Tek Çare Realizm mi?
Öncelikle mevcut dünya sisteminde hakim konumdaki anlayış ve düşünce olarak tanımlayabileceğimiz Realizm'den kısaca bahsedelim.
Öncelikle, mevcut dünya sisteminde hakim konumdaki anlayış ve düşünce olarak tanımlayabileceğimiz Realizm'den kısaca bahsedelim.Uluslararası İlişkiler disiplininde, Realizm denildiğinde akla ilk önce güç ve çıkar gelmektedir. Elbette burada kastedilen ''milli güç'' ve ''milli çıkar''dır. Meseleyi biraz daha açmak gerekirse, başıboş ve anarşik dünya sisteminde her devlet kendi çıkarlarının peşinde koşar ve kendi bekasını sağlamaya gayret eder. Bu maksatla bir devlet, gerektiğinde saldırgan davranarak, gerektiğinde savunma durumunda kalarak bekasını korumalıdır ki zaten bu mantığa göre ''amaca giden her yol mübah'' değil midir? O halde, örneğin bir ülke, gerektiğinde terör örgütlerini, dış siyasetteki emellerini gerçekleştirmede vasıta olarak kullanabilir ya da savaşlar sebebiyle kendi ülkelerinden göç eden mültecilere, bazı Avrupa ülkerinde gördüğümüz üzere giriş izni vermeyerek insani krizlere sebep olabilir. Bu meseleyle ilgili örnekler çoğaltılabilir. Burada üzerinde durulması gereken husus şudur: önemli olan insan hayatı ya da ahlaki değerler mi, yoksa devletlerin menfaatleri midir? Bu soruyu aklımızda tutarak, yaklaşık on yıldır devam eden Suriye krizi bağlamında meseleye baktığımızda Türkiye'nin, Suriyeli mültecilere kucak açmasını, bahsettiğimiz anlayışa sahip olanlar nasıl izah edebilir? Çünkü burada Türkiye, dini ve tarihi saiklerle hareket etmektedir. Elbette şunu da belirtmek gerekir ki her devlet milli menfaatlerini koruma içgüdüsüyle hareket eder ancak burada esas olan ahlaki değerlerin önceliği olmalıdır. Dış siyasetin esası, dünyadaki tüm insanların barış içerisinde yaşamasını sağlamak olmalıdır. Bu ''ütopik'' ya da ''hayalci'' olmak değildir ki zaten devlet dediğimiz örgütsel yapı da insanların huzur, güvenlik ve adalet içerisinde yaşaması için kurulmamış mıdır?
Şu noktayı tekrar vurgulamalıyız ki her devlet, milli menfaatlerini ve bekasını gözönüne alarak, milli iç ve dış siyasetini belirler. Milli gücünü, gerek sert güç, gerekse yumuşak güç anlamında arttırmak gayesiyle hareket eder ve etmelidir. Ancak insani değerler de göz ardı edilmemelidir. Mevcut dünya sistemine bakıldığında, Soğuk Savaş'ın sona erip, küreselleşme sürecinin başlaması ve bu sürecin halen devam etmekte olan etkisiyle beraber ulaşım, iletişim ve teknolojide yaşanan gelişmelerin sonucunda medya, sivil toplum örgütleri, çokuluslu şirketler gibi aktörlerin öneminin hayli arttığı, geleneksel diplomasinin yanında, kamu diplomasisi ve insani diplomasi gibi kavramların önem kazandığı bir ortamda, yalnızca devletleri merkeze alarak ya da yalnızca milli güç, milli çıkar ve dar jeopolitik yorum ve anlayışlarla yapılacak değerlendirmeler eksik kalacaktır. Unutulmamalıdır ki devletleri idare edenler insanlardır ve her insan inancı, idealleri, dünyayı algılayış biçimi, yetiştiği çevre, bilgisi, tecrübesi vs. dahilinde karar alır ve uygular. Siyasi arenada meydana gelen hadiseler dar kalıplarla anlaşılmaya çalışılırsa, meselelerin içyüzü kavranamadığı gibi herhangi bir çözüme de ulaşılamayacaktır...