Beatrice’ten Sonra Birinci Yüzyıl ve Ölümcül Yumurtalar; Bilim, Aşk ve Güç

İki hikaye, bilimin kötüye kullanımı ve insanlığın felakete sürüklenişini aşk ve iktidar temalarıyla sorguluyor. Keyifli okumalar!

Amin Maalouf Lübnan asıllı bir Fransız yazardır. Bugüne kadar bizlere sunduğu eserlerinde tarih, Doğu-Batı çelişkileri, kimlik sorunları, kültürel zenginlikler, göçler ve sürgünler gibi birbirinden farklı konuları hem kurgusal olarak, hem de deneme tarzında yazan bir yazardır.

Beatrice’ten Sonra Birinci Yüzyıl adlı hikayemizde, bilim kurgu, tarihsel kurgu ve romantizmi harmanlayarak, cinsiyet ayrımcılığının tehlikelerini vurgular ve okuyucuları daha adil bir dünya yaratma çabasına yönlendirir. Yazar, kendi geçmişini de kullanarak çeşitli bir ortam yaratır ve çağdaş sosyal sorunlarla ilgilenerek anlatıyı hem ilgi çekici hem de güncel hale getirir. Bizlere erkek egemenliğinin baskın olduğu bir distopik dünya sunan Maalouf’un bunun yanı sıra şiddet, bilginin kötüye kullanımı, biyoteknoloji etiği, cinsiyet eşitliği, kimlik karmaşası, din ve tarih gibi konularıda ince bir işçilikle işlediğini görüyoruz.

Hikayemiz, genç bir Fransız entomologunun, erkek bebeklerin doğumunu garanti ettiğine inanılan Bokböceği Fasulyeleri'ni keşfetmesi etrafında dönüyor. Soylarını devam ettirmek isteyen ailelerin bu fasulyelerden yiyerek kendilerine erkek varisler doğurması, doğumhanelerde bu ilaçların kaçak bir şekilde satılması ve doktorların kız çocuklarına hamile kalan kadınlara düşük  yapmalarına yardımcı oldukları hizmetleri sunmaları gibi zincirleme gelişen olaylara tanık oluyoruz. Bu fasulyelerin kullanımının sonucunda kadın doğumlarının giderek daha nadir hale geldiği, erkek varislerinin doğumunun ise yükselişe geçtiği görülür. Toplum kritik bir  demografik dengesizlikle karşı karşıya gelir. Öyleki her kadına birden fazla erkeğin düşmesi sonucunda kadınların kaçırılmaları gibi suçlar ortaya çıkar. Entomoloğumuz, Kahire'den gelen güzel bir gazeteci olan Clarence ile tanışır ve aşık olurlar; sonunda evlenirler ve kızları Beatrice doğar. Hikayemiz Beatrice’in doğumundan sonra yaşananlara odaklanır.

Beatrice, zeki bir bilim insanı olarak büyür ve ilacın etkilerini araştırmaya başlar. İlacın cinsiyet oranları ve kadın hakları üzerindeki yıkıcı etkilerini keşfeder; toplum erkeklerin egemen olduğu bir yapıya dönüşür. Bu sorunları ele almak için kararlıdır ve farkındalık yaratmak amacıyla bir hareket başlatır; ilacın yasaklanmasını sağlamak ve cinsiyet eşitliğini teşvik etmek için çalışmalar yapar.

Mihail Afanasyeviç Bulgakov Kiev’de dünyaya gelmiş Rus bir yazardır ve mizah yeteneği ve keskin kalemi ile tanınır.1925 yılında yayımlanan "Ölümcül Yumurtalar" romanı, bilim kurgu, iktidarın ve bilginin kötüye kullanımı, biyoteknoloji etiği, çevresel bozulma ve fantastik öğeleri barındıran bir eserdir. Yazar, bilim insanı İvan Rokk'un deneylerini konu alarak, bilimin toplum üzerindeki etkilerini eleştirel bir gözle inceler.

Zoolog Profesör Persikov, canlıların büyüme ve üremesini hızlandıran bir kızıl ışın keşfeder. Aynı zamanda Rusya’da bir salgın ortaya çıkar ve bu salgın bütün tavukların yaşamlarını kaybetmesine yol açar. Fakat bu Stalin’in yükselmekte olan iktidarına karşı bir tehlikedir. Hükümet bir an önce bir çözüm bulunmak zorundadır ve aradıkları çözümüde Persikov'un test edilmemiş icadını kullanıp hızlı bir şekilde tavuk üretmekte görürler. Sonuçları ise kıyametin öngösterimi gibidir. Tavuk yumurtları ile anakonda, su boası gibi tehlikeli hayvanların yumurtalarının konduğu kutuların karıştırılması sonucunda hızlaca üreyen tehlikeli mutasyonlar elde edilir ve bu mutasyonlar ülkeyi terörize ederler. Her şeyi mükemmelleştirmeyi amaçlayan hükümetin eylemleri sonucunda elimizde sadece mükemmellikten çokça uzak, birçok insan hayatını kaybetmesi ve bilim insanlarının acımasızca ve bilinçsizce katledilmeleri kalır.

İki hikayemizde de ortak olarak görülen ögeler vardır. Bunlardan en belirgin olanı ise bilimi kötüye kullanarak doğru veya ideal olarak nitelendirdiğimiz amaçlarımızı gerçekleştirmek için her şeyi yapabiliyor olmamız ve bunu yaparken sonunda bize veya insanlığın başına neler gelebilceğini hiç sorgulamıyor olmamızdır. İki farklı coğrafyada, kültürde ve dönemlerde yaşayan yazarlarımız bizlere aşk, bilim ve iktidar gütme dürtüsü ile oluşturmayı hedeflediğimiz ütopik dünyaların distopyaya dönüşmesini ve daha farkına bile varmadan felaketin gerçekleşmesinin kaçınılmaz olduğunu göstermişlerdir.