ULUSLARARASI İLİŞKİLER DİSİPLİNİNDE ÜÇ ANA AKIM
Uluslararası ilişkiler teorilerinin üç ana akımı olan realizm, liberalizm ve inşaacılık (konstrüktivizm) kavramlarına beraber bakalım!
Realizm
Realizm uluslararası ilişkileri güç yoluyla açıklar. Realizme göre insan kötüdür ve çevresinde hakimiyet kurmak ister. Uluslararası sistemin anarşik olması nedeniyle devletler kendi başlarının çaresine bakarlar. Temel aktör olan devletler; güvenliği sağlama, gücünü artırma ve hayatta kalma çabasındadırlar.
Realizm uluslararası ilişkilerde özellikle I. Dünya Savaşı sonrasında liberalizmin uluslararası barışı ve güvenliği sağlamaya yönelik varsayımlarının başarısız olması sonucunda idealizme bir meydan okuma şeklinde gelişmiştir. II. Dünya Savaşı sonrası süreçte uluslararası sistemde güvenlik sorununun ön plana çıkmasıyla birlikte ise oldukça önem kazanmıştır. f
Realizme göre ulusal devletler üniterdir. Uluslararası sistemin yegane aktörleridir. Sonuç olarak devletler rekabet halindedir ve bu rekabetin kazananı devletin sahip olduğu askeri, ekonomik ve politik yetenekleri fazla olandır.
Realizmin temel varsayımı, uluslararası politikanın güç ve çıkar mücadelesi olarak tanımlanabilecek bir siyasal süreç olduğudur. Realistlere göre devletlerin sahip oldukları kapasiteler uluslararası çatışmaların sonuçlarının belirlenmesinde ve devletlerin davranışlarını etkileme konusunda büyük bir öneme sahiptir. Devletlerin kapasiteleri ile askeri gücünü özdeşleştiren realistler, konular arasında hiyerarşi gözeterek askeri konulara ve güvenlik sorunlarına öncelik verirler. Güç, uluslararası ilişkileri anlamada en temel kavramdır ve anlaşmazlıkların çözümü, uluslararası istikrarın sağlanması gücün kullanımı ile ilişkilendirilmektedir.
Liberalizm
Realist akımın kendi karşıtlarını nitelemek için kullandıkları, 1. Dünya Savaş’ı sonrası koşullarının ortaya çıkardığı ve savaşın yol açtığı felaketlerin yeniden yaşanmaması için pratiğe geçirebilecek politikalar ve önlemlerin dile getirildiği bir düşünce akımıdır. Uluslarararsı İlişkiler Teorileri’nde realizmden sonra ikinci büyük teorik yaklaşımları grubudur. Liberaller, realistlerin aksine iyimserdirler. Liberalizmin farklı yaklaşımları vardır ancak her liberal yaklaşım üç temel noktada birleşirler:
1) İnsan doğası olumludur.
2) Uluslararası ilişkiler, çatışma yerine işbirliği üzerinden araştırılabilir.
3) İnsan doğasında, devlet sisteminde ve uluslararası sistemde ilerleme olacağına inanmak gerekir.
18. yüzyıl aydınlanma döneminin varsayımlarını temel almaktadır. Liberalizm belli bir amaç ve idealleri olan bir siyasal düşünce geleneğini temsil etmektedir. Liberalizm devletin üniter bir oyuncu olmadığını, devletin eylemlerinde çoğulculuğun etkili olduğunu savunur. John Locke, liberalizmin öncüsü olarak kabul edilmektedir. Yani yegane aktör devlet değildir. Ticari firmalar, kuruluşlar, özel kişiler aracılığıyla da devletler arası etkileşim gerçekleşir. Faydacı mantığa sahip olan liberalizmde insanın önceliği, zenginliği amaçlanır. Bunun için serbest piyasayı önerir. Devlet müdahalesinin bireye zarar verdiğini söyler.
Uluslararası ilişkilerde realizm esas olarak güvenlik ve maddi güçle ilgilenirken liberalizm daha çok ekonomik karşılıklı bağımlılık ve devletin iç politika faktörleriyle ilgilenir.
İnşaacılık (Konstrüktivizm)
1990’ların başından itibaren uluslararası ilişkilerde yaygınlaşan inşacılık olarak uluslararası sistemin sosyal-kültürel yapısına, bu yapının devlet kimliklerini ve ulusal çıkar tanımlarını şekillendirmesine ve bu yapı içinde devletlerin sosyal aktörler olarak yerindelik/uygunluk mantığı içinde hareket etmelerine vurgu yapmışlardır. Dünyanın insan faaliyetlerini şekillendirdiği varsayımını da tamamen reddeder. Ontolojik olarak, insan doğası ve faaliyetlerine ilişkin rasyonalist kavramsallaştırmaya da itiraz etmektedirler. Bu bağlamda, bir yandan aktörlerin kimliklerinin sosyal bir biçimde inşa edildiği iddia edilirken diğer yandan çıkarların ve faaliyetlerin oluşumunda kimliğin oynadığı rol vurgulanmaktadır. Normatif olarak ise değerlerden arındırılmış bir bilginin olabilirliğini sorgulayan bu teorilerin, böylesi bir bilginin varlığını reddettiği görülür.
İnşaacılık en çok uluslararası ilişkiler sistemindeki fikirlerin rolünü analiz etmeye odaklanmıştır. Hem rasyonalist hem de post-pozitvist terimlerden yararlanır. İnşaacılıkta algı çok önemlidir. Devletler önce kim olduklarına (kimlik) karar verip sonrada ona göre davranışlarını belirlerler. Örnekle açıklayacak olursak, ABD ordusundaki bir artışın Küba ve Rusya’da (ezeli düşman) olumsuz bir algı, Kanada ve Büyük Britanya’da (ezeli dost) olumlu algı yaratacağı düşünülür.