TLOU 2

The Last Of Us felsefesi


Bu yazıda The Last of Us üzerine konuşacağız. Spoiler içerir!!

"The Last of Us" hikâyesi, Ellie’nin, dünyayı kasıp kavuran mantar kaynaklı bir zombi salgınına karşı bağışıklığı olmasıyla başlıyor. Yanında da Joel var. Joel, Ellie’yi “Fireflies” diye bir gruba ulaştırmaya çalışıyor çünkü bu grup, Ellie’nin bağışıklığını kullanarak bir aşı geliştirmek istiyor. 

İlk oyunda, türlü belalarla boğuşarak nihayet gruba ulaşıyorlar ama Joel, Ellie'nin hayatı pahasına bir aşı yapılacağını öğreniyor. Ve dayanamayarak Ellie'yi kurtarıyor. Bunun için önüne çıkan herkesi öldürüyor; aralarında bir doktor da var ki o doktor, Abby isimli bir kızın babası. 

Abby, babasının cesedini bulunca dünyası yıkılıyor ve tek bir amacı kalıyor: Joel'den intikam almak. 

İkinci oyunda, Abby sonunda Joel’i buluyor. Ona işkence ediyor ve gözünün yaşına bakmadan öldürüyor. Bu sırada Ellie, Abby’nin arkadaşları tarafından tutuluyor ve çaresizce Joel’in ölümünü izlemek zorunda kalıyor. 

Joel’in ölümü, Ellie’yi darmadağın ediyor. Hayata tutunamıyor ve o da intikam yemini ediyor, tıpkı Abby gibi. 

Bundan sonrası kan ve gözyaşı dolu. Ellie, Abby’ye ulaşmak için onun arkadaşlarını teker teker avlıyor. 

Ama Abby de değişiyor bu süreçte. Lev adında genç bir çocukla tanışıyor ve ona yardım etmeye başlıyor. Abby, Lev sayesinde fark ediyor ki, intikam sandığı kadar tatmin edici bir şey değilmiş. Sevgi, koruma duygusu... Bunlar çok daha gerçek şeylermiş. 

Oyunun sonunda Ellie, Abby'yi tam öldürecekken duruyor. Çünkü içinde bir yerde, intikamın onu daha iyi bir yere götürmeyeceğini anlıyor. 

Ve tam o anda, Joel’le yaşadığı acı dolu hatıralar yerini, ilk defa huzurlu bir anıya bırakıyor.


Şimdi şöyle düşünün: Bir şey yaptığımızda, özellikle de doğru olup olmadığından emin olmadığımızda, içimizde kendimize “haklısın” demeye çalışırız ya... İşte bu, kendini haklı çıkarmak. 

İnsanın kendi yaptığı şeye “yanlış” demesi zor ya, beyin hemen devreye giriyor: "Bunu yapmak zorundaydım", "Başka çarem yoktu" gibi cümleler kuruyoruz.


Abby de böyle yapıyor. Joel’i öldürmek istiyor çünkü babasını kaybetti. Joel’i gözünde kötü bir canavara çeviriyor, böylece yaptıklarını daha kolay sindiriyor. 

Bu tam bir bilişsel uyumsuzluk durumu: İçindeki çelişkiyi çözmek için eylemlerini haklılaştırıyor.


Ama sonra hayatına Lev giriyor. Ona yardım ettikçe Abby'nin içindeki o öfke yavaş yavaş çözülüyor. İntikam almak değil, korumak ve sevmek daha anlamlı geliyor. 

Bu da bir tür yeniden çerçeveleme aslında. Hayatına yeni bir hikâye yazıyor: İntikamcı değil, koruyucu Abby.


Ellie'ye bakınca da aynı şeyi görüyoruz. Joel’in ölümünden sonra içindeki boşluğu doldurmak için intikam peşine düşüyor. Onun gözünde Abby ve arkadaşları affedilmez kişiler; öldürülmeyi hak ediyorlar. 

Ama sonunda Ellie de anlıyor ki, bu döngü hiç bitmeyecek. Son anda Abby’yi öldürmemeye karar veriyor. 

Bu, intikamdan vazgeçmek demek. İçten bir büyüme. Bu noktada Ellie, şiddetin zincirini kırıyor. 

Buna ahlaki yücelme deniyor: Affetmeyi seçtiğinde, insan kendini daha güçlü ve daha iyi hissediyor.


Şimdi bir de davranışların nedenlerini açıklama meselesi var. Biri bir şey yaptığında, hemen kafamızda “niye yaptı?” sorusu döner ya... İşte bu da psikolojide atıf teorisi olarak geçiyor.


Mesela Ellie, Joel’in Fireflies doktorlarını öldürmesini bencilce buluyor. Joel’in onu koruma içgüdüsünü değil, daha çok "kendini düşünmüş" olmasını görüyor. 

Bu, klasik bir temel atıf hatası: Başkalarının davranışlarını doğrudan kişiliğine bağlamak.


Sonra Ellie kendi intikam arayışında, "Bunu yapmak zorundayım" diyor. Çünkü dış koşulları, yani Joel’in vahşice öldürülmesini suçluyor. Kendine hak veriyor.


Abby de aynı şekilde Joel’in yaptıklarını tamamen kötü niyete bağlıyor. Joel’in yaşadığı ikilemleri hiç hesaba katmıyor. Bu da aktör-gözlemci yanlılığı işte: Başkalarının hatalarını karakterlerine, kendi hatalarımızı ise duruma bağlamak.


Ama sonra Abby değişiyor. Lev'le tanışınca, davranışlarını ve kimliğini yeniden yazıyor. 

Bu da öz-algı teorisi ile açıklanıyor: İnsan, yaptıklarından kim olduğunu anlıyor. Abby de artık sadece bir intikamcı değil, bir koruyucu.


 "The Last of Us Part II" sadece bir zombi hikâyesi değil. İçinde insan doğasına, intikama, affetmeye, büyümeye dair o kadar çok şey var ki... Karakterler, duygularını ve kararlarını anlamlandırmak için sürekli psikolojik savunma mekanizmalarına başvuruyorlar. 

Bu da oyunu sadece oynarken değil, düşündükçe daha da değerli hale getiriyor.