Tanrıpınar Yazınının Dostoyevski Poetikası Çerçevesinde Okunması  

“Musiki sanattan ziyade dine benzer.”

TANPINAR ELEŞTİRİSİNİN KADERİ

Ahmet Hamdi Tanpınar'a göre, edebî bir eseri besleyen “içtimaî (toplumsal) karakter ne kadar kuvvetli olursa olsun bir edebî eser her şeyden evvel kendisidir ve getirdiği duygu, görüş ve düşünüş yüküdür.” Bu sebeple eseri önce “kendi hudutları içinde bir vakıa” olarak ele alır. Daha sonra “devrin edebî çehresi” içindeki yerine bakar.

ROMAN TÜRÜNE BAKIŞINA DAİR

“Türk romanı mütalâa edilirken göz önünde tutulması lazım gelen ilk hakikat, bu romanın memlekette öteden beridir mevcut hikâye şekillerinin tabiî bir gelişmesiyle doğmadığı, bir ananenin olduğu yerde bırakılıp yerine yenisinin kurulması şeklinde başladığı keyfiyetidir. Roman bize dışarıdan gelir.”

MUSİKİ YAZINI BAKIMINDAN

“Musiki sanattan ziyade dine benzer.” diyen Tanpınar, musiki ile dini duyguların oluşum süreçleri arasında ilginç bir yakınlık kurmuş ve musikiyi duaya benzetmiştir. Romanda yer alan beyitler de bu bağlamda düşünülebilir. Bu perspektifle fikirde ve sanatta bütünlük arayışının bir yansıması olarak değerlendirmek mümkündür. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın romanlarındaki eleştirel duyarlığı eserin kurgusu, üslûbu ve teması üzerinden değerlendirebiliriz. 

Konur Ertop’a göre “Birbirini tamamlayan, ortak kahramanlar çevresinde gelişen üç romanı (Mahur Beste, Sahnenin Dışındakiler, Huzur) Kırım Savaşı'ndan İkinci Dünya Savaşı'nın çıkışına kadar gelen süre içinde uygarlık değişmesi bunalımını ele alır, geçmişi ve ‘şimdi’ yi türlü yönlerden karşılaştırır, çözüm ve yargılar getirir.

MAHUR BESTE

Behçet Bey’in iki uyku arasındaki düşünceleriyle başlar ve geriye dönüşlerle hayatına ve yaşadığı döneme tanıklık eder. Tarihi şahsiyetleri ironik bir üslupla portreleştirir. Trajik bir aşk hikâyesi, klâsik musiki makamı olan mahur motifi soyutlamasıyla işlenir. Ayrıca romanda farklı dünya görüşüne mensup kahramanlar vardır, kahramanlar doğu-batı, medeniyet kavramları ile değerlendirilebilir.

Tanpınar, metinlerinde iç içe geçmiş hayatları, parçalanmış kimlikleri, hastalıklı halleri ve korkuları rüya metaforu üzerinden ele alır. Rüya, musiki ve resim Tanpınar’ın sanat anlayışında önemli bir yere sahiptir. Rüyaya yüklediği anlam, rüya ile hayat arasında kurduğu ilişki estetik görüşünün temelini oluşturmaktadır. Bu durum Mahur Beste’de de Behçet Bey üzerinden işlenmiştir. Behçet Bey’in iki uyku arasındaki düşünceleri ile başlayan roman, uyku halinde olan karakterin zihninden geçenlere yer verir. Bu kısımda okuyucu, yaşananları yalnızca karakterin anlattığı kadarıyla bilmektedir. Metinde anılar geriye dönüş tekniğiyle anlatılmaktadır. Bu sırada karakterin (Behçet Bey’in) konuşturulmasıyla bireyin iç dünyasına da girmiş bulunulur. Bu kısımda düşüncelerini, evliliğini, yaptığı betimlemelerle odasını, eşya (özellikle vurgulanan ayna ve saat) takıntısını da öğrenmiş oluruz.

Kitap ciltleyen (mücellit) Behçet Bey’in eşya takıntısı, geçmişiyle olan bağlantısını kurmamızı sağlamıştır. Behçet Bey’in anlatımı da geçmiş ve günümüz şeklinde geçişlidir. Behçet Bey’in hem aynaları sevmesi hem de korktuğu bilgisinin verilmesi hayal ve gerçeklik çatışmasıyla birlikte, yansıtma kuramına da yönlendirebilir.  Aynada gerçekliğin yansıtılmış halini görmek farklı bir bakışla bakmanın somutlaşmış biçimidir. Bu bakımdan ayna, çatışan hayal ve gerçeğin nesne konumundaki durumudur. 

Devamında yer alan bölümde Behçet Bey’in fiziksel tasviri bulunmaktadır. Anlatıma göre kısa boylu olan Behçet Bey, sonrasında öğreneceğimiz kimi kişisel özellikleriyle “küçük insan” anti-kahraman örneğini vermektedir. Babası tarafından (düşünce ayrılığı nedeniyle) ötekileştirilmiştir. Evliliği ise padişah emriyle yapılmış olsa da eşi Atiye Hanım ve Ata Molla (Atiye’nin babası) tarafından sevilmemiştir. Bu kısımda kusursuz bir çizim yerine griliklerin de olduğu, kimi zaman hataları olan “kusurlu” bir kahraman; gerçeklik algısının korunmasına yardımcı olmuştur.

Romanda zıtlıklar, ikili ilişkilerle birlikte verilmiştir. Eski-yeni, Doğu-Batı (siyasi meselelerde ve yabancı sözcük kullanımıyla karşımıza çıkar), hayal-gerçek gibi kavramların birlikteliği; her ne kadar karşıt olsalar da ancak birbirleri olduğu sürece var olabileceklerini de hatırlatmıştır. İsmail Molla ve Behçet Bey üzerinden baba-oğul çatışması da bu bağlamda düşünülebilir. Romandaki “Şark yok, şark öldü. Bizler yetimiz.” söylemi de batılılaşma döneminin yanı sıra, kendi yetimliği ve yurdunun yetimliği arasındaki ilişki üzerinden yorumlanabilir.

Tanpınar’ın eserlerinde belirli bir ideolojiyi desteklediğini göremeyiz. Mahur Beste’de dini eğitim almış üç aydın İsmail Molla, Ata Molla ve Sabri Hoca üzerinden ilmiye sınıfını ve farklı görüşleri karakteri konuşturarak bildirmektedir. Karakter çizimiyle Tanzimat sonrası Osmanlı toplumunun bir portresi oluşturulmuştur. Örneğin, İsmail Molla Tanzimat dönemi sonrası medeniyet krizini atlatamayan aydın sınıfı temsil ederken, Ata Molla saray eşrafını temsil etmektedir. 

Romanda çoğu bölümde, yazarın çatışma sağlayabilecek durumlar yarattığı görülmektedir. Çoğu bölümde karşıt konumlamalar üzerinden çatışma yaratılmaya çalışılsa da “Garip Bir İhtilalci” bölümünde temsil edilebilecek bir atmosferin varlığı görülemez. Bu bölümdeki medeniyet konulu tartışmalar nispeten bir diyaloji ortamı sunmuştur. Bu bağlamda diyaloji, karşılıklı etkileşim üzerine kurulu bir anlamlaştırma düşüncesidir.

Başlangıçta olanları Behçet Bey’in bakışıyla gördüğümüz, anlattıklarıyla öğrendiğimiz roman, ilerleyen bölümlerde diğer karakterlerin katılımıyla değişir. Özellikle konak bölümlerinde çok sesli bir okuma sunulmaktadır. Bu kısımda ilgi çekici olan, daha önceki roman anlayışlarının yanı sıra yan karakterlerin de var olmasını sağlamak olmuştur. Her karakterin kendi sesiyle var olması bizi çok seslilik, çokdüzeylilik ve eşanlılık kavramlarına yönlendirir. 

ÇOK SESLİLİK

Çok sesli romanın yaratıcısı Dostoyevski’dir. Dostoyevski romanlarının başlıca özelliği bağımsız ve kaynaşmamış seslerin ve bilinçlerin çokluğu, tamamen meşru seslerin sahici bir çok sesliliğidir. Bu bağlamda her kahraman kendi söyleminin öznesidir. Polifonik ya da orkestralanmak şeklinde de karşımıza çıkabilir. Karakterler yapıtın yapısı içinde olağanüstü bir bağımsızlığa sahiptir; adeta yazarın söyledikleriyle beraber tınlar ve özel bir şekilde hem yazarın sesiyle hem de diğer karakterlerin eksiksiz ve eşit ölçüde geçerli sesleriyle birleşir. Daha öncesindeki kabul görülmüş roman anlayışı bu mantığı açıklayamaz, çoksesli roman anlayışı buna zıttır.

Çok seslilik Mahur Beste’de karşımıza en belirgin kavram olarak “orkestralanmak” ile çıkmıştır. Mahur Beste Hakkında Behçet Bey’e Mektup bölümünde “Yalnız etrafıma çok insan yığıldı.Hepsi birden konuşuyorlar… Benim sözümü kendiniz tamamlamağa kalkmayın. Ben onların sesini orkestralamağa mecburum. Bu iş bitene kadar sabredeceksiniz. Dışarıdaki dostlarınızdan biraz uzakta kalacaksınız. Bu işte benden daha sabırsız olmağa hakkınız yok. Hoşça kalın! Daima dostuz, buna inanın.” biçiminde görülmektedir.

Diyalektik ve Antinomi

Dostoyevski’nin dünyasında hem diyalektik hem de antinomi vardır. Karakterlerinin düşünüş tarzı bazen diyalektik ya da antinomistiktir. Ama tüm mantıksal bağlantılar tek tek bilinçlerin sınırları içinde kalır ve bilinçler arasındaki olaylara dayalı karşılıklı ilişkileri belirlemezler. Dostoyevski’nin dünyası son derece kişiselleşmiştir. Her düşünceyi bir kişinin konumu olarak algılar ve bu şekilde biçimlendirir.  Diyalektik, fikirden ya da ilkeden içerdiği olumlu ve olumsuz bütün düşünceleri çıkarma yöntemine denilmekteydi. Antinomi (Çakışkı) ise iki yasanın gerçekte ya da görünüşte birbirleriyle uyuşmazlığıdır.

Eşanlılık: Aynı an içinde bulunan bütün ilişki biçimlerini açıklayabilmektir. Behçet Bey’in eşya takıntısı zaman tutsaklığı üzerinden düşünülebilir. Çünkü kaçmaya çalıştığı mutlak zaman diliminden kendini kurtardığını sandığı şey geçmişidir.

KARNAVALDAN ROMANA 

Dostoyevski Poetikası’nın Sorunları kitabında diyalog kavramı, yazarın yarattığı kişilerle ilişkisi bağlamında değerlendirilir. Bahtin’e göre Dostoyevski’nin bir romancı olarak başarısının ve özgünlüğünün kaynağı, romanlarının çok sesli diyaloglar halinde kurulmuş olmasıdır. Her kahramanın dünyaya, yaşama ilişkin özgün bir bakış açısı, hem kendi hem de kendi dışındaki gerçekliği okuyup değerlendirmesini sağlayan bir duruşu vardır. 

Biyografik romanın olay örgüsü, Dostoyevski’nin kahramanları için yeterli değildir; çünkü böylesi bir olay örgüsü, tümüyle kahramanın toplumsal ve karakterolojik kesinliğine, hayattaki eksiksiz cisimleşmesine dayanmaktadır. 

“Dostoyevski için önemli olan kahramanın dünyaya nasıl göründüğü değil, her şeyden öncelikli olarak dünyanın kahramana nasıl göründüğü ve kahramanın kendisine nasıl göründüğüdür. Kısacası kahramanın kendisiyle ilgili bilinci romanın düzenleyici ilkesi haline gelir.