Toplum Sözleşmesi Nedir?

Antik dönemden modern çağa uzanan, bireylerin siyasi yükümlülüklerini ve toplumsal uyumu belirleyen bir anlaşma biçimi.

Toplum Sözleşmesi, en az felsefe ve ahlak kadar eski olan ve toplumun siyasi yükümlülüklerini, toplum içinde uyum sağlayacak kapıları aralayan bir sözleşme veya antlaşma biçimidir. Bu fikir, Sokrates'in Kriton’a neden idamı kabul etmesi gerektiğini açıklamasından, Thomas Hobbes'un ahlaki ve politik düzeydeki ilk açıklamalarına, John Locke ve Jean-Jacques Rousseau'nun görüşlerine kadar uzanır. Eğer Sokrates'in Atina sokaklarında 'bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir' diye dolandığını düşünüyorsanız, bir de Hobbes'un 'insan insanın kurdudur' dediğini, Locke'un 'hayat, özgürlük ve mülkiyet kutsaldır' diye direttiğini ve Rousseau'nun 'insan özgür doğar, ama her yerde zincirlerle bağlıdır' diye haykırdığını duyunca ne hissedeceğinizi bir düşünün! Hepsi ilk başta, herkesin aynı fikirde olacağı bir sözleşme yazma, toplum içinde uyumlu yaşamanın yollarını arama hayaliyle yola çıktı, ama sonra bu sözleşmeyi, bu yolu tartışmak için binlerce yıl harcadılar. Bu yazının ilk bölümünde Toplum Sözleşmesi’nin tarihi kökenlerini ve gelişimini inceleyeceğiz. İkinci bölümde ise bu kavramın modern dünyaya yansımalarını ele alacağız.

 1.    SOKRATES

Kriton’da Sokrates, idam cezasını neden kabul ettiğini, örtük bir sözleşmeye dayandırır. Sokrates, yasaların sesini kendi sesi gibi benimser, bu yasaları içselleştirir ve kişiselleştirir. Ona göre, anne ve babası, yasaların yükümlülükleri sayesinde evlenmiş ve meşru bir şekilde Sokrates’i dünyaya getirmiştir; babası da yasaların rehberliğinde ona bakmış ve eğitmiştir. Bu nedenle Sokrates, yasalara bağlı kalmayı bir zorunluluk olarak görür. Daha sonra vatandaşlar, yasaların yükümlülüklerini görünce ya kalmaya karar verir ya da ayrılmaya karar verir. Ayrılmaya karar verseydi, böyle bir ceza-i müeyyideyle karşı karşıya kalmazdı. Ancak, kalmayı seçtiği için yasalara bağlı kalmayı kabul etmiş ve yasaların yaptıklarından veya yapacaklarından sorumlu olmayı peşinen kabul etmiştir. Tüm bunlar bağlamında, ayrılabilecekken kalmayı seçmesinden dolayı, adil bir biçimde aldığı ölüm cezasını kabul etmiştir. Ancak, bu sözleşmenin örtük olması ve Platon’un Devlet kitabında Glaukon'un, insanların adalet karşısında kendilerinin kurban edilmesinde korktuğu düşüncesi, Sokrates’in toplumsal sözleşmenin adaletin orijinal kaynağı olduğu fikrini reddetmesine neden olur.


2.    THOMAS HOBBES (1588-1679)

Thomas Hobbes, İngiltere’nin en çalkantılı dönemlerinden biri olan 1642-1648 yıllarında, Kral ve destekçileri ile Oliver Cromwell liderliğindeki Parlamentocular arasında süregelen ve Parlementocuların, Kral’ın gücünün yarısını onlarla paylaşmak istemesi sonucunda ortaya çıkan bir iç çatışma da ortaya çıktı. Hobbes, bu dönemde, bu erken demokratik girişimi reddederek biraz radikal ve biraz muhafazakâr bir duruş sergilemiştir. Bu tavır Hobbes’u ‘rahat yaşam’ olarak adlandırdığı ahlak, siyaset ve diğer her şeyin tamamen geleneksel olduğu düşüncesine sürüklemiştir.

Hobbes’un toplumsal sözleşme teorisi, Doğa Durumu kavramı üzerine inşa edilmiştir. Ancak, bu varsayımı daha iyi anlamak için Hobbes’un Psikolojik Egoizm ve Mekanik İnsan Doğası teorilerine göz atalım.

Hobbes’un Leviathan eserinde belirttiği gibi, ahlak ve siyaset, bir insan doğası teorisine yol açıyor. Bilimsel Devrim’in keşifleri, Hobbes'un bu teorilerini evrendeki her şeyin hareket eden bir mekanizma tarafından üretildiği düşüncesine sürüklemiştir. Ve bu düşüncesini insan davranışıyla ilişkilendirmiştir. Örneğin, yürümemiz gibi olaylar ya içimizdeki eylemlerden kaynaklanır ya da diğer canlılarla olan eylemlerimizden doğar. Bunların tümünün bir neden-sonuç ilişkisine bağlı olması, evrendeki olayların kanunlarla açıklanmasına benzetmiştir. Yani, evrendeki bir olayı bir kanunla, bir doğal yasayla açıklayabiliyorsak insanın davranışlarını da doğal bir yasayla açıklayabiliriz. Örneğin, insanın yaşlandıkça unutkanlık başlamasını eylemsizlik ile açıklamak gibi. Hobbes’a göre, dünyadaki uyaranlara kendi doğamıza, çıkarlarımıza uygun ve öznel yanıtlar, tepkiler veriyoruz. Yani, ‘İyi’ veya ‘kötü’ kavramlarını kendi tanımladığımız şekilde kullanırız. Örneğin, iyi yemek veya kötü insan gibi. İnsan, iki nehir dolusu mal sahibi olsa bile üçünücüyü isteyecek kadar iştahlı ve kendi çıkarlarını tatmin edecek kadar bencildir. Hobbes’a göre, bireyler bu kararları alırken, çıkarlarınızı belirlerken rasyonel bir şekilde olası tüm sonuçları kavrar, toplar ve karar verir. Hatta bir bebeği bile, sırf ölmesin diye bakan organik varlıklar olduklarını savunur.

Bu bağlamda, Hobbes, egemen bir siyasi otoriteye bağlılığı Doğa Durumu’na dayandırarak şöyle açıklar:

İnsan doğal anlarında, yani Doğa Durumu’nda kendi çıkarlarını düşünür; savunmasız (en güçlüleri bile uyku anında öldürülebilir), sınırlı, ölüm korkusu içinde ve sükûnetten yoksundur. İnsanı bu durumdan kurtaracak olan şey, iş birliğidir. Bu Doğa Durumu, insanın can ve mal güvenliğini tehlikeye atar ve kişilerin ihtiyaçlarını uzun vade de karşılamaz. Bu durum korkunçtur ve sürekli bir savaş halini beraberinde getirir. Ancak insanlar, bu durumdan ancak iş birliği içinde kendi bazı özgürlüklerinden ve haklarından feragat ederek oluşturdukları ortak yasalar ve onu yürütecek bir mekanizma ile bir Toplum Sözleşmesi yaratarak kurtulabilirler (Bir birey ikinci bir bireyi öldürmek hakkından, ikinci bireyin de kendisini öldürme hakkından). Yani, mekanizmanın başındaki kişi yasalara uyulmaması durumunda ceza verebilecek, toplumun ihtiyaçlarını karşılayıp adaleti sağlayabilecektir. Bu kişi sertte olsa, yasaları tam uygulamayıp çiğnese bile toplum, ona karşı çıkmamalı çünkü o, Doğa Durumu ile toplum arasında duran tek şey.

 

3.    JOHN LOCKE

Hobbes, kelimenin tam anlamıyla mutlak bir otorite yanlısıydı. Ancak Locke, tam anlamıyla böyle birisi değildi. Hobbes’un Doğa Durumu varsayımını çok farklı bir şekilde kullanmış ve sözleşme veya krala karşı vatandaşlara isyan edebilme hakkını ortaya atmıştır. Yani, Locke göre, insan, dışardan gelecek olan müdahalelerden uzak bir biçimde kendi tasarladığı biçimde mülklerinde ya da topraklarında özgür bir yaşam sürer. Ancak bu durum kişiye, mutlak bir serbestlik kazandırmaz; zira Tanrı, bu toprakları herkes için yaratmıştır ve kimse kimsenin hakkını gasp edemez. Kişiler bu durumda eşittir ve Tanrı tarafından "yaşamları, sağlıkları, özgürlükleri veya mal varlıkları" konusunda yasaklar getirmiş olmasından dolayı Doğa Yasalarının barışçıl olması gerektiğini savunur. Ancak, herkes bu yasaklara tabi olmayabilir ve doğan anlaşmazlıklar savaşa dönüşebilir. Locke ise bu savaşları ise Hobbes gibi anarşik bir duruma değil, mülkiyet anlaşmazlıklarına bağlamıştır.  

Locke, mülkiyet konusuna çokça değinmiştir ve mülkiyet temelinde bir sözleşme yaratmıştır. Ona göre özel mülkiyet, kişinin emeğine ve oluşturduğu hammaddeye bağlıydı. Bir başka deyişle, eğer sen bir toprağı ekmişsen ve o toprak mahsul vermişse sen hem toprağın hem de mahsulün sahibisindir (Bu yüzden Locke, Amerika’nın gerçek sahiplerini yerli halk olarak değil, orayı kalkındıranlar olarak görmüştür). Doğa, Tanrı tarafından herkesin hizmetine sunulmuştur, kimse kendi payından fazlasını alamaz; eğer biri buna yapar ve mülkünü koruyan kişiye zarar verirse diye de bir sözleşme yaratmış ve temeline mülkiyeti koymuştur.

Locke, Doğa Durumu’nu, Hobbes gibi bireylere bağlamak yerine çocuk, anne ve babadan oluşan ailelerin meydana getirdiği ‘evlilik toplumuna’ dayandırır. Sokrates’in aksine, çocuk bakımını gönüllük esasına dayandırır ve aileyi politikleştirmez. Locke, yargılayıcı olmayan Doğa Durumundan ayrılıp rızaya dayalı “tek bir hükümet altında tek bir siyasi yapı" ışığında yasalar, yasaları karara bağlayan yargıçlar ve bu yasaları yürürlüğe koymak için gerekli olan yürütme gücü oluşturmayı hedefler.  Bağlı olan herkes ise sözleşme gereğince cezalandırmayı hükümete verir. Ancak, eğer bu hükümet veya kral, halkın refahını koruyamaz ya da özgürlüklerini kıstılarsa halk, sözleşmenin vermiş olduğu meşru ayaklanma hakkını kullanarak bu sözleşmeyi feshedebilir veya yeni bir sözleşme yaratabilirler. Locke’un bu düşüncesi liberal demokrasinin temelidir.

4.    JEAN-JACQUES ROUSSEAU (1712-1778)

Aydınlanma döneminde yaşadığı için düşüncelerinde aydınlanma etkisi görülür. Rousseau, İkinci Söylev’inde, insanın Doğa Durumu’ndan başladığını ve zamanla bugünkü medeni topluma doğru bir ‘ilerleme’ yaşadığını anlatır. İlk başlarda insan, karmaşıklıktan uzak, zengin bir doğanın içinde kısıtlı ihtiyaçlarını; çatışma, rekabet ve endişeden uzak bir şekilde karşılıklı merhamet, sevgi ve saygı içinde karşılayabiliyordu. Ancak ‘ilerledikçe’ nüfus çoğaldı, yeni doğan ihtiyaçlar yeni araçları icat etmeye yol açtı; toplumlar etkileşim içine girdi önce aileler ve sonra klanlar şeklinde toplumlar oluşmaya başladı. Artık her şey bir sisteme oturmuş ve sonunda boş zaman denen bir sorun ortaya çıkmıştı. Bu boş zamanlar, kişileri başkaları hakkında konuşmaya, eleştirmeye, çekiştirmeye ve kıyaslamaya itti. Böylece, merhamet ve barışçıl ortamlar kendini rekabet ortamlarına bıraktı. Özel Mülkiyetin ortaya çıkışı da bu ateşi daha da körükledi ve açgözlülük, kibir, haset ve en kötüsü eşitsizlik daha da arttı.

Mülk sahipleri keyif ve sefa içinde yaşarken, mülk sahibi olamayanlar köleleşmeye başlamıştı. Mülk sahipleri mülklerini korumak, daha zengin olmak, kölelerini meşrulaştırmak ve devlet aygıtını kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde kullanmak için bir sözleşme yarattılar. İşte bu durum üzerine Rousseau The Social Contract (1762) adlı eserinde, sözlerine "İnsan özgür doğdu ve her yerde zincirler içindedir" şeklinde başlar ve insanların doğdukları anda özgürlüklerinin ellerinden alındığını vurgulayarak; ‘Nasıl özgür olabiliriz?’ sorusunu işler. Eserinde, bu sorunun cevabını, özgür ve eşit bireylerin bir araya gelerek kolektif bir sözleşme ya da anlaşma yapmalarında bulur. Bu yeni sözleşmede: Eşit ve özgür olan bu kişiler bir araya gelip tek bir vücut olur ve ortak bir amaca hizmet ederler. Genel bir irade oluşturulur ve herkesin birbirine karşı görevleri ve ödevleri olur. Egemen olan kişi, onu oluşturan kişilere doğrudan bağlı kalacak ve egemeni oluşturan kişiler, kendi iradelerini o kişiye devretmeyeceklerdir. Bu, tam anlamıyla doğrudan bir demokrasi biçimidir. Rousseau'nun toplumsal sözleşme teorisi, halkın ahlaki ve politik durumunu tek ve tutarlı bir görüş çerçevesinde oluşturur. Yani, doğamız gereği özgür ve eşit yaratılmışızdır ve bu doğamız, toplumsal yapıyı oluşturur.

 

KAYNAKÇA:

·      "Social Contract Theory." Internet Encyclopedia of Philosophy, University of Tennessee. Accessed August 13, 2024. https://iep.utm.edu/soc-cont/.

·      "Social Contract Theory: Its History and Significance." Structural Learning, accessed August 13, 2024. https://www.structural-learning.com/post/social-contract-theory.

·      Liviatan, Nira, and Avi L. Weinreb. "Social Contract Theory as a Philosophy of the Mind." Cognition 44, no. 1 (1992): 1-25. Accessed August 13, 2024. https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/001002779290060U.

·      Hallam, Arne. "The Social Contract." Iowa State University. Accessed August 13, 2024. https://www2.econ.iastate.edu/classes/econ362/hallam/Readings/SocialContractHelium.pdf.

·      "Social Contract." Wikipedia, last modified July 2024. https://en.wikipedia.org/wiki/Social_contract.

·      Hobbes, Thomas. Leviathan. London: Andrew Crooke, 1651.

·      Plato. The Republic and Crito.

·      Rousseau, Jean-Jacques. The Social Contract, 1762.