Semerkant: ‘Titanic battığında kurbanların en ünlüsü bir kitaptı: Rubaiyat’  

"Bazen bir felaket, yalnızca insanları değil, onların ruhunu yansıtan kelimeleri de derin sulara gömer."

Bazen bir felaket, yalnızca insanları değil, onların ruhunu yansıtan kelimeleri de derin sulara gömer. Titanic'in karanlık sularında kaybolan en değerli hazine, belki de Rubaiyat’ın satırlarında saklıydı.

Ömer Hayyam-Hassan Ali Sabbah ve Nizamülmülk... Üç önemli ismi bir kitapta toplandığını ve aynı dönemlerde yaşadığını düşünün. Peki bu isimlerin birbiri ile bağlantısı ne? Rubailer eseri nasıl yazıldı ve nasıl ortadan kayboldu? İran tarihinin arkasındaki sır perdeleri neler? Türklerin bu olaylarda konumu nerede? En önemlisi, tarihi bir kurgunun yol açabileceği yanlış bilgiler neler? İşte hepsi bu kitapta yer alıyor. Gelin hep birlikte derin bir tarihi yolculuğa çıkalım...  

Doğu ve Batı’yı, geçmiş ve bugünü harmanlayan roman, 11. yüzyılda yaşamış büyük şair ve düşünür Ömer Hayyam’ın hayatı etrafında şekillenir. Ancak kitap, sadece Hayyam’ın yaşamını değil, aynı zamanda dönemin siyasal entrikalarını, aşklarını ve kültürel dokusunu da işler.  

Amin Maalouf kimdir?  

Öncelikle yazarımızı tanımakla işe başlayalım. Beyrut doğumlu Amin Maalouf, kitaplarını Fransızca yazan Lübnanlı bir yazardır. 40’tan fazla dile çevrilen kitapları, birçok dilde geniş bir okur kitlesine ulaşmıştır. Şu detayı da vermek isterim ki annesi Türk kökenli Lübnanlı iken, babası da Lübnanlıdır.   

Kitaplarında genellikle doğuya ait ögeleri işleyen Maalouf, Osmanlı ve Türkiye üzerindeki yorumlarını kitaplarında eksik etmez. Semerkant da bu kitaplardan birisi olarak biliniyor.   

Tarihin üç önemli isminin yer aldığı bir eser: Semerkant

Semerkant, Edgar Ellen Poe’nin bir dörtlüğü ile başlıyor:  

“Ve şimdi gezdir gözlerini Semerkant’ın üzerinde!  

Değil mi ki o yeryüzünün ecesi? Alıp tüm diğer   

Kentlerin yazgı iplerini ellerine, çıkmamış mı   

Hepsinin üstüne o mağrur?”  

Semerkant’ın ilk bölümünde tarihe derin izler bırakan üç isim olan Ömer Hayyam, Hassan Sabbah ve Nizamülmülk yer alıyor. Şimdi şunu sorabilirsiniz? Bu üç önemli ismi bir araya getiren durum ya da olay ne? İşte orada Ömer Hayyam’ın önemli ismi ‘Rubailer’ devreye giriyor. İlk bölümde Maalouf, Rubailer eserinin yazım aşamasını, ortadan kaybolmasını anlatıyor.  

‘Titanic 1912 yılında battığında kurbanların en ünlüsü bir kitaptı’ 

Yazar, bu hikayeyi anlatırken şu ifadeleri kullanıyor:   

“Atlas Okyanusu’nun dibinde bir kitap yatıyor. Anlatacağım, işte onun hikayesi...  

Titanic 1912 yılında battığında kurbanların en ünlüsü bir kitaptı: İranlı şair, gökbilimci, bilge Ömer Hayyam’ın Rubaiyat’ının mevcut tek yazma nüshası...” 

Semerkant'ta yazar hikayeyi iki farklı zaman diliminde anlatır. İlk kısımda, Ömer Hayyam’ın 11. yüzyılda Selçuklu'da yaşadığı anlatılırken, burada dönemin önemli figürlerinden Nizamülmülk ve Hasan Sabbah ile olan ilişkileri kurgusal bağlamda ele alınır. Bu kurguda üçlü arasında oluşturulan dostluk, zamanla ideolojik ayrılıklar ve siyasi çıkarlar sebebiyle bir güç mücadelesine dönüşür. 

Amin Maalouf ve Osmanlı-Türkler yorumları üzerine...

Amin Maalouf’un kitaplarında Osmanlı ve Türkler hakkındaki yorumlara yer verdiğini belirtmiştim. Bu yorumlar Semerkant bağlamında oldukça olumsuz olarak karşımıza çıkıyor. Buna bir kaç örnek vermek gerekirse kitapta Abbâsî halifesi Kaim'in tekrar Bağdat'a dönmesini sağlayan Tuğrul Bey’in, halifenin kızı Seyyide Fâtıma el-Betül ile evlenmesini anlatılıyor. Kitabın bir bölümünde Tuğrul Bey hakkında şu diyaloglara yer veriliyor:  

“— Şu Türk, yurdundan yeni fırlamış! Daha düne kadar ataları, bilmem hangi puta tapan ve bayraklarına domuz resmi koyduranlardan gelme şu Türk! Bir halifenin, soyluların soylusu bir adamın kızını nasıl ister?”  

Melikşah’ı işlevsiz bir şekilde tasvir edilmesi, Terken Hatun’a olan aşkından onun sözünden çıkmadığı -hatta neredeyse haremden çıkmadığı- ve şahın pinti olduğuna dair yorumları hikayeleştirme adına yazdığını görebiliyoruz. Şimdi, şunu sorgulayabilirsiniz; kitap romanlaştırarak yazılmış vs. Evet, ama bu belirli bir ırka saygısızlık edileceği anlamı taşımamalı.   

İlk iki kısım akıcı bir şekilde akmasına rağmen son iki kısım için aynı şeyi söyleyemeyiz. 

19. ve 20. yüzyıllarda geçen ikinci kısımda Amerikalı bir tarihçi olan Benjamin Omar Lesage, Hayyam’ın yazdığı ancak kaybolan Rubaiyat elyazmasını bulmak için çabasını görürüz. Bu çaba etrafında çeşitli tarihi konulara odaklanılırken, okuyucu İran’daki anayasal devrim sürecinden başlayarak Titanik felaketine kadar uzanan bir yolculuğa çıkar. 

Gerçeğe yakın karakter işlemi ve derinlikli temalar

Romanın ilk bölümün çok iyi akmasının iki sebebi var. Birincisi yazarın, tarihi karakterileri gerçeğe yakın işlemesi ve onları iç dünyasına dair derinlikli bir bakış açısı sunması. Ömer Hayyam, karşımıza sadece bir şair kimliği ile çıkmıyor. Onu özgür düşüncenin ve bilimsel bir aklın temsilcisi olarak görüyoruz.  

Hasan Sabbah, karşımıza bir tarikat lideri olarak çıkarken, bunun aşırı fanatizm kaynaklı olduğunu görüyoruz. Mutlak gücün simgesi haline gelen Sabbah'ın aksine Nizamülmülk, devlet yönetiminde denge ve istikrarı temsil ediyor.  

İhanet ve güç zehirlenmesi temalarının yoğun işlendiği romanda, Doğu-Batı fikir farklılıklarını net bir şekilde görebilmeniz mümkün.  

Sadece okumak yetmek, okurken teyit edilmeli

 Semerkant, Doğu-Batı sentezini gösteren, felsefi ve tarihi derinliği olan bir eser. Maalouf, okuyucuya sorgulama yaptırırken, tarihi olayların arka planını da anlatır. Bununla birlikte bunun gerçekliğini sorgulamak okuyucuya kalıyor. 

Eğer tarihe ilgiliyseniz, özellikle doğunun atmosferini hissedecek, Hayyam'ın dünyasına derin bir ziyaret gerçekleştireceksiniz. Okumanızı ve okuduktan sonra teyit etmenizi şiddetle tavsiye ederim. Keyifli okumalar...