The Bold Type: Feminizm, Kadın Gücü ve Gerçek Dostluğa Dair
Moda, Kariyer ve Feminizmin Kesişim Noktasında Cesur Bir Hikâye
Moda, aktivizm ve modern dostluk hikâyelerinin odağında bir dizi: The Bold Type. Bu dizinin ismini çok önceden duymuştum. Hatta Mutlaka İzleyeceklerim listesine de kaydetmiştim fakat izlemek için bir türlü vakit bulamamıştım. Geçen ay nihayet tüm bölümlerini izleyip bitirdim! Kadınları ön plana alan ve onların güçlü yanlarına odaklanan dizileri zaten çok severim. Ve tabii ki bu diziye de bayıldım. Cosmopolitan Dergisi'nin eski genel yayın yönetmeni Joanna Coles’un hayatından esinlenerek çekilen dizi; renkli dekorları, yüksek tempolu şehir yaşamı ve çarpıcı moda detaylarının yanında güncel toplumsal meselelere dokunan, modern kadın dostluğunu konu alan hikâyesiyle de öne çıkıyor.
Bu dizi hakkında o kadar çok şey anlatmak istiyorum ki! Ama elbette tüm anlatmak istediklerimi bu yazıya sığdırmak zorundayım. Öncelikle kısaca dizimizin konusundan bahsedelim. Hikâyemiz, New York’ta yayın yapan moda ve yaşam tarzı dergisi Scarlet’ın genç çalışanlarının hem profesyonel hem de kişisel hayatlarını merkezine alıyor. Scarlet Dergisi'nde öylesine renkli, eğlenceli ve özgür bir çalışma ortamı var ki, dizi boyunca keşke gerçekten böyle bir dergi olsaydı da orada çalışabilseydim dedim. Gerçekten öyle kolay kolay bulunamayacak bir iş ortamı! Derginin genel yayın yönetmeni bizim bildiğimiz patronlardan değil; nazik, öğretici, korumacı tam anlamıyla bir akıl hocası. Ve çalışanların birbirleriyle ilişkileri de öyle. Destekleyici, samimi ve doğal. Scarlet'ı övme işimiz bittiğine göre hikayemizin gerçek kahramanları olan Jane Sloan, Kat Edison ve Sutton Brady'e dönebiliriz. Ah bu kadınlar! Üçü de akıllı, çalışkan, hırslı, kendi ayaklarının üzerinde durabilecek kadar güçlü ve hatalar yapsalar da bunlardan ders çıkarabilecek kadar da olgun bir karaktere sahipler. Ama beni karakterleri kadar birbirleriyle olan dostluk ilişkileri de çok etkiledi. Jane ve Kat dergide stajyer iken, Sutton ise bir arkadaşının yerine sekreterlik işine bakarken tanışıyorlar. Bu tanışmayla beraber hiç bitmeyecek güçlü dostluklarının temeli atılmış oluyor. Bir süre geçtikten sonra Kat, derginin sosyal medya yöneticiliği, Jane ise yazarlık koltuğuna oturuyor. Canım Sutton da ne yazık ki bir süre daha editör sekreteri olarak devam ediyor. Ama tabii ki sadece bir süreliğine. Bu konuya daha sonra değineceğim. Şimdi ana karakterlerimizin biraz daha derinlerine inmek istiyorum.
Jane, henüz küçük bir çocukken annesini meme kanseri nedeniyle kaybetmiş, babası ve erkek kardeşiyle birlikte büyümüş. En büyük tutkusu yazarlık olan Jane'in çocukluğundan beri hayali, bir abla olarak gördüğü Scarlet Dergisi'nde yazar olmaktı. İdealist, kuralcı ve yazarlığa romantik bakan biri olan Jane, hedefine ulaşarak Scarlet yazarı olmayı başardı. Kat, varlıklı psikiyatrist ailenin tek çocuğu. Kalıplara sığmayan, siyahi, queer feminist. İdealist bir ailede yetişmiş ve kendisi de oldukça idealist bir karaktere sahip. Öyle ki gencecik yaşında Scarlet gibi bir derginin sosyal medya direktörü olmuş. Kendisi aynı zamanda bir aktivist. İnsan hakları, kadın hakları ve feminizm konularına çok fazla yoğunlaşıyor. Hatta sosyal medyayı da bu alanlar için kullanmayı ihmal etmiyor. Sutton ise zor bir çocukluk geçirmiş. Çocukluğunda babası, kendisini ve annesini terk etmiş. Annesi de tam bir umutsuz vaka. Alkol bağımlısı olduğu için Sutton'la yeteri kadar ilgilenememiş. Maddi sıkıntı da çekmişler. Sutton kendi kendine yetmeyi başarmış, finans alanında üniversite eğitimi almış. Fakat yolu bir şekilde Scarlet Dergisi'ne düşmüş. Orada da kendisine yepyeni bir yol çizmiş.
Hikayemiz Jane'in Scarlet Yazarı koltuğuna oturmasıyla başlıyor. Stajyer yazarlıktan, kadrolu yazarlığa geçiş yapan Jane, yapacağı işlerle derginin genel yayın yönetmeni Jacqueline Carlyle'a kendisini kanıtlamak zorundadır. Jane, kariyerinin başlarında moda ve ilişkiler hakkında yazılar yazar. Ancak aklı hep siyaset, kadın hakları ve feminizm gibi derinlikli ve zor konulardadır. Aslında Jane; moda, güzellik ve ilişki gibi konularda bile insan hikayelerine dokunabiliyor. Jacqueline, o kadar mükemmel bir patron ki yazının başında da belirttiğim gibi çalışanlarına bir patrondan çok bir mentör, bir akıl hocası gibi davranıyor. Jane'e de sürekli sınırlarının dışına çıkmasını, çok daha zor işleri yapmaya cesaret etmesini öğütlüyor. Scarlet’ın “yükselen yıldızı” olarak görülen Jane'in en başarılı yazılarından biri ise sürekli aynı parka gelerek saatlerce elindeki adalet terazisi ile duran ve bu yolla bir çeşit sessiz protestoya imza atan cinsel şiddet mağduru kadının odağında tüm mağdur kadınların seslerini duyurabilmesini sağlayan yazısıydı. Jacqueline'in de geçmişte editör poziyonunda çalışırken iş yerinde patronunun cinsel saldırısına maruz kalmış olması ve o parka giderek adalet terzisini eline alması dizinin en dokunaklı sahnelerinden birisiydi. Bu haber öylesine ses getirdi ki Jane, Jacqueline'le yaşadığı bu olay hakkında yaptığı 'Yükü Taşımak' adlı röportajıyla ödüle bile layık görüldü. Biraz da Jane'in özel hayatından bahsedelim. Jane, o kadar idealist ve kariyerine yönelmiş bir durumda ki bir türlü ciddi ilişkiye vakit ayıramıyor. Ta ki Pinstripe dergisinde seks yazarı olan Ryan Decker ile tanışıncaya kadar. Ona ilk orgazmını yaşatan nazik, centilmen ve zeki Ryan yıllardır yalnız olan Jane'in kalbini yeniden çarptırmayı başarıyor. Ve ikili arasında romantik ve aşk dolu bir ilişki başlıyor.
Arkadaş grubunun bir diğer üyesi olan Kate, en az Jane kadar idealist ama çok daha cesur, gözü kara ve haksızlıklara karşı susmayan bir yapıya sahip. Tabii bu huyu ne kadar iyi olsa da başına birçok iş de açıyor. Kate'in hayatı kendisi gibi normlara meydan okuyan fotoğraf sanatçısı Adena El-Amin ile kesişmesiyle birlikte farklı bir yöne doğru evriliyor. Adena, hem Müslüman hem göçmen hem de queer bir karakter olarak ekranlarda nadir görülen bir birleşimi temsil ediyor. Scarlet Dergisi Adena'yla bir röportaj yapmak istiyor, Adena önce kabul ediyor fakat sonra vazgeçiyor. Evet, doğru tahmin ettiniz! İkilinin yolu böyle kesişiyor. Kate, Adena'yı röportaj için ikna etmeye çalışıyor ve tabii ki sonunda da başarıyor. Bu tanışma ikili arasında tutkulu bir aşkın filizlenmesine neden oluyor. Hatta Kat, lezbiyen olduğunu Adena sayesinde keşfediyor. Ama ilişkileri zaman geçtikçe toksik bir hale bürünüyor. Dizi boyunca ilişkileri bir dargın bir barışık şekilde ilerliyor. Adena'nın göçmen olması ve ABD'de göçmenlere karşı olan tutum, vize almasında yaşadığı sıkıntılar ilişkilerini bin kat daha zor bir duruma sokuyor. Kate'in aktivist, cesur ve özgürlükçü biri olduğundan bahsetmiştim. Meme ucunu özgür bırak hareketi başta olmak üzere sosyal medyayı da kullanarak pek çok feminist hareketin öncüsü olmayı başarıyor. Ve işte bundandır ki Kate, şehirde bulunan tek lezbiyen bar, belediye meclisi kararıyla kapatılmak istendiğinde buna sessiz kalamayarak meclis üyesi adayı oluyor. Adaylığa hazırlanmasında kendisine yardım eden kampanya yöneticisi Tia ile bir ilişki yaşamaya başlıyor. Tabii bu ilişki Adena ile ayrı oldukları dönemde gerçekleşiyor ama kısa ilişkilerin kadını Kat, bu ilişkisini de uzun süre sürdüremiyor. Bu adaylık için gece gündüz demeden canla başla çalışıyor ancak ne yazık ki seçimi kazanamıyor. Ve işte bu üçlünün en sevdiğim yanlarından biri de ne kadar kaybederlerse kaybetsinler tekrar ayağa kalkmaları ve birbirlerinin dostluklarına sıkıca sarılmaları. Jane ve Sutton elbette Kate'e desteklerini hiç esirgemiyorlar. Çünkü onlarınki öylesine bir arkadaşlık değil, gerçek bir dostluk.
Canım Sutton, artık sekreterlik yapıp sürekli telefonlara bakmaktan bıkmış durumda. Her ne kadar üniversitede finans okumuş olsa da Sutton'ın çok sonradan varlığını keşfettiği tutkusu bambaşka: Moda. Evet, Sutton çocukluğundan beri modaya aşık. Onun ilişki durumu ise biraz daha karmaşık çünkü derginin yönetim kurulu üyesi, avukat, yakışıklı Richard Hunter ile yaşadığı gizli saklı aşk Sutton'ın en büyük sınavlarından biri haline geliyor. Ve bir dargın bir barışık ilişki konusunda Kate-Adena ikilisinden aşağı kalır yanları da yok.
Jane feminizm ve kadın hakları üzerine çarpıcı yazılar yazmaya devam ediyor. Ama tabii hayat sürprizlerle dolu olduğu için kötü bir sürpriz Jane'in hayatına bomba gibi düşüyor. Jane’in annesinin genç yaşta meme kanserinden hayatını kaybettiğini söylemiştim. Bu kayıp, Jane’in hayatında bir gölge olarak kalıyor. Dergi için bir doktorla yaptığı röportajın etkisiyle BRCA gen testi yaptırıyor ve test sonucu pozitif çıkıyor. Yani bu onun da gelecekte meme kanserine yakalanma riskinin oldukça yüksek olduğu anlamına geliyor. Bu sonuç, Jane’in özel hayatını olumsuz yönde etkilese de kariyerini olumlu bir yönde etkiliyor. Çünkü o, bu kişisel deneyimini Scarlet için yazıya dönüştürüyor. Böylece kariyerinde eskisinden çok daha güçlü bir şekilde parlıyor. Jane kendi kırılganlığını ortaya koyan cesur bir gazeteci olduğunu herkese göstermesinin yanı sıra kadın sağlığı konularının medyada yeterince işlenmemesine dair de güçlü bir mesaj veriyor. BRCA gen mutasyonu sonucunda Jane, gelecekte olası bir kanser durumunda anne olamayacağını da öğreniyor. Bu da doğurganlığını tehdit eden bir durum. Henüz genç yaşta biri olarak, anne olup olmayacağına karar vermek zorunda kalıyor. İşte bu noktada yumurtalıklarını dondurmayı düşünüyor. Tedavinin pahalı olması, çocuk sahibi olmayı istemek ama zamanı gelmeden bu kararı vermek zorunda kalmak ve tedavinin zorlu ve yorucu yan etkileri dizide çok gerçekçi bir biçimde ele alınıyor. Jane’in bu deneyimi, kadınların bedenleri ve gelecekleri hakkında söz sahibi olmalarının önemi hakkında bize çok şey söylüyor. Tüm bunların yanında Jane'in başarısı o kadar yüksek bir noktaya geliyor ki Forbes'un 30 Yaş Altı Yazarlar listesinde bile yer almaya hak kazanıyor!
Dizinin bu kısmı kadınların erken yaşta sağlık kararlarıyla yüzleşmek zorunda kalabileceğini ve bunun ne kadar karmaşık bir süreç olduğunu biz izleyicilere tekrar hatırlatıyor. Ve aynı zamanda dostluğun, kadın dayanışmasının gücünü de vurguluyor, Jane bu süreçte en çok Kat, Sutton ve genel yayın yönetmeni Jacqueline’in desteğiyle ayakta kalıyor. Jane bu tıbbi uygulamanın yüklü maliyetine dikkat çekmek için Scarlet dergisindeki erişilebilir sağlık hizmeti eksikliğiyle ilgili bir makale yayınlıyor. Bu makale derginin yönetim kurulu cephesinde hoş karşılanmasa da Jacqueline, Jane'in arkasında durarak onu savunuyor. Dizide en çok hoşuma giden şeylerden biri de Jacqueline'in ne olursa olsun daima Jane'in arkasında olması. İkisinin arasında o kadar özel ve güçlü bir bağ var ki onlara baktığımda patron-çalışan ilişkisinden çok iki dost, abla-kardeş hatta anne-kız ilişkisi görüyorum. Bu arada değinmeden geçemeyeceğim Jacqueline, gerçekten gerek duruşu ve asaleti gerek kariyerindeki üstün başarısı gerekse öğretici ve olgun tavrıyla çok özel bir kadın. O, herkesin sahip olmak isteyeceği bir patron, abla, dost, anne. Müthiş birisi. Neyse, biz Jane'in hayatından devam edelim. Ne diyordum? Jane'in BRCA-1 pozitif çıkması hayatında bir dönüm noktası oluyor. Bu olay, onun sadece yumurtalık dondurma ve gelecek planlarını değil, aynı zamanda bedenine dair radikal kararları da gündeme getiriyor. Jane, yumurtalıklarını dondurduktan bir süre sonra mastektomi operasyonuna karar veriyor.
Bu kararı vermesi elbette kolay olmuyor. Kendi içinde verdiği çok sayıdaki savaştan sonra Jane 'Ben annem gibi 30 yaşında ölmek istemiyorum, yaşamak istiyorum'
diyerek mastektomi operasyonu oluyor. Jane için bu karar sadece tıbbi bir tercih değil; bu karar kadınlık, beden algısı ve özgüvenle de doğrudan bağlantılı. Jane'de memelerini kaybetme düşüncesi, kimliğinin bir parçasını kaybedecekmiş gibi hissetmesine neden oluyor. Bu süreçte en büyük destekçisi Kat ve Sutton oluyor. Çünkü beyaz atlı prensimiz Ryan ne yazık ki karaktersiz çıkıyor! Ne yaptığını söylemiyorum, izleyince görürsünüz. Ama benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Jane ile olan ilişkilerine çok inanıyordum. Neyse, biz devam edelim. Kat ve Sutton, Jane’in bu kararında adeta bir güven ağı oluşturuyorlar. Sutton’ın mizahi ve rahat tavırları, Kat’in ise daha duygusal ve politik bakış açısı Jane’in yükünü hafifletiyor. Scarlet ofisinde de bu sürecin yalnızca Jane’in değil, tüm ekibin üzerinde iz bıraktığını görüyoruz. Bu, bana kalırsa dizinin dostluk temasını en güçlü şekilde yansıtan bölümlerinden biri oluyor. Jane'in dostluk ve çalışma arkadaşları yönünden ne kadar şanslı olduğunu da daha iyi anlıyoruz. Operasyon sonrası Jane’in iyileşme süreci de dizide gayet gerçekçi bir şekilde işleniyor. Fiziksel acılar, protez ve rekonstrüksiyon seçenekleriyle ilgili kafa karışıklığı ve ruhsal olarak “yeni bir Jane” inşa etme çabası öne çıkıyor. Bu sahneler, kadınların sadece sağlıkla değil, aynı zamanda toplumun dayattığı güzellik normlarıyla da mücadelesini gözler önüne seriyor. Jane bütün bu savaştan yaralarını sararak, eskisinden bile çok daha güçlü çıkıyor. Gazetecilik kariyerine bomba gibi geri dönüyor. Birlikte çalıştığı modelleri istismar eden ünlü moda fotoğrafçısı Pamela Dolan haberi ve States & Nations isimli medya şirketindeki istismar olaylarını konu alan haberi, eski haberleri kadar çok ses getiriyor. Bu haberleri yaparken de en büyük destekçisi yine Jacqueline oluyor. Kadın gerçekten mükemmel. Ama ataerkil iş dünyası böyle mükemmel kadınları aralarında istemedikleri için canım Jacqueline derginin başından alınıyor. Ama sakın korkmayın çok kısa bir süre sonra tekrar koltuğuna oturuyor kraliçe!
Evet, şimdi gelelim cesur, aktivist Kat'in feminist hareketlerine! Kat'in feminizim, kadın ve LGBTQ+ hakları için yaptığı cesurca hamlelerden bahsetmiştim. Kat'in gerçekten de haklarını savunamayanların haklarını savunabilmek için yapamayacağı hiçbir şey yok. Ama ne var ki bu sefer işler onun için pek iyi gitmiyor. Adena'nın ricası üzerine LGBTQ+ bireylerin beyinlerini yıkayıp onları psikolojik baskı yoluyla heteroseksüel birey haline getirmeyi amaçlayan dönüşüm terapisi ile ilgili farkındalık yaratmak için sosyal medyada bir şeyler yapmak istiyor. Ancak bu isteği Scarlet dergisinin yönetim kurulu tarafından onaylanmıyor. Sizce Kat bunu kabul etmiş midir? Tabii ki de hayır! Yönetim kurulu başkanının dönüşüm terapisine büyük bağışlarda bulunduğunu öğreniyor ve bunu tüm dünyaya ifşa ediyor! Ve elbette ki bu sefer işinden oluyor. Kat, bu ifşa yüzünden Scarlet dergisinden atılıyor. E, tabii yönetim kurulu başkanını ifşa etmeninin sonucunun başka türlü olması düşünülemezdi. Kariyerinde bu kadar başarılı olduğu halde politik duruşu yüzünden işsiz kalan Kat, ailesinin sahibi olduğu şık çatı katı dairesinin ipoteğini artık ödeyemeyince bir de evsiz kalıyor. Bu yüzden bir süreliğine Jane'in yanına yerleşiyor. Ama bir şekilde geçimini sağlaması gerektiği için Jane'in de üyesi olduğu The Belle adlı bir kadın sosyal kulübünde barmen-barista olarak işe başlıyor. Ama şu kaderin işine bakın ki Kat'in ifşa ettiği yönetim kurulu üyesinin kızı avukat Ava Safford'un The Belle üyesi olduğu ortaya çıkıyor. Yani Kat nefret ettiği adamın kızını neredeyse her gün görmek zorunda!
Kat, The Belle kulübünde de kalıplara sığamıyor ve barmenlik görevinin yanı sıra bir de kulübün podcast yayıncılığını da üstleniyor. Podcast ilk bölümüyle dinleyicilerden tam not alıyor. Daha sonraki bölümler de çok beğeniliyor. Fakat kulüp yöneticisi Kat'e podcast yayınlarına onunla hep aynı politik düşüncede olan kişilerin katıldığını belirterek daha farklı düşüncelere de yer vermesi gerektiğini söylüyor. Ve bunun için de en doğru isim ise muhafazakar düşünce yapısına sahip Ava Safford! Ava, Kat'in podcast programına konuk oluyor ve aralarında gerilim dolu bir sohbet yaşanıyor. Ava, bu sohbet esnasında aslında lezbiyen olduğunu ve bu kimliğini şimdiye kadar gizlediğinden bahsediyor. Ava, her geçen gün Kat'e biraz daha çekici gelmeye başlıyor. Aralarındaki çekim göz ardı edilemeyecek kadar fazla. Zıt kutuplar birbirini çeker misali, gitgide birbirlerine çekiliyorlar. Aralarında çok kısa ve ateşli bir ilişki gelişiyor. Ama Kat, birbirlerinden tamamen zıt düşüncede olmaları nedeniyle ilişkilerine kesin olarak nokta koyuyor. Ne yalan söyleyeyim; siyahi, ilerici, queer bir kadın olan Kat'in, göçmen karşıtı, bağnaz ve dönüşüm terapisinin savunucusu biriyle kısacık da olsa ilişki yaşadığını görmek bende inanılmaz bir hayal kırıklığı yaşattı. Senarist keşke böyle bir hata yapmasaydı. Bence onlar her zaman düşman olarak kalmalıydı! Neyse ki canım Kat, hep böyle saçmalıklar yapmıyor.
Ava işi bittikten sonra çok önemli ve faydalı bir projeye imza atıyor. Kat, The Belle kulübüne iş başvurusu için gelen eski okul arkadaşıyla karşılaşıyor. Onun cezavinden yeni çıktığını ve bu yüzden de iş bulmakta çok zorlandığını öğreniyor. Kat'i artık az da olsa tanımışsınızdır. Tabii ki hiçbir şey yapmadan duramıyor. Arkadaşının iş bulabilmesine yardım edebilmek ve bu konuda farkındalık oluşturabilmek için en etkili silahı olan sosyal medyayı kullanıyor ve arkadaşıyla birlikte bir video çekiyor. Ama ne var ki video dikkat çekse de arkadaşının iş bulmasını sağlayamıyor. Kat de çok daha geniş kapsamlı düşünüyor ve bir proje hazırlıyor. Bu projeyi sosyal medya, web sitesi, podcast ve blog yayıncılığı gibi çok farklı dijital mecraların bir araya geldiği, güçlü ve büyük bir girişim olarak hayata geçirmeyi planlıyor. Bu projenin hazırlık aşamasında Adena da onu yalnız bırakmıyor. Fakat projeyi hayata geçirebilmesi için bir yatırımcı bulması gerekiyor. Gece gündüz yatırımcı bulmaya çalışırken Jacqueline ile olan bir karşılasmasında ona projeden söz ediyor. Bunun sonucunda Jacqueline ona projesini Scarlet çatısı altında hayata geçirmeyi teklif ediyor. Kat bir süre düşündükten sonra teklifi kabul ediyor ve uzun bir aradan sonra tekrar Scarlet degisinde çalışmaya başlıyor. Kat geri döndükten bir süre sonra Jacqueline, emekli olmaya karar veriyor. Yani, yerine geçecek yeni bir genel yayın yönetmeni belirlemesi gerekecek. Tahmin edersiniz ki bu isim bizim üçlüden biri! Ama hangisi? Onu da size bırakıyorum. İzleyince bu isme biraz şaşıracaksınız benden söylemesi. Çünkü Jacqueline, ilk karar verdiği isimden vazgeçerek gerçek bir ters köşeye imza atıyor!
Yazı boyunca Sutton'dan neden çok az bahsettiğimi merak ettiğinizi biliyorum. Bunun nedeni elbette Sutton'ı sevmemem değil. Yalnızca Jane ve Kat'in yaşadıkları olaylar feminizm, kadın hakları ve güncel toplumsal meselelerle daha yakından ilgiliydi. Yoksa Sutton da en az Jane ve Kat kadar mükemmel bir kadın! Ne yazık ki onun kariyeri diğer ikisine göre çok daha inişli çıkışlı. Çocukluğundan beri modaya aşık, üniversitede finans okudu ve Scarlet dergisindeki bir editörün telefonlarına bakıyor. Sutton'ın çocukluğunda maddi sıkıntılar çektiğini söylemiştim, bu maddi sıkıntılar üniversite tercihine de yansımış ve sırf masraf çıkmasın diye evine yakın olan bir üniversitede hiç istemediği bir bölüm olan finans bölümünü okumuş. Ne kadar da tanıdık değil mi? Gerçek hayatta kim bilir kaç kişi bu durumu yaşadı? Sutton çok güçlü bir kadın, hiç pes etmemiş. Mezuniyetinin ardından farklı işlerde çalışmış. Scarlet dergisine sekreter arkadaşının rahatsızlığı sırasında onun yerine bakmak amacıyla girmiş. Arkadaşı işinin başına geri dönünce de oradaki bir editörü muhteşem ikna yeteneğini kullanarak sekreteri olmaya ikna etmiş. Üç yıl boyunca da bu görevine devam etmiş. Ama bu işin maaşı artık Sutton'ın giderlerini karşılamaya yetmemeye başlıyor. Kendine ait bir evi yok, Jane ile aynı evi paylaşıyorlar. Fakat Sutton yine de maaşıyla tam anlamıyla geçinemiyor. Bu yüzden dergide reklam ve pazarlama departmanında bir pozisyon açıldığında maaşı yüksek olduğu için başvurmak istiyor. Sutton'ın derginin yönetim kurulu üyesi, avukat Richard Hunter ile bir ilişki yaşadığını söylemiştim. Richard da sevgilisine yardım etmek için insan kaynaklarına onu övüyor. Ama işte dedim ya, Sutton'ın aklı hep modada. O yüzden maaşı ne kadar iyi olursa olsun, bu işe girmekten vazgeçiyor. Bir süre sonra dergide asistan stilist poziyonu açıldığını öğreniyor ve bu fırsatı kaçırmak istemiyor. Hemen bu pozisyona başvuruyor. Ancak başvurusu moda diploması engeline takılıyor. Tabii Sutton tutkusundan öyle kolay kolay vazgeçmiyor. Başstilist Oliver'ın gözüne girip işi alabilmek için çocukluğundan bugüne gerçek Sutton'ı anlatan şahane bir moodboard (ilham panosu) hazırlıyor. Ve işi almayı başarıyor! Ama çok küçük bir sorun var: Bu pozisyonun maaşı eski işinin maaşından bile daha az. Neyse ki Sutton, Oliver'ı hiç değilse ilerleyen zamanlarda maaşına zam yapma konusunda ikna edebiliyor. Ve kızımız artık asistan da olsa çok sevdiği ışıltılı moda dünyasına hızlı bir giriş yapıyor.
Sutton nihayet hayallerine adım adım yaklaşıyor. Dergi için yaptığı başarılı styling çalışmalarıyla her geçen gün daha da parlıyor. Fakat aradan bir süre geçtikten sonra moda tasarımcılığına heves ediyor. Asıl tutkusunun giydirmek değil, tasarlamak olduğunu düşünüyor. Kısa süreli bir tasarımcılık eğitimi programına başvuruyor ve kazanıyor. Bu konuda onu en çok da Oliver destekliyor. Oliver, duygusal kekim, zaten her konuda Sutton'ın arkasında. Sutton'a patrondan çok bir dost gibi davranıyor. Onun da çok derin ve duygusal bir hikayesi var. Burada bahsetmeyeceğim. İzleyince Oliver'ı siz de en az benim kadar çok seveceksiniz, eminim. Neyse, Sutton eğitim programını muhteşem bir defileyle tamamlıyor. Tasarımları çok beğeniliyor, hatta sipariş bile alıyor. Peki sonra ne mi oluyor? Sutton, tasarımın kendisine göre olmadığını keşfediyor. Tek başına kıyafet dikip bireysel çalışmaktan ziyade ışıkların altında, kalabalığın içinde olup insanları giydirmeyi sevdiğini fark ediyor. Evet, dediğim kadar varmış, öyle değil mi? Sutton'ın kariyer durumu gerçekten de biraz karmaşık. Sutton artık yoluna stilist olarak devam etmeye karar verdikten sonra başarılı olmak için var gücüyle çalışıyor. Elbette arada hatalar da yapıyor ama Oliver bunların hepsini anlayışla karşılıyor. Belli bir süre sonra Sutton artık -haklı olarak- asistan stilislikten kadrolu stilistlik pozisyonuna geçmek istiyor. Oliver önce bunun için derginin yeteri kadar bütçesi olmadığını söylüyor ama sonra Sutton'ın özel hayatının en kritik döneminde terfi geliyor. Bu kritik dönemi merak ettiğinize eminim. Şimdi bunu anlatacağım.
Gelelim Sutton'ın özel hayatına. Onun özel hayatı, kariyer yaşamından kesinlikle çok daha karışık! Sutton, Scarlet dergisinde çalışanların birbirleriyle aşk yaşamaları yasak olduğu için yönetim kurulu üyesi, avukat Richard Hunter ile bir süredir gizli bir ilişki sürdürüyor. Ancak bir süre sonra dergide insan kaynaklarına bildirmek şartıyla bu ilişki yasağı kalkıyor. Richard, Sutton'ı çok seviyor ve ondan vazgeçmek istemiyor. Bu yüzden ilişkimizi insan kaynaklarına bildirip açıkça yaşayalım diyor. Sutton bunu kabul etmiyor. Richard'ı sevmediği için değil, sadece onun dergideki statüsü çok daha yüksek olduğu için Sutton, Richard sayesinde bir şeyleri başarmış olduğu yönünde dedikodular çıkmasını istemiyor. İlk anda Sutton'a kızacaksınız belki ama aslında haklı. Çünkü iş dünyasında kadınların hep erkekler sayesinde bir yerlere gelebildiği düşünülüyor. Sutton bunu kabul etmeyince Richard ondan ayrılıyor. Bu ayrılık biraz uzun süreli oluyor. Öyle ki ayrılık esnasında Richard eski sevgilisiyle nişanlanıyor, Sutton ise farklı kişilerle geçici ilişkiler yaşıyor. Ama moralinizi bozmayın. Aşıklar tekrar bir araya geliyor. Hem de bu kez her şey daha farklı çünkü Richard Sutton'a evlenme teklif ediyor ve Sutton da kabul ediyor. Onlar artık resmen nişanlı! Kısa bir nişanlılık döneminden sonra nihayet evleniyorlar ama tam evlenme aşamasında ilişkileri bir kez daha sınanıyor. Richard çocukluğundan beri kurduğu girişimcilik hayali için işini bırakıp eyalet değiştirmek istiyor. Sutton önce onunla geleceğini söylüyor fakat yıllardır beklediği terfiyi alınca gitmekten vazgeçiyor. Bunu Richard'a söylediğinde ayrılma noktasına geliyorlar. Richard Sutton'ı öylesine çok seviyor ki evliliklerini uzaktan, arada sırada görüşerek sürdürmeyi bile kabul ediyor. Böylece aşkları evlilikle taçlanıyor. Henüz evliliklerinin ilk aylarında ise aralarında yeni bir kriz patlak veriyor: Çocuk. Sutton, evlendikten kısa bir süre sonra hamile kalıyor. Bu habere seviniyor, bu çocuğu istediğini düşünüyor. Haberi almasının üzerinden sadece çok kısa bir zaman geçtikten sonra düşük yapıyor. Bunun ardından Sutton arkadaşlarına aslında bu habere üzülmem lazım ama ben hiçbir şey hissetmiyorum diyor. Hatta düşük yaptığı için kendisini rahatlamış gibi hissettiğini söylüyor. Richard ise deli gibi baba olmak istiyor. Sutton ona hiçbir zaman bir çocuk sahibi olmak istemediğini itiraf ettiğinde de kıyamet kopuyor. İlişkileri bu kez geri dönülemez bir şekilde sarsılıyor. Peki tekrar bir araya gelebilirler mi? Bu sorunun cevabını dizinin finalinde alacaksınız. Ben söylemiyorum! Dizinin bu kısmı da feminizm ve kadın hakları konularında farkındalık oluşturmak adına çok başarılı işlenmiş. Özellikle evli kadınlara toplum tarafından yapılan mutlaka çocuk sahibi olmalısın baskısına hiçbir kadının boyun eğmek zorunda olmadığı ve bir kadının anne olma hakkına sahip olduğu kadar hiçbir zaman anne olmama hakkına da sahip olması gerektiği mesajı gayet sade ve etkileyici bir biçimde verilmiş.
Özetlemek gerekirse ben bu diziyi çok sevdim. Dizinin sevdiğim tarafları sadece cinsiyet eşitliği, cinsellik, ırk, göçmenlik, LGBTQ+ hakları, kadın bedeni ve kadın sağlığı gibi zor ve cesur konulara ışık tutuyor olması değil. Ben bu dizideki kadınları, o kadınların biz kadınların gerçek hayatta yaşadığı aşkları, kariyer zorluklarını, sağlık sorunlarını, psikolojik yıkımları, ayağa kalkmaları, zor kararları, öfkeleri, sevinçleri, ayrılıkları, tüm dönüm noktalarını bizzat yaşamalarını sevdim. Aramızda Kat gibi cinsel kimliği hakkında zor kararlar veren, Sutton gibi sevdiği adam çocuk istediği halde bedeni ve geleceği ile ilgili tek söz sahibinin kendisi olmasını isteyen, Jane gibi meme sağlığı konusunda sorunlar yaşayan kadınlar var. Biz varız! Bunları yaşadık ya da yaşayabiliriz. Ama her şeye rağmen biz kadınlar birbirimize her zaman destek olmalıyız! Çünkü dostluk her şeyden çok daha güçlü ve gerçek.
Kat'i de, Sutton'ı da, Jane'i de çok sevdim. Fakat kişisel olarak sorarsınız, belki karakterini ve kariyer yolunu kendime daha yakın bulduğumdan Jane'i bir farklı sevdim. Onu gerçekten çok özleyeceğim! Tabii ki yalnızca onu değil. Kat'i, Sutton'ı, birlikte eğlenmelerini, 'fashion closet' sohbetlerini, gerçek dostluklarını, hepsini. The Bold Type, ciddi meseleleri bile bir kahve sohbeti rahatlığında anlatan, izleyicisine hem ilham hem moral veren bir dizi. Hem moda dergisi havasını hem de politik cesareti çok başarılı bir şekilde harmanlamış.
Eğer moda, aktivizm ve kadın dostluğu hikâyelerinin birleştiği renkli bir dünya arıyorsanız The Bold Type sizi kesinlikle içine çekecek. Dizideki tüm karakterlere bağlanmanız ve Jacqueline gibi bir patronunuzun olmasını, Adena gibi ilham veren biriyle tanışmayı ve Jane gibi “kalemiyle dünyayı değiştirmeye çalışan” bir dostunuzun olmasını istemeniz kaçınılmaz olacak!