Şubat

Şubat artık eskisi gibi değil, artık hiçbir şey eskisi gibi olmamalı.

Yazmaya utandım.

Yemeye utandım. Uyumaya utandım. Üşümüyor olmaya utandım. Uykumun geliyor olmasına utandım.

Ben her sene hepi topu üç günü beklerim sahiden mutlu olmak için. Bunlardan biri doğum günüm değil.

Kar bir an önce yağsın diye beklerim her sene, her sene kış aylarında içim heyecan doludur çünkü karın ne zaman yağacağını bilemem. Tüm bunlar yaşanmadan önce, ben her şeyi geride bırakarak ve tüm kalbim mutlulukla dolarken yavaşça gözümün aldığı her yer olan dünyamın üzerine birer birer düşen kar tanelerini izlesem tüm senenin yükünün yok olacağını hayal ettim. Sokak lambasının sarı ışığında yavaşça düşen karlar beni sahiden iyileştirirdi.

Kar gündüz yağmışsa, "Karlar düşer, düşer düşer ağlarım." diye şarkı söylerdim belki.

Benim iliklerime kadar mutlu olduğum iki an var, inandıklarım başıma yıkıldığından beri biri artık en mutlu anılarımdan değil. İkincisi karla ilgili. Kar yağıyor, herkes yataklarında. Bir ben uyanığım bir de erkek kardeşim. "Hadı çıkalım." dedim. Benimle geldi. İri iri kar taneleri, boğazımda atkım, sırtımda montum, çıplak ellerim. Sokak sokak dolaştık mahallemizi. Tazecik karın yağıp da tuttuğu sokaklara ilk biz adım izlerimizi bıraktık. Yerine konulamaz derecede güzel. Sokak lambaları hoi bir sarı, her şey yumuşacık ve sakin. Sanırsın herkes uyumuş dünyada, herkesin karnı tok ve sıcacık yataklarında huzur içinde sabahı bekliyorlar.

Bu sene yok.

Hayali bile yok bu sene.

Kar yağmasın, hava soğumasın.

Bir bunu hayal ederim bir de yazları yıldızları izlemeyi, eh bir de senede bir kez ormanda yürürsem etti üç. Bunlar beni bir sene daha götürür.

Bu sene yok.

Kar hemen haberi almamızın ertesi günü yağdı. Kızılay kamyonunun önünde kan vermek için sıramızı beklerken, üç saat boyunca bir kar yağdı bir yağmur. Üşüdük ama başımızı sokacak çadır getirmişlerdi. Herkes durdu, olan her şeye bir daha üzüldü çünkü hava çok soğuktu. Samsun o kadar da soğuk bir memleket değildir. Gündüz vakti, başımızı sokacak bir çadır varken, üstümüzde kat kat kıyafet varken olan her şeye bir daha üzüldük. Belki senelerce uzunluktaki o gecede, yarı yarıya da olsa sıkıca tutunulmuş canıyla bir insan, belki yalın ayak, o geceyi nasıl atlatmıştır? O gece biter mi? Yoksa bundan sonra doğacak her gün o gecenin devamından mı ibaret olacak?

Hayat boyu kaybettiğimi düşünürken sonsuza kadar vedalaşmak zorunda kaldığım insanların olmadığı fark ettim. Ben aslında hiç kaybetmemişim. Sevdiğim birini kaybetmemişim, annemi kaybetmemişim, babamı kaybetmemişim, kardeşimi kaybetmemişim, çocuğumu kaybetmemişim, eşimi kaybetmemişim, dostumu kaybetmemişim.

Konuşmaya hakkım yok ki.

Belki bunu yayınlamaya hiç cesaretim olmaz. Kelimelerin gözüme ne kadar aciz göründüğünü sizin de göreceğinize korkumdan. Belki birilerini incitme ihtimalimin korkusundan.

Kendimi hep bir abla olarak tanımladım. Herkesin ablası olabilirdim. Şimdi kocaman kollarım olsun istiyorum. Canı yanan herkese kocaman ve sımsıkı sarılabilmek istiyorum.

Kardeşlerim, kardeşlerim, kardeşlerim.

Bir şiir düştü aklıma. Döndü dolaştı günler boyu düşüncelerimin üzerinde her kelimesi bağır çağır kazındı yüreğime.


Memleket isterim

Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;

Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.


Memleket isterim

Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;

Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.


Memleket isterim

Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun

Kış günü herkesin evi barkı olsun


Memleket isterim

Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun

Olursa bir şikayet ölümden olsun.


Cahit Sıtkı Tarancı