Sendikalı Mısınız?

Haklar, haklarımız ve haksızlıklar üzerine.

Manisa Soma’daki Fernas Madencilik’te sendikaya üye olmaları nedeniyle işlerine son verilen madenciler 50’yi aşkın gündür direniyor. 25 Eylül’de Soma’dan Ankara’ya yürüyerek gelen maden işçileri, kendilerine bir muhatap arıyorlar ancak bu süreçte polis müdahalesiyle karşılaştılar. Başlattıkları açlık grevine, yapılan görüşmeler sonucunda 17 Ekim 2024 tarihinde müzakere kararıyla ara verdiler.

Sendikalı olmak bir haksa, insanların işine neden son veriliyor? Bu işçiler ve sendikalar suç mu işliyor? Hayır. Sendikalar, işçilerin sosyal haklarını, maaşlarını, çalışma koşullarını veya sosyal ve politik statülerinde iyileştirmeler sağlamak amacıyla kurulmuş kurumlardır. Tarihi 18. yüzyıla uzanan sendikalar, tarih boyunca işverenler ve hükümetler tarafından çeşitli kısıtlamalar ve cezalandırmalarla karşı karşıya kalmışlardır.

Türkiye’nin sendika tarihi ise 1876 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na uzanmaktadır. Ancak, bu dönemden Cumhuriyet’e aktarılan bir işçi sınıfı örgütlülüğünden söz edemeyiz. İzmir İktisat Kongresi’nde işçi örgütlenmesinin hükümet tarafından tanınıp kongreye çağrıldığını söyleyebilsek de erken Cumhuriyet döneminde işçi hakları ve sendikalar ön plana çıkarılmamıştır. 1937 yılında işçilere ve sendikalara bazı haklar tanınsa da grev yapmak yasaklanmıştır. 1938 yılında ise Cemiyetler Yasası ile “sınıf esasına dayalı” örgüt kurmak yasaklanmıştır. Özetle, açık bir şekilde sendikalar ve işçi örgütlenmelerine karşı bir duruş sergilenmese de önce fiilen sonra da hukuken sendikalaşmanın önüne geçilmiştir.


1961 yılına geldiğimizde işçiler sendikal haklarını kazanmış ve sendika kurmak, üye olmak, toplu sözleşme ve grev hakkı anayasal teminat altına alınmıştır. Bu kazanımlar, 1963 yılında çıkarılan düzenlemelerle kısıtlanmıştır. 1980 sonrası iyice etkisizleştirilen sendikal hareketler, Avrupa Birliği’ne girme sürecinde yeniden düzenlense de pek bir değişim gözlenmemiştir. İşçilerin örgütlü bir biçimde kaderlerine boyun eğmesi tarih boyunca desteklenen bir durum olmaya devam etmektedir.

Sendikal haklar üzerindeki yasaklamalara rağmen işçi hareketi, kendini işçi dernekleri, kooperatifler ve örgütsüz işçilerin dayanışmasıyla gösterilen mücadeleyle ifade etmiştir. Emekçilerin öneminin işverenler ve hükümet tarafından fark edilerek, toplu grev ve iş bırakma eylemlerinin yaratacağı ekonomik darbeden kaçınmak adına, işçileri emeklerine yabancılaştırıp yalnızlaştırarak bilgisiz ve eylemsiz bırakma yoluna başvuruyorlar. Eylem yoluna girenlerin seslerini duyurabilecekleri alanları kapatıyor, insanları çaresizliğe ve görünmezliğe sürüklüyorlar.

Sendikalar neden önemli? Çünkü kimse maden ocağındaki ya da bir fabrikadaki çalışma şartlarını düşünmüyor. Çünkü buradaki çalışma koşulları günlük hayatta karşılaştığımız şeyler değil. Hatırlamamız için illa birinin hayatını kaybetmesi gerekiyor. 13 Mayıs 2014 tarihinde Soma Eynez Maden Ocağı’nda yaşanan faciada 301 madenci hayatını kaybetmiş, 162 işçi de yaralanmıştı. Olay sonrası pek çok vaat verildi, sözleşmeler imzalandı, değişiklikler planlandı ancak hiçbiri kökten çözüm getirecek nitelikte değildi. Ortada yeniden düzenlenmesi ve bir denetime tabi tutulması gereken ucuz emeğe dayalı bir çalışma sistemi mevcut.

Sendikalar her şeyi düzeltecek sihirli bir değnek değil elbette. Ancak buna rağmen sendika üyesi olmak bile işverenler için bir sıkıntı. En ufak bir karşıt sese bile tahammülleri yok. İşçinin emeğine, parasına, hatta hayatına göz diken patronlar, kendi milyonları arasından eksilecek kuruşa bile tahammül edemiyorlar. Böyle bir sistemde işçiler, varlıklarını hissettirecek her hakkın peşinden koşmalı ve vatandaşların da bunu desteklemesi gerekmektedir.