Sen beni asla tanımadın.
"Brief einer Unbekannten"
Yavaş, ağır ve aynı anlatıcının sadeliğinde yaşattığı duygular gibi naif, düşünceli ve bir o kadar çekimser okumaya başlanılan mektup, son cümlelerinde ateş topuna dönüşüyor neredeyse. Her şeyi kabullenişten ve çok düşünmekten usanan tüm yılları tek birkaç cümleye sığdıracak kadar sade. Sadece anlıyoruz ki son cümleler çok yakın. O kadar yakın ki cümleleri okuyucu okurken aynı ruhaniliği korumasına rağmen daha hızlı okuyor. Bir noktada duyguların içine karışmış biraz öfke, usanmışlık ve o patlayış var. Tabi sonucunda gelen bir rahatlık hissiyle. Aynı R.’nin onu bir hayat kadını sanması ve manşonuna tıkıştırdığı paraları bir hışımla Johann’a verdiği an gibi.
Aslına bakarsak sanki tüm bir mektup R.’ye odaklanıyor ve R.’yi büyük bir çocuksulukla sevip kendimizi biricik hayatlarımızda yaşadığımız çocuksu hislere götürdüğünü sanarken mektubun bütünü R.’den çok kadınımıza odaklanmış durumda. En çok onu tanıyoruz, onu yaşıyoruz; onun dilinden. Ama ne yalan söyleyelim hepimiz bir parça buluyoruzdur sanırım.
R.’nin gözlerinin bu kadar kör olması ve asla kadınımızı tanımaması şaşılacak bir durum değil. Kimilerimiz R.’ye daha yakın ve onun bu özellikleri yadsınacak kadar korkunç değil. Tüm her şeyiyle R. var ve yaşattıklarıyla var olmaya devam edecek. Onun hayata ve kişilere bir macera gözüyle bakması, her anını ilkmişçesine büyük bir tutkuyla yaşaması, naif ve kibarlığı, yardımseverliği(yalnızca istenildiğinde), yalnız kalmayı sevmesi ve alanını işgal edebilecek tüm her şeyi bir an önce başından kovmak istemesi, herkesle diyaloğa girmeyişi ve karşısına çıkan durumlarda istenileni bazen de istenilmeden bir an önce yapışı. Belki bencil gibi gözükebilir ama R. böyle. Onun bencilliği de hepimizde biraz var ve öyle ki bu bencillik ya da ego onda kötü durmuyor ve durmayacak. Çünkü her şeyiyle onu seven ve kabul eden kadınımız bize R.'yi öyle bir sevdirdi ki ondan nefret etmemiz pek de mümkün gözükmüyor.