Sokrates Öncesi Bir Tarikat: Pythagorasçılık

''Onların arasında engin bilgili bir adam vardı. Aklın en büyük servetini edinmişti. On ya da yirmi kuşak sonrasını bile kolayca gördü.''

Öğretilerini yaşadığı döneme ilmek ilmek işleyen her filozof kendi felsefesini yaratmış ve bu ekolün öncüsü olarak anılmıştır. İşte Pythagoras da onlardan yalnızca biri.

Phytagorasçılığın tarihi sürecini ele aldığımızda iki yol ayrımı ile karşılaşırız. İlk olarak M.Ö. 530 yılında bizzat Pythagoras tarafından Kraton'da kurulan ve Platon'un ölümüyle sonlanan okul, yerini M.Ö. 1.yy'dan 4.yy'a kadar Timaios ve Philolaos başta olmak üzere geç dönem Pythagorasçılara bırakacaktır. Pythagoras döneminde çıkan ayaklanmalar sonucu ilk dönem Pythagorasçılar katledilmiş ve Pythagorasçılık ekolü yer altına indirilmişti. Hatta bir müddet Pythagoras hakkında konuşmak dahi yasaktı. Dolayısıyla bu iki dönem arasındaki zaman farkı epey bir fazla ve günümüzde başvurduğumuz kaynakların güvenilirliği aslında biraz göreceli.

Pythtagoras'ın okuluna girebilmek için öğrenciler öncelikle 5 yıl süren bir denemeden geçiyorlardı. Bu süre zarfı içinde Pythagoras'ı görmeleri yasak olduğundan diğer öğrencilerden ders alırlardı. Pythagorasçılar, Sokrates öncesi doğa filozoflarının en büyük problemi olan arkhe için sayıları öne sürmüşlerdir. Fakat sayılar günümüzde kullanılan sembolik anlamından çok daha farklı ve uzaysal bir şeyi ifade ediyordu onlar için. Pythagoras'ın sayı kuramında; 1 sayısı noktayı, 2 sayısı çizgiyi, 3 sayısı yüzeyi ve 4 sayısı ise katıya karşılık gelir. Sayıları ifade etmek için ise bizim gibi rakamlar değil noktalar kullanıyorlardı. Dolayısıyla her şey sayısal ve sonsuza indirgenebilecek türden bir ilişkiye dayanıyordu. Fakat her şey sonsuz olursa hiçbir şeyi bilemeyeceğimizden bu sonsuzu sınırlamak gerek. İşte burada noktaların bir araya gelerek oluşturduğu sayı yani sınırsız olanla sınırlayanın bütünü olan evren devreye giriyor. Sınırsızı sınırlayarak onu sayısal bir temelle kavrıyoruz. Evren ise kuvveti büyük olduğu için 10 sayısı ile ifade edilir. Öğretilerine göre evrenin tam ortasında yanan bir ateş vardır ve gezegenler gibi kutsal saydıkları 10 tane cisim bu ateşin etrafında uyumlu bir bütünlük oluşturarak raks eder. Yani evren, tamamen bir harmoniadan ibaret. Evrendeki bu harmonik hareket bir tür ses çıkarmalı. Evrenin bir müziği var fakat bunu Üstad Pythagoras dışında kimsenin işitebilecek yetkinlikte olmadığına inanıyorlar. Mistisizm de tam olarak bu noktada ortaya çıkıyor.

Pythagorasçı öğretiye göre, her insanın içinde Tanrısal olan bir öge bulunur ve maddesel olan dünyevi hayata değil de içimize dönerek Tanrısal olana yaklaşmamız gerekir. Tanrısal olan ise bilgidir ve bilmeye yöneldikçe Tanrı'ya da yakınlaşmış hatta ona benzemeye başlarız. Bu bağlamda Pythagoras, felsefenin bilgelik sevgisi olduğunu ve filozofun da bilgi peşinde koşan kişi olduğunu dile getirir. Dolayısıyla hem felsefenin isim babasıdır hem de kendisini filozof olarak nitelendiren ilk kişidir.

Pythagorasçılar ruhu temizlemek adına kendilerini çeşitli şeylerden soyutlamışlar ve ruhlarını temizlemenin tek bir hayatla mümkün olamayacağını öne sürmüşlerdir. Dolayısıyla Pythagorasçılık, reenkarnasyon yani ruh göçü temelli bir inanışa sahipti. Bundan ötürü öğretide et yemek yasaktı. Beden, ruh kadar büyük bir öneme sahip değildi fakat ikisi arasında bir uyum vardı. Bu uyumun yani harmonianın bozulmasıyla da hastalıklar ortaya çıkıyordu. Bedenin tedavisi için idmanlar, ruhun tedavisi için ise müzik kullanılırdı. İlaç kullanımı da bedenin harmoniasını bozduğu düşüncesiyle yasaklanmıştı. İşte bu yüzden felsefi sorgulamaların yanı sıra oluşturmuş olduğu rasyonel ve mistik sentezin ürünü olan ilkelerini empoze etmeye çalışarak müridlerini kendi emir ve yasaklarına göre yetiştiren Pythagorasçılık, tarikatçı bir hareket olarak görülmüştür.