The Face of the Jellyfish

Uyandığımda farklı bir yüzüm olsaydı ilk işim oturup kendime bir mektup yazmak olurmuş meğer.

Eğer ben olsaydım başrol bu filmde, oturup bir mektup yazardım. Kendimi kimseye anlatmak için değil ama anlamak için hislerimi döner döner tekrar yazardım ve sildiğim her cümleyi bir daha okurdum. Belki içten içe çok isterim bambaşka bir yüzle uyanıp arkama bakmadan kaçmayı her güçsüz gibi ve sonra çokça özlerim hissedebildiğim her şeyi. Ya da kalırım her güçsüz gibi rolüme devam ederim, nasıl göründüğümüzün ne önemi var ki bakabildiğimiz sürece?

Mektubuma şöyle başlardım,

"İnanmazsın belki, artık ben ben değilim. Yani sen kendine bile inanmazsın belki şu saatten sonra, haklısın. Sen zaten pek kimseye inanmazsın da. Neyse. Neler oldu ya kısacık bir gecede, ağladın biraz ve korktun bazı şeylerden. Biraz temiz havaya dağıldı tüm bulutların. Bazen bu kadar kolay seni dağıtmak. Ve ne garip değil mi gözündeki koyu halkalardan şikâyet ettiğin gecenin sabahı yok olan bedenin. Onlarca şeyden şikâyet ediyordun, sevmiyordun işini ve nefret ediyordun ailenle yaşamaktan. Bazen bir sorunun olmasa bile kendin bir fazlalıktın sana. Monoton bir ilişki, gri bir oda. Aslında hiç gerekmeyen kaçışlar, kendi kendine uydurduğun masallar ve inandığın sabahlar. Kolunu kaldıramadığın anların en aydınlık insanları, farkında bile değiller sana verdikleri ilhamın ve aldıklarının senden geri dönüşü olmadan. İyi ki varlar ve keşke yapayalnız olsan bazen.

Ne garip değil mi? Hiçbirinin önemi yok galiba şu an. Hep kaybolmak istediğin andasın ve yerdesin, olman gereken neresi varsa hepsini tepetaklak etmişsin ve tam ortasına oturtumuşsun kendini. Büyük yeşil bir koltuk. Minderlerinin arasına kendini sıkıştırmışsın. Yerleştiğini sanarken her seferinde paraçalarını dökmüşsün orasına ve burasına. Artık hiçbirine ihtiyacın yok. Senin artık sana ait bir burnun bile yok. Lütfen git buradan. Seni sen yaptığını sandığın tüm o saçmalıkları bana bırak. Sen git ve yeni bir ses tonu bul kendine, yeni bir bakış seç. İnsanların hayatına gir, insanlardan kork. Bazen gitmeyi bil, ne kadar küçük ya da önemsiz görünürse görünsün seni mutlu eden ufacık şeyler için cesurca yüzleş kendinle.

Ve bence, bunların hiçbirini yapma içinden gelmediyse en ufak olanının bile. Yakabilirsin tüm gemilerini ve bisikletlerini. İnan kızmam. Kızdığın kadar kızdırabilirsin ve ağladığın her anın acısı için misliyle ağlatabilirsin. Sakin ve özverili olmak üzdüyse seni, hırçınlaşabilirsin. Ve eğer anlatmak istiyorsan içindekileri, en huzursuz hissettiğin o meydanda havuzun kenarına çıkıp bas bas bağırabilirsin içindekileri. Ve eğer derse biri bir şeyler seni hiç tanımadan ve sormadan iyi misin diye, ayırabilirsin ruhunu kollarından yalnızca gözlerinle. Ama yok eğer istemezsen bağırıp çağırmayı o zaman taşmazsın odandan ve akıtmazsın irinlerini olur olmadık estikçe aklına. Oturmak, makul yollarla anlatmak istiyorsan kendini ve duymak istemiyorsan kimsenin gürültüsünü, bizim gibi insanlar alırız hayatına. Ve pek de bir şey yapmayız aslında, ne kendine ne insanlara.

Gücün yoksa eğer değişmeye ve hazır değilsen kendini düzenini bırakmaya, gel otur biraz. Burdan devam edelim. Her şey kaldığı gibiyse ve sensen durmak isteyen kıyafetlerinin içinde, kendine bir hesap vermek zorunda değilsin. Gözler gider ve gözler gelir, belki yüzlerce sebebi vardır yüzünün ve belki de hiçbir anlamı yoktur daha ince dudaklarının. Eğer bir kılavuzu olsaydı, ki yok, muhakkak sorardık emin ol. Ve aslında bundan önce yüzlerce şey sorabilirdik, neyse. Eğer bensem senin kılavuzun ve sensen benimki, güvenmekten başka çaremiz yok ihtimallerimize. Yüzünü yıkayıp kendine gelmek zorunda değilsin elbette, ama sana verebileceğim en iyi tavsiye lütfen o gece giydiğin gümüş rengi eteği çöpe at."

Bambaşka bir yüzle uyanmış "ben" ne hissederdi bilemiyorum ama oturduğum yerden ve 22 yıllık yüzümle bunları söylerdim kendime. Kafamı daha da karıştırırdım ve verdim sandığım güvenle bir başıma kalırdım duvarlarından boyalar kusan odamda. Kabullenme sürecim Marina gibi olur muydu emin değilim. Marina kabullendi mi emin değilim. Filmde görsel eşleşme ve mekanik sesler olmasaydı belki kendimi daha az duyardım, en sevdiğim kısımlarsa onlardı garip bir şekilde. Tekrar izlediğimde kendime bir mektup yazmamaya çalışacağım, siz de öyle yapın bana sorarsanız. İyi seyirler.