"The Bold Type" Feminizmin Cesur Magazini

Feminizmin cesur magazini Scarlet dergisinin başrolü olan kadınların hayatını okumaya hazır olun!


The Bold Type, ilk kez Haziran 2017 yılında yayınlanan, aslında hepimizin ilgisini çeken türden bir klasik Amerikan komedi-drama dizisi gibidir diyebiliriz fakat klasik diyerek diziyi sınırlarsak haksızlık ederiz çünkü 15 yaşındaki bizlerin hayalini kurduğu, yerinde olmak istediği o New York City dünyasında bir magazin dergisinde çalışan kadınların dramatik ve eğlenceli hayatlarına odaklansa da dizi, değinilen konularla günümüzün gündemine adapte edilmiş, yenilikçi bir dizidir. Dizinin ana konusu, Cosmopolitan dergisinin yazı işleri müdürü olan Joanne Coles'un hayatından esinlenerek oluşturulan, kurgusal olan 'Scarlet' adlı bir kadın magazin dergisinde önce stajyer olarak başlayıp sonradan kendilerine güvenen tavırlarıyla beraber hem en yakın arkadaş hem de iş arkadaşı olarak devam eden üç genç kadının aşk, dostluk ve çalışma hayatlarında olan ilgi çekici olaylarla, cesur olmanın tanımını tekrar düşündürmesidir.

The Bold Type'ı diğer dizilerden ayıran ve dizinin klişeliğini kıran nokta, gün içinde hepimizin başına gelebilecek olayların ele alınma şeklinin farklı olmasıdır. Hepimiz bir gün sevgililerimizden ayrılabilir, iş hayatımızda problemler yaşayabilir, ırk/dil/din/cinsiyet konularından dolayı toplum arasında ayrıştırılabiliriz ancak The Bold Type'ın dünyasında, Scarlet'in başarılı yazarı Jane, isyankar sosyal medya direktörü olan Kat ve güleryüzlü dergi stilisti Sutton'ın yaşadığı bu tarz problemlere karşı geliştirilen duyarlılığa odaklanan ve yüzümüzü tebessüm ettiren çözümler, bir yandan dizi karakterlerine diğer yandan da izleyicilerine, olaylara iki taraflı bakmanın nasıl gerçekleştirildiğini öğreterek başka bakış açılarına kapılar aralıyor. Böylece, magazin dünyasında feminizimin cesur haline şahit oluyoruz.

Dostvari tavırlarıyla kurgu olduğu anında göze çarpan, gerçek hayatta belki hiç karşılaşamayacağınız bir karakter olan Jacqueline Carlyle, ne kadar fark edip etmediğini bazen sorguladığınız Jane Sloan'un cesaretlendirici, yeni deneyimler yaşatan müdürü ve her zaman Jane'in içindeki vizyonu bir üst kademeye taşıması için ona yol gösteriyor. Jane'e korkularıyla yüzleşmesi için fırsatlar sunuyor. Jacqueline'nin en büyük desteğini ise Jane'in embriyolarını dondurma kararı almasında ve bunu bir yazıya dökmesinde büyük rol oynamasıyla görüyoruz. Jane'in embriyolarını dondurma kararı almasının sebebi, annesinin genç yaşta meme kanserinden vefat edip Jane'in de genç yaşta bu kansere neden olan gen mutasyon testinin pozitif çıkması ancak Jane bu süreçte, çalıştığı dergi Scarlet'in sağlık sigortasında embriyo dondurmayı karşılanmadığını öğreniyor. Scarlet'in bir kadın magazin dergisi olduğunu hepimiz biliyoruz, mottoları da ''her zaman güçlü kadınlar''dı ancak sağlık sigortasında bile kadın-erkek eşitsizliği ön plana çıkıyor. Tam da burada Jane bu konu hakkında yazıyor ve Jacqueline'nin yardımıyla paylaşıyorlar. Jane, kaderini değiştiren bu yazıyla planını hayata geçirebilme fırsatı buluyor. Dizide geçen bu olay, kadınların sağlıklarının gelişmiş ülkelerde/şirketlerde bile aslında ne kadar göz ardı edildiğinin bir kanıtı oluyor ve bu yüzden Jane ve Jacqueline'nin mücadelesiyle, Scarlet dergisinin feminizmde cesur bir ilki tekrar gerçekleştirdiğini görüyoruz. Ek olarak, dizinin ilerleyen bölümlerinde Jane'in bu mücadelesinin detaylarını ve başkalarından nasıl destek aldığını görmekteyiz.

Dizi boyunca aslında Scarlet'in Sosyal Medya Direktörü olan Kat Edison'un ataerkillik, cinsel kimlik/yönelim (LGBT+) ve ırk konularıyla savaşını görüyoruz. Meclis seçimlerinde karşılaştığı ırk konularından Instagram'ın çıplaklık politikalarına kadar her alanda bu konularla ilgili mücadele edişi bizi gururlandırıyor. Kat'in bu alanlarda verdiği savaşlar, çevresinin ve Scarlet ailesinin verdiği destekle hayatına anlam katıyor. Yeri geliyor kendi başına kalmış hissedebiliyor, çaresiz olduğunu düşünebiliyor ama sonunda hep ataerkillik karşısında kazananın Kat Edison olmasıyla, kendisine olan inancı artıyor. Savaş verdiği alanlarda günün kahramanı oluyor. Yine de dizide en ilgi çekici hikayesi cinsel kimlik hikayesi olarak düşünülüyor. Sevgilisi Adena'nın kendisini Müslüman feminist lezbiyen olarak tanıtıp bununla gurur duymasıyla dizide bu tür sıfatların ayrıştırıcı bir yanı olmadığının, kişinin kendi kimliğini belirlemek için normal olarak kullanıldığının vurgusuyla Kat'in kendini keşfetme macerası, karakterin kendisi için de daha ön planda oluyor.

Sutton Brady'nin hikayesi ise hayallerimizin peşinden ne olursa olsun gitmemiz için ders almamız gereken bir konu. Kariyer, hayatımızın önemli bir parçası olabilir vurgusu Sutton Brady karakteri üzerinden çok nazik bir şekilde işleniyor. Küçüklüğünden beri yetişkin olmak zorunda kalan Sutton, Scarlet'te asistan olarak çalışırken moda tutkusunun peşinden giderek, moda sektöründe çalışmaya başlıyor ki burada da en büyük desteği yine Scarlet içindeki insanlardan görüyor. Dizinin ilerleyen sezonlarında aşk ve kariyer arasında kalış hikayesine daha çok odaklanılıyor ve bu sefer de bu iki konu arasındaki dengeyi nasıl tutturduğunu küçük ama anlamlı detaylarla izliyoruz.

Bu kadın gücünün ve kadına verilen değerinin işlenişiyle aslında bütün karakterlerin hayatından eşit parçalar görüyoruz. Hani bilirsiniz, bazı dizilerde elbet bir karakter daha ön plana çıkar, diğer karakter hakkında daha az şey biliriz, The Bold Type işte o türden bir dizi denemez. Üç kadının da hayatlarındaki bütün alanlarda eşit parçada bir konu işlenişini seyrediyoruz dizinin bütün sezonları boyunca ve hepsinin problemlerinin naif çözümüyle hayatımızda feminizmin yanlış algısının kırılışını izliyoruz. Ekranlarda görmek istediğimiz eşitlik de bu aslında, ne bir ırkın, cinsiyetin, dilin diğerinden üstünlüğünü ne de başka bir şeyini görmek istiyoruz. Tek istediğimiz cesur şekilde herkesin eşit ve adil bir dünyada yaşama şekli. The Bold Type bu konuda başarılı bir iş çıkarmış oluyor. Bu yüzden, sizi New York City yaşamının büyüsüne kaptırmayı başaracak olan bu üç kadını izlemek için şans verin.