Sosyolojik Kavramlar Serisi: Yabancılaşma
İnsanlar topluma ve kendilerine karşı nasıl yabancılaşır?
Yabancılaşma, bireyin kendine, emeğine, çevresine ve topluma karşı hissettiği kopukluk ve uzaklaşmayı ifade etmek için kullanılan çok katmanlı bir kavramdır. İlk kez Hegel’in felsefesinde metafizik bir bağlamda ele alınan bu kavram, Karl Marx ile birlikte sosyolojik ve ekonomik bir boyut kazanmıştır. Yabancılaşma kavramı, tarih sahnesinde farklı düşünürler tarafından çeşitli şekillerde ele alınmıştır.
Antik Dönemde yabancılaşma kavramı, antik felsefede daha yüksek bir bilinç veya birleşme durumu olarak metafizik bir anlamda kullanılmıştır.
Georg Wilhelm Friedrich Hegel, yabancılaşma kavramını felsefi çerçevede ele alarak kullanan ilk düşünürlerden biridir. Hegel, insanın fiziksel ve ruhsal varlığı arasındaki ayrım sonucu yabancılaşmanın ortaya çıktığını savunur. Hegel’e göre birey, kendisini düşündüğü ve hissettiği bir varlık olarak göremez hale gelir.
Marx yabancılaşmayı, kapitalizmin insan üzerindeki baskıcı etkileri ile ilişkilendirerek derinlemesine incelemiştir. Yabancılaşma, Marx`ın sosyolojik analizinin merkezinde yer alan konulardan biridir. Marx'a göre, yabancılaşma iki şekilde ortaya çıkar: bireyin emek ürünlerinden yoksun kalması ve bu ürünlerin birey üzerinde bir baskı aracı haline gelmesi. Aynı zamanda Marx yabancılaşmayı, bireyin toplumsal kimliğini kaybetmesi olarak da tanımlar.
Klasik kuramcılar dışında çağdaş kuramcılar da yabancılaşmayı, gelişen teknoloji ve tüketim alışkanlıkları bağlamında ele almış, yeni bir bakış açısı geliştirmişlerdir.
Modern toplumdaki teknolojik gelişmelerin ve tüketim alışkanlıklarının yabancılaşmayı artırdığını savunan Alman-Amerikan sosyolog Herbert Marcuse, bu durumun bireylerin gerçek ihtiyaçlarından uzaklaşmasına yol açtığını savunmuştur.
Yabancılaşmanın kökenleri çok daha eskilere götürülebilir. Erich Fromm, bu kavramı Eski Ahit'e kadar götürerek, insanların kendi yarattıkları nesnelere tapınarak kendilerinden uzaklaştıklarını belirtmiştir. Bu yönüyle Fromm`un, çağdaşlarından farklı bir perspektifle yabancılaşmaya yaklaştığını gözlemleyebiliriz.
Kapitalist üretim ilişkileri içinde işçiler, üretim sürecinin bir parçası haline gelirken, kendi yarattıkları ürünler üzerindeki kontrolünü kaybederler. Bu durum, işçilerin kendilerini sadece bir "vida" olarak hissetmelerine yol açar. Üretim sürecinde işçiler, emeğinin sonuçlarından dışlanarak, kendi potansiyellerini gerçekleştirememe durumuyla karşı karşıya kalırlar. Şeyleşme olgusu burada devreye girer.
Modern kapitalist sistemde işçi sınıfı ile üst sınıflar arasındaki mesafe artarken, bireyler kendilerini yalnız ve izole hissederler. Bu durum, toplumsal bağların zayıflamasına ve bireylerin birbirinden yabancılaşmasına sebep olur.
Mevcut hukuk düzeni, kapitalist üretim ilişkilerini koruyarak bireylerin yabancılaşmasını pekiştiren bir diğer unsurdur. Hukuk, egemen iktidar yapılarının sürdürülmesinde dolaylı bir araç olarak işlev görür ve bu nedenle hukuk yabancılaşma sürecinde kayda değer bir öneme sahiptir.
Yabancılaşmanın etkileri sadece işçileri değil, aynı zamanda tüm toplumu etkilemekte ve bireylerin insanî potansiyellerini gerçekleştirmelerini zorlaştırmaktadır.