Sırça Fanus Üzerine

Sylvia Plath ve Sırça Fanus üzerine kısa bir inceleme.

Bu kitabın üzerine sürekli yazılıp çizilir, incelenir ki bu da Sırça Fanus’un hem zamanının ne kadar ötesinde hem de ne kadar dahice yazılmış bir kitap olduğunun kanıtıdır.

Sylvia Plath 1932 ve 1963 arası 30 yıllık yaşamında iki kitap yazmıştır, birisi yazdığı şiir kitabı olan “Ariel”, diğeriyse “The Bell Jar” yani Sırça Fanus. Sylvia, gizdökümcü yani itirafçı şiirin önde gelen isimlerindendir. Kendisini, bugün büyük bir şair olarak tanıyoruz. Sırça Fanus da kendisinin intiharından çok kısa süre önce basılmıştır.

Sylvia'nın intiharı genellikle eski eşi olan Ted Hughes’a ve babasına bağlanmıştır ancak bunların da çok büyük bir etkisi olmakla beraber Sylvia’yı sadece erkeklere indirgemenin ona büyük bir haksızlık olacağı aşikârdır. Bunu Sırça Fanus’u okurken anlayabilirsiniz çünkü kitap topluma olan uyumsuzluğunu, kadınlara karşı yapılan baskıyı ve kimlik krizlerini bize anlatıyor.

Sırça Fanus cam fanus anlamına geliyor, sırça olarak çevrilmesi çok yerinde ve doğru bir karar olmuş, Sylvia’nın kullandığı akıcı ve sade dile karşın aralara sıklıkla serpiştirdiği zor kelimeler okuyucuya başarıyla aktarılmış. Roman aynı zamanda hüzünlü ama mizahi bir havayla yazılmış. Bu fanus, Sylvia Plath’in bir tuzağı, kendi beyninin ona yaptığı bir oyun. Bu cam fanus onun mental hastalığını simgeliyor ve bu sembolizmle kitap boyu karşılaşıyoruz. Kötüleştiğinde cam fanusun içine tıkılıyor ve bu fanus hep kafasının üstünde onu bekliyor.

“Bir gün bir yerde -okulda, Avrupa’da, herhangi bir yerde- o boğucu çarpıtmalarıyla sırça fanusun yeniden üzerime inmeyeceğini nasıl bilebilirdim?”

Romanında bu cümleleri sarf eden Sylvia, bizi belki de kendi sonuna hazırlamıştır.

Yarı-otobiyografik olduğu bilinen bu kitabı çözümlemek için yalnızca kitaba değil yazarın hayatına bakmakta önem kazanıyor. Öncelikle Sylvia, babasını çok genç yaşta kaybediyor ve bunu hayatı boyunca atlatamamış gibi görünüyor. Annesiyle de problemler yaşıyor, "Sırça Fanus"tan anladığımız kadarıyla annesine ilk olarak babası için yas tutmadığından kızıyor.

Sakin ve derslerinde başarılı olan Sylvia, gerçekten de Esther Greenwood gibi birçok öykü ve şiir yarışması ve burs kazanıyor. Tıpkı kitaptaki gibi kazandığı yarışmadan sonra bir dergide çalışıyor. Henüz üniversitedeyken, ağır bir depresyon geçirmeye başlayan Sylvia, kendi uyku haplarıyla intihar etmeye çalışıyor ve sonrasında hastaneye yatırılıyor.

Kitabın sonu çok belirsiz bırakılsa da hayatına baktığımızda devamını anlayabiliyoruz. Akıl hastanesinden çıkıyor, lisansını bitirip Fullbright bursuyla Cambridge Üniversite’sine gidiyor. Orda Ted Hughes’la tanışıp evlenen Sylvia, iki çocuk yapıyor ve 30 yaşında eşinden boşandıktan sonra fırın gazıyla intihar ediyor.

Kitap Sylvia’nın hayatına en azından hayatının bir bölümüne yakından bir bakış sunuyor. Birinci tekil şahısla anlatılan kitap bizi karakterle yakınlaştırıyor. Kısaca özetlenirse, New York’ta kazandığı bir yarışma sonucu bir dergide staj yapan Esther’in eve döndüğünde gireceğinden çok emin olduğu yazarlık dersine alınmadığını öğrenmesiyle ve akabinde depresyona girip hastaneye yatırılmasıyla ilgili.

Esther’in karakterini ve düşüncelerini içeren bu kitap, öncelikle 60’larda kadınların toplumdaki konumunu ve üzerlerindeki baskıyı bize net bir şekilde anlatıyor. Bekaretin, evliliğin o dönemlerdeki önemini, kadınları kısıtlamak ve sindirmek amacıyla kullandıklarını, kadınların çoğunlukla sekreterlik gibi daha düşük işlerde çalışmak zorunda kaldığını ve kadın olarak işlevlerinin anne ve eşten ibaret olduğunu yansıtıyor.

 Buddy Willard’la olan ilişkisi, onun nasıl Esther’ı hor gördüğü ve onu ne kadar basite indirgediğini ve Esther’in bundan ne kadar nefret ettiğini görüyoruz. Genel olarak erkeklerin kitap boyu çoğunlukla zarar veren ve hor gören kişiler olarak çıkması o dönemki erkek bakış açısına ışık tutuyor. Toplumun dayattığı şeylerden bunalan Esther’ın çöküşü yaşadığı taciz ve şiddetle başlıyor bana kalırsa.

Jay Cee’nin ofisinde başlayan ve kitap boyu devam eden, geleceğiyle ne yapacağını bilmeyen ana karakterimizin zaten kötüye giden ruhsal çöküntüsü, o andan itibaren tepe taklak oluyor. Trende o geceden kalma bir iz olan yüzündeki kanı silmeyişi, bunu âdeta bir gazi, bir hayatta kalan olarak taşıması, sonra uyuyamaması, yemek yiyememesi ve kitap okuyamaması çok değinilmeyen ama onu içten içe etkileyen bir olay gibi görünüyor.

Onu, bu depresyona tamamen gömen şeylerden ve kırılma noktalarından biri olan bir diğer şey de kabul alacağından emin olduğu yazarlık dersine kabul edilmemesi. O ana kadar sahip olduğu tüm özgüveni o anda kaybediyor gibi görünüyor. Sonrasında ev, annesi derken çok bunalıyor. Doktor Gordon adındaki bir erkek doktorun kendisine uyguladığı yanlış elektroşok tedavisiyle iyice kötüleşip kendini öldürmeye karar veriyor.

Sonrasında ünlü bir yazarında ona yardım etmesiyle bir devlet psikiyatri bölümünden özel bir kliniğe taşınıyor. Orada Doktor Nolan adında bir kadın doktorla tanışıyor, kadın bir doktor olması onu şaşırttığından yine dönemden kadınların pozisyonunu anlayabiliyoruz, bu kadın doktor onu iyileştiriyor gibi görünüyor. Orada tanıştığı Joan, ona kendisini hatırlatıyor ve bu kıza karşı beslediği karışık duygular, ondan hem nefret edip hem de değer vermesi, Esther’ın kendine karşı beslediği hisleri gösteriyor. Joan’ın romanın sonuna doğru ölmesiyle, Esther bir seçim yapıyor; ya iyileşip üniversiteye dönecek ya da sonu Joan gibi olacak.

Toplumun ona dayattığı şeyleri reddeden Esther, doktor olan ve mükemmel bir geleceğe sahip olabilecek Buddy Willard’la ayrılıyor. Erkeklerin ikiyüzlülüğünden ve ataerkil toplumun baskısından sıkıldığı için kendini özgürleştiriyor; bekaretini kaybediyor. Cinsel özgürlüğüne ve genel olarak kendi özgürlüğüne çok önem veriyor. Roman boyu bir eşe ve anneye indirgenmek istemediğini söylüyor Sylvia.

“Çocuk doğurmak çevremdeki kadınlara ne kadar da basit geliyordu! Neden ben böyle annelik duygusundan yoksun ve uzaktım? Neden kendimi Dodo Conway gibi birbiri ardına gelen tombul, yaygaracı bebeklere adamayı hayal bile edemiyordum?”  

Kitabı bütünüyle değerlendirdiğimizde feminist ve akıl sağlığı temaları öne çıkıyor. Topluma karşı ve kendine karşı yaptığı eleştirilerle çok daha ince eleştirilmesi ve okunması gereken kitap bugün bile çok fazla okuyucuya sahip çünkü kadınlar hâlâ aynı sorunlardan mustarip. Yıllarca kadınların arkasından yas tuttuğu Sylvia, bugün bile kadınlara ilham olmaya devam ediyor ve edecek.

Kaynakça

https://www.poetryfoundation.org/poets/sylvia-plath