bebeğin bu hareketinin cinsel kimliğinin oluşumuna bir örnek olduğunu savunan Freud'a göre, bebeğin haz merkezi ağız olduğu için ağzına çoğu şeyi alırken keyifli görünür aynı zamanda. Yani dünyaya cinsellik filizleriyle geldiğimizi savunan Freud'a göre cinsel yaşama yönelik ilk adımımız anne tarafından emzirilmemizdir. Oral Dönem'in karikatürünü böyle tasvir eden Freud'un dediklerinden yola çıkarsak cinsel kimlik için sağlıklı bir adım atmak ve dünyayı daha güvenli bir yer olarak görmek için, anne sütü ve anneyle ilk bağın ne kadar önem kazandığı sonucuna da ulaşırız.

Tuvalet eğitiminin verildiği dönem diye bize aktarılan Anal Dönem'in arkasındaki bazı noktaları sizinle paylaşmak isterim. Bu dönemde mesane kaslarının gelişmesiyle birlikte çocuk yalnızca tuvaletini tutmayı öğrenmez; onu kontrol altında tutabiliyor olmak da ona cinsel anlamda otokontrol ve özerklik kazandırır. Tuvalet eğitiminin despotça ve katı bir tutumla verilmesi belirttiğim güçlü duygulara erişme önünde engel teşkil eder. Çocukta edilgenlik ve yetersizlik hislerini güçlendirir. Bu kuklavari tutum, biriken enerjinin özellikle bilincin sınırına dayandığı ergenlik döneminde karşı cinsle olan ilişkilerde kendini belli eder. Esnek ve yumuşak bir tuvalet eğitimi çocukta güçlü duyguları yeşertir ve Anal Kişilik adı verilen uç noktalarda davranışlarla karakterize oluşumları da engeller.

Freud'un en çok eleştirilen,öğrencilerini ondan ayıran konularını içinde barındıran Fallik Dönem adı verilen bu dönemde çocukların karşı cinsten ebeveyne karşı duygularının cinsel bir havaya büründüğünü ve aynı cinsten ebeveyne karşı ise kıskançlık ve öfke gibi kötü huylu duyguların yeşerdiği savunulur. Adını bir Yunan tanrısından alan ve bu karmaşanın erkeklerdeki versiyonunu tanımlamak için kullanılan Ödip (Ödipal) Kompleksi pek benimsenmemiştir. Bunun kız çocuklarında gerçekleşen biçimine Elektra Kompleksi denilmiştir.Çoğu kişinin ters düştüğü bu tezlere bazı noktalarda yakınlaştığımı dile getirmeden geçemeyeceğim. Bunun için Yapısal Kişilik Modeli'nden yararlanmak istiyorum. Yaşamın ilk yıllarından itibaren alt benlik ve benliğimiz oluşur. Tam da bu dönemde, yani altılı yaşlarda benliğimizin akıl hocası olan üst benlik oluşmaya başlar. Bununla beraber cinsel yaşamla ilgili pek çok soru bizi bu yaşta ağına düşürmüştür. Kendi cinsiyetimize yönelik bazı sorulara cinsel kimliğimiz cevap vermiş olsa da karşı cinse, cinsel yaşamına yönelik merakımızla ebeveynlerimize cinsellikle ilgili bazı sorular sormak isteriz. Ancak çoğu zaman kültürel kodlarla ve toplumsal değerlerle yüklü sansür mekanizmaları böyle bir girişimin önünde engel oluşturur. Ancak bize daha çocuk yaşta parmak sallayan bu müfettişin varlığından haberimiz yoktur. Yani demem o ki çocuk yaşta olmamıza rağmen aynı cinsten ebeveynimize karşı kötü duygularımızı çocukça tepkilerle gösteremeyişimiz süperegoya da bir kanıt oluşturur. Yetişkinlik yıllarına yansıması en kötü olabilecek bu dönemdeki karmaşıklıkları önlemeden önce, çocuğun bebeklik yıllarında ilk adımını attığı yolda bu keşfetme duygularına azarlayarak tepki vermek mantıksal arka plandan yoksun hareketler olduğuu bilelim.Bu hareketlerin kurbanı olan çocuğun aynı cinsten ebeveynine karşı öfke duyguları içe döner ve karşı cinsten ebeveynine ise arzuyla karışık sevgi duyguları beslemeye devam eder. Ancak ileriki yıllarda kendi psikolojisine ağ oluşturacak yumaklar ördüğünün farkında değildir henüz.

'Yaşamsal enerji' olarak tanımlanan libidonun uykuda olduğu ve psikoseksüel bir gelişimin görülmediği Latent (Gizil) Dönem olarak adlandırılan bu dönemde çocuk önceki dönemde enerjisini bilincinin arkasına itmeyi öğrenmiş olacak ki sorularını sormayı bırakmıştır ve ne tesadüftür ki karşı cinsten arkadaşlarıyla vakit geçirmekten kaçınır. Enerjisini aynı cinsten akranıyla oynadığı oyunlara kanalize eden çocuğun bilişsel karmaşık becerilerden yoksun olduğu su götürmez bir gerçektir. Peki ondaki bu kasıtlı yönelimlerin arka planındaki motivasyon nedir? Bu soruya cevabın 'çocuğun yetişkin eli değmiş programlar ve toplumsal kodlarla yüklü mekanizmaları taşıması' olması trajik türdendir.

Gel gelelim zurnanın Freud dediği yere :). Genital Dönem adı verilen bu dönemde çocuklukta çözümlenemeyen kompleksler ve ilişki çarpıklıklarının yol açtığı enerji birikimiyle bunu kusmak isteyen ergen bazen çok sağlıklı yollar seçemeyebiliyor. Cinsel taciz olayları, erken hamilelik ve diğer riskli cinsel davranışlar; vandalizmle kendilerini daha cesur hissetmeye çalışan kızlar ve erkekler, depresyon bataklığında debelenme gibi psikolojik fırtınaların yoğun bir biçimde yaşandığı bu iklimde cinsel kimlik oluşumunun önemli bir aşaması olarak yetişkinler gibi cinsel davranışlar öğrenilir. Açığa çıkıp anlamlı olaylarda vücut bulmak isteyen enerjinin etkisi ve önceki yıllarda kimliğinin bu boyutuna kulaklarını ve gözlerini tıkamasının tembih edilmesinin sonradan yarattığı bu karmaşayı kusmak isteği ergeni harekete geçirir. Hal böyle olunca pek de iç açıcı olmayan manzaralar sergilenir ergenlik ikliminde. Yani ben de Freud ile beraber iddiasına varım ki yukarıda belirtilen davranım bozukluklarının gerçekleşmesi için yoğun miktarda bir enerji birikiminin olması gerekir.

2) Freud'un Vermek İstediği Mesajlar Neler Olabilir?

Şimdiye kadar anlattıklarımda çocuğun cinsellikle ilgili merak ve keşif duygusu ile bunlara gelen tepkilerin sonrki yıllara nasıl bir izdüşümü olacağına yönelik vurgulamalarda bulundum. Bundan hareketle şu dersler çıkarılabilir: Annenin çocuğu sağlıklı ve düzenli bir şekilde anne sütüyle beslemesi, tuvalet eğitiminin despotça verilmemesi, bunu takip eden yıllarda çocuktan gelecek sorulara 'leylekler seni getirdi' gibi zevksiz masal klişeleriyle karşılık vermekten vazgeçilmesi, oyun ve okul çağında çocuğun kurduğu arkadaşlık ilişkilerinde ona rehber olunması ve ergenlik yıllarında da ergenin riskli cinsel davranışlara uzaklığı ve yöneliminin farkında olup onunla ön yargısız bir iletişim dilinin kurulması gerekir.

3) Erik Erikson'un Psikososyal Gelişim Kuramı'nın Doğası Nedir?

Yaşamı seksüel doğada açıklayan Freud'un aksine yaşamın sosyal ilişkiler üzerine kurulduğu ve içinde bulunulan kültürün özelliklerinin dikkate alınması gerektiği vurgusuyla öne çıkan bu kuramda sekiz tane yaşam döneminden geçtiğimiz ve her bir yaşam döneminde yollarda çatallanmalar olduğunu savunuyor Erikson. Bunlar: Temel Güvene Karşı Güvensizlik, Özerkliğe Karşı Utanç ve Kuşku, Girişkenliğe Karşı Suçluluk, Başarıya Karşı Aşağılık Duygusu, Kimlik Kazanmaya Karşı Rol Karmaşası, Yakınlığa Karşı Yalıtılmışlık Duygusu, Üretkenliğe Karşı Durgunluk ve Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk Duygusu'dur. Kimlik oluşturmada çevrenin etkisi ve maruz kaldığımız sosyal ağlara önem veren Erikson geliştirdiği bu sosyal ve kültürel kanatla psikolojide dikkatleri üstüne çekmeye başarmıştır. Peki yukarıda saydığım ve Erikson'a göre her biri bir buhranı temsil eden bu basamakların arkasındaki psikoseksüel manzarayı beraber görmeye ne dersiniz? O zaman yazıya tutunun da gidelim :)

4) Bu İki Kuram Arasında Nasıl Bir İlişki Vardır?

Bugüne kadar iki kuram arasındaki farklılıklara dikkat çekilse de ben birbirlerini destekleyen yönleriyle bu algının karşısında durmaya karar verdim. Oral Dönem'den itibaren olanlarla bu bağlantıyı örmeye başlayalım. İlk besini düzenli olarak alan çocuk daha güvenli ve huzurlu hisseder. Bu ilk basamakta belirtilen temel güvenin ta kendisidir. Uygun tuvalet eğitimini doğru zamanda aldıktan sonra çocuk bireyleşme yolunda büyük bir adımı atmıştır. Yani özerkleşme duygusunu yaşantısal olarak deneyimler. Çocuğun doğduğu andan itibaren heybesinde olan cinsellik filizlerini merak edip bu merakını giderici sorular için girişimlerde bulunması sonucu azarlanması ve bu yöndeki davranışlarının ketlenmesi ondaki girişkenliği örseler ve çocuk sebebini bilemeden kendini suçlamayı öğrenir. Ancak sorularına cevap bulan ve enerji fiksasyonundan korunan şanslı çocuk psişik enerjsini cevapsız kalan sorular için harcamayıp bu enerjiyi derslere ve öğrenmeye adayacak. Bu dördüncü basamaktaki başarıya ulaşılması demektir. Sağlıksız kategoride saydığım ebeveyn davranışlarına maruz kalan ergen enerjisini sağlıklı olmayan yollarla dışarı kusar ve bu da beşinci basamakta belirtilen rol karmaşasıdır. Şimdi bu manzayı daha net görebiliyor muyuz?

5) Kültürün Değişmezliği Karşısında Bu İlişkiden Yararlanabilmek Adına Başka Hangi Alternatifler Olabilir?

Kültür; sosyal çevre, dil, tarih, giyiniş gibi birçok etkenle birlikte kişinin düşünüş ve yaşayış biçiminin mayası haline gelen, büyük çoğunlukla insan yapımı bir unsurdur diyebiliriz. İşte benliğimizin üst kısmında başrolü alan bu yapının yukarıda belirttiğim ilişkide yerinin ne olduğuna gelin hep birlikte bakalım istiyorum. Dünyada çok sayıda kültür var ve bütün bu kültürlerde bu ilişkiyi analiz etmek şüphesiz fazla vakit alır. O yüzden temel bir sınıflandırmayla bu ilişkinin yansımasının nasıl olduğunu iki kültür yapısında inceleyebiliriz. Bu sınıflandırma çoğumuzun bildiği Kolektif Kültür ve Bireyci Kültür ayırımıdır.

A) KOLEKTİF KÜLTÜR

Orta ve Uzak Doğu toplumlarında görülen 'Beraberlik Kültürü' olarak da adlandırılabilecek bu kültür yapısında iş birliği, uyum, saygı ve birliktelik gibi sosyal değerlere sık sık atıfta bulunulur. Toplumun gözünde kötü duruma düşmemek gibi bir hassasiyetin dikkatimi çektiğini belirtme ihtiyacı duyuyorum. Yani toplumsal kural ve kıstasların sınırları daha keskin çizilmiştir. Çocuğa merak duygusu veren cinsel içerikli bazı soru işaretlerine cevap bulmaya yönelik girişimlerde bulunmak bu kültürlerde zordur. Çünkü çocuğun benliği yetişkinlerin keskin terbiye anlayışıyla korkutulduğu için bu merak duyguları dışa yönelemez. Özellikle sosyal değerlere önem verilen bu kültürlerde Psikoseksüel Gelişim'e karşı çıkmalarını bu toplumlarda da cinsel taciz ve sosyopatik vakaların sık sık yaşandığı örnekleriyle eleştirmek isterim. Evet, bu kültürler işlevseldir, ilerleticidir, bağ kuvvetlendiricidir; ancak birlikteliğe yapılan vurgunun çocuklara karşı destekleyici bir tutumda neden gösterilmediği noktası bana garip geliyor. Mükemmel sistemle işleyen bu kültürlerde rehber ve kapsayıcı tutumlar olmasını beklemek hiç mantıksız değil kanımca. Çocuğun açtığı kapıları kapatmak yerine ona daha fazla kapı göstermek sağlıklı olandır. Böylece çocuk anahtarları aramak zorunda kalmayacak ve ona güçlü bir yabancılaşma duygusu aşılayacak karanlık bilinmezliklere gömmeyecektir ruhsal aygıtını.

B) BİREYCİ KÜLTÜR

Özgürlük, kişisel zaferler, sorumluluk alma gibi değerlere verilen önemle öne çıkan bu kültür yapısına Avrupa ülkeleri ve Amerika örnek olarak verilebilir.Özgürlüğe vurgu yapılan bu kültürlerde bireylerin duygu ve düşüncelerini dile getirme noktasında diğer kültüre göre daha az engellenmiş olmaları gerekir (bu toplumlardan girişken filozoflar ve güçlü bilim adamlarının çıkmasına şaşırmamak gerekir). Freud'un üzerinde durduğu cinsellik filizleri bu toplumdaki bireylerde sağlıklı bir şekilde yeşerir ve oluşacak ağaç yaşam ormanının bir parçasıdır. Diğer kültürlerde ise tohum daha filizlenmeden ölü toprağa karışır. Bu, böyle bir ağacın yaşam ormanında boy göstermemesi, hiç görünmemesi içindir. Ancak şu unutulmamalıdır: Özgürlüğe gereğinden fazla önem vermek, yani çocuğa bu duygusunu tatması için kendi alanlı dışında da başka alanlar vermek bir sınırsızlık yanılgısı ve mantıksız bir cesaretin kötü bir habercisi olabilir. Bu da cinsel ve sosyal suçlar için kırmızı alarmların yanması demektir.