"Taş Parkede Felsefe: Yardımın Sınırları ve Kendin Olma Savaşında Sıkışan Daireler!"

"Taş Parkede Felsefe: Sıkışmış Dairelerin Özgürlük Çığlığı!"

Bir yolda yürüdüğünüzü hayal edin. Ama bu, sıradan bir yol değil; Taş parkelerin arasında bir daire deseni belirginleşiyor. Bir zamanların belki tesadüfi görünüyor, ancak tek tek değerlerin varlığına bir sembol içeriyor. Daire… Sonsuzluk mu? Yoksa tutsaklık mı? Bu yol, insanın iç dünyası ile kadının kocası, metalik ve soğuk yapılar arasında sıkışmışlığı temsil ediyor. Ama aynı zamanda o taşınan desenlerindeki farklılıklar, bireyselliğin direnişi gibi ayakta kaldı.

Her şeyin kalıcılığı, ayaklarınızın altında desenler değişiyor, sanki birileri boyutu "Bir parçası olmalısın, ama  nasıl  kırılganlığımızı belirleriz" der gibi. Fakat sen, o dairenin tam ortasındaki bağlayıcıda asıl savaş başlıyorsun. Kim olduğunu unutmamak için… Kendin olma savaşı! Taşların arasında ince çizgilere bakıyorsunuz; onun bir farkı, şehrin sana yüklediği bir kimlik ve yardım krizi. Ama bak, bir yol var! Kaçmak için mi? Yoksa yerde gevşemek için mi?

O yol seni delirtir. Onun parkenin bir simetrisi var, ama bu simetriye uyan adımların sana ait değil. Şehir seni içinde tutar, ama o daire seni bir döngüye mahkum eder. Ama bir dakika! Ya bu döngü seni  özgürleştiren  döngüyse? Sürekli aynı yolda yürümek, sonunda o yolun sahibi olmaktır belki de. Her çeşit taş parkelerinden bir iz alır ve sonunda  senin  olur. Felsefenin fütüristik bir dokunuşu var burada. Şehrinin kendisine ait olduğunu hissetmez. Ama insan, memleketine ait olur.

O dairenin ortasına bağlıkça fark edersin ki aslında hiç kaybolmuşsun, hep kendi merkezin. Ne yardımiyet ne de sıkışmışlık seni yaşadı. Sen sadece  varsın . Ve bu yolda, iyileşmesi biraz daha senin.