Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve Alışılmış Refleksler
Ev işleri kişinin kendi kendini gerçekleştirmesinin doğrudan aleyhinedir.
Günlük rutinler ortalama yetmiş yıllık insan ömrünün birçoğunu zapt eden, beyin fonksiyonlarının daha hızlı çalışmasına yarayan ve böylece düşünme fonksiyonlarını büyük oranda ortadan kaldıran alışkanlıkları ifade etmektedir.
İnsan beyni günlük yaşantısında çoğu hareketini önce öğrenir, içselleştirir ve sonrasında da ‘alışılmış refleksler’ haline getirir. Böylelikle alışılmış olan beyin tarafından sorgulanmaz, otomatik ve hızlı bir biçimde ‘alışıldığı gibi’ devam eder. Devam eden ve fark edilmeden devam edilen her şey de ömürde sorgulanmadan devam edilir.
Bu gün ki konumuz da tam olarak ‘alışılmış refleksler’
Toplumsal cinsiyet rollerinin nedir ne değildir olduğuna değindiğim ve çoğu feminist perspektif taşıyan yazımlarımda ele almıştım, ancak; tekrar etmekte fayda var. Toplumsal cinsiyet rolleri söz konusu toplumun, ki artık günümüzde evrensel bakmak daha doğru olacaktır, çünkü; modern toplum ve küreselleşmenin de etkisiyle kültürellik etkisi azalmış ve dünya tekelleşmiştir. Yeniden, toplumsal cinsiyet rolleri; söz konusu toplumun, komünün ya da kolektivitenin içselleştirdiği, kabul gördüğü, büyük ölçüde de öğretim yoluyla aktardığı cinsiyet temelli ödevleri temsil etmektedir. Neden sorumluluk değil de ödev dedik? Sorumluluk bireyin kendi iradesine içkin kılınan yapması tavsiye edilen ancak yapmama tasarrufu da bulunduğu durumlar için daha açıklayıcıdır. Ödevin yapılması gerekir, çünkü, beklenen budur. Yapılmaması halinde yaptırım uygulanması da tavsiye edilir, yaptırım da bu doğrultuda uygulanır. Burada toplumsal sınıflar ve ast-üst ilişkileriyle tartışma derinleştirilebilir bence faydalı da olur ancak konuyu daha da dağıtmamak adına zihninizde bir soru olarak başlığı bırakmakla yetiniyorum.
Alışılmış refleksler üzerinden ilerlemeye devam ediyoruz. Ancak toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden inceleyeceğiz.
Alışılmış refleksleri bir dizi diğer sosyolojik kavramlarla, geleneksel kadınlıkla konuşacağımız bu yolda sevgili Ann Oakley’in bakış açısından ilham almayı da ihmal etmeyeceğiz.
“Kadınların evine bağlılığı, öğrenilmiş yoksunluk ve uyarılmış boyun eğdirme döngüsüdür.”
-Ann Oakley
Peki sevgili Ann’in de dediği gibi ev işleri kişinin kendi kendini gerçekleştirmesinin doğrudan aleyhine midir?
Tam bu noktada şunu eklemekte yarar var ki ev işlerinin yalnızca kadınlar üzerinden değerlendirilmesi günümüz dünyasında hala çok geçerli görünmeyebilir. Medyatik değer taşıyan temizlik videolarında erkek aktörlerin ön planda olduğu doğru. Ki, yalnız yaşamak ve öğrenci evleri gibi olgular da günümüzün daha görünür gerçekleri bununla beraber “OKB” teşhisi alan erkek bireylerin sayısı da az değil. Eğer böyle düşünüyorsanız evet ben de sizlerle aynı fikirdeyim. Görünür değişikliklerin olduğunu kabul etmek şart. Ancak, büyük resime baktığımızda ‘geleneksel görev dağılımlarından’ pek uzaklaşmadığımızı kabul etmekte gerekir. Bunun için kendi ebeveynlerinizi inceleyebilir ya da yakınlarınızda büyütülen bebeklerin cinsi büyütülme farklılıklarını inceleyebilirsiniz. Aynı noktada değilsek bie maalesef hala benzer bir noktadayız.
Ev işleri üzerine oluşturulan sistemli düşüncüler sosyal bilimlerin tarihi kadar eski aslında. 1844 yılında Marx işçilerin işlerinden yabancılaşma kuramını ortaya koyarak ilk temel taşı oluşturmuştur daha sonrasında 1955 yılında sevgili Talcott Parsons ev işlerini kadın rolünün bütünleyici bir parçası olarak gördüğünü açıklar bununla berarber 1985 yılında Mary Maynard çalışan kadınların çalışan erkeklerden daha fazla ev işi yaptığına dair istatistiki bir çalışma sunar ve son olarak 1986 yılında McKee ve Bell, erkekler işsiz kaldığında daha az ev işi yaptığını öne sürer. Erkekler maskülen kimliklerin tehdit edildiğini düşünürler ve kadınlar onlardan daha fazla sorumluluk üstlenmelerini isteyerek bunu daha da zayıflatmak istemez.
Bu kısa tarihçenin faydası konunun eskiliğini vurgulamak ve düşüncelerin çeşitliliğinin altını çizmektir. Yer verdiğim fikirler kendi içinde bütünlük oluşturmasalar da aynı konuya ilişkin farklı noktalara dikkat çekmişlerdir.
Nihayetinde ana, üzerinde duracağımız ya da daha açıklayıcı olacak olan kuram şöyledir, kapitalist ve ataerkil toplumlarda ev işleri sömürüye dayalıdır, çünkü yaratıcılık veya tatmin bakımından çok az fırsat sunar bununla beraber doğal olarak kadınlara ait olduğu varsayılan düşük statülü işlerdir sonuç olarakta ev işleri kişinin kendini gerçekleştirmesinin doğrudan aleyhinedir. Şimdi bu önkabulde anlaştığımızı varsayarak anlatıyı derinleştirmeye devam ediyorum.
Ann, 1974 yılında yaşları 20 ila 30 arasında değişen ve hepsi en az bir çocuk sahibi olan Londralı kırk ev kadınıyla görüşmeler yaparak ‘ev işinin’ ilk sosyolojik incelemelerinden birini gerçekleştirmiştir.
Ann, öncelikle ev işlerinin kadının eş veya anne rolünün doğal bir uzantısı değil, başlı başına bir meslek olarak anlaşılması gerekliliğini vurgular. Ev işlerinin bir angarya değil gerçek bir iş olarak değerlendirilmesi fikri dönemin tartışmalı fikirleri arasında yerini almıştır. Çünkü kadınlar ev işlerini ücretsiz olarak yapmaya zorlanır Ann’in öne sürdüğü fikir sömürü düzenine bir baş kaldırıdır bu baş kaldırı yeni bir istihdam sistemini de beraberinde getirir, getirebilir.
Kadın bu işi sömürü düzeni içinde yapmalıdır. Kapitalizmin işçi sermayesinin var olabilmesi için üretimdeki az vasıflı-vasıfsız işçin yalnızca iş yerinde çalışması sermaye sahibinin isteğidir.
Marx, yabancılaşma teorisi ve kapitalizme yaptığı bir dizi eleştirisinde genelde erkek işçiyi merkeze almıştır. Neden bu teoriyi kadınların sömürülmesinde kullanmıyoruz, kullanamıyoruz?
Marx, özel mülkiyete dayalı bir sistemde işçilerin kendi emeğinin getirilerine sahip olamadığı için işerinden uzakalştığını- yabancılaştığını ileri sürer. Ann, ev kadınlarının çoğunun kaderlerinden hoşnut olmadığını savunur. Ev kadınları yalnızdır ve monoton işlerinden dolayı hiçbir şeyden keyif almazlar. Ev kadınlığının ilişkilendirildiği düşük statülü ya da eş statülü konumdan büyük ölçüde rahatsız olurlar. Ev hanımlığı ve fabrika işçiliği işlerin tekrarına dayanan parçalanmış ve zaman karşı yarış olarak değerlendirilmektedir. Aynı zamanda sosyal izolasyon süreçleri de benzerlik göstermektedir.
Toplumsal cinsiyet rolleri ve alışılmış reflekslerin tümüne ‘ideoloji’ diyeceğim. İdeoloji, ev işlerinin kadınlar için olağan olduğunu ve ücret gerektirmediğini ileri sürerek durumun vahametini maskelemeye hizmet etmektedir. Hatta öyle ki evin hanımı kendi evini temizleyebilmelidir, dışarıda çalışıyor olsa da. Toplum, ev içi temizlik için yardım alan kadınları hor görmektedir. Ki aynı durum bebek bakıcılığı, bakımı için de söz konusudur. Örneklerle daha da netleştiysek devam edelim.
Aile içi görevler, doğum yapabilme yeteneklerinden dolayı kadınlar için meşru yollarla olağan, doğal bulunmuştur. Bu kapasitenin kadının neden daha iyi cam silebileceği anlamına geldiği net değildir.
1950’lerdeki evrensel ev ürünleri reklamları kadınları hayatlarının önemli bir parçasını işgal eden temizlik malzemeleriyle duygusal bir bağa sahip mutlu ev hanımları şeklinde klişeleştirir.
Ann’in araştırmalarına göre, kadınlar fabrika işçilerine göre daha hızlı ve daha fazla yaptıkları işlere karşı yabancılaşmaktadır. Ödevlerin alışılmış birer refleks haline dönüşmesi kişide hiçbir şey yapmıyor hissi yaratmaktadır. Genelde kadınların çoğu evlenmeden önce iş hayatına sahiptir. Evlilik sonrası iş hayatını bitiren kadınlar, yineliyorum, Ann’e göre, özerklik ve kontrole sahip değildir. Çalışma sorumluluğu (buradaki sorumluluk vurgusu kıymetlidir çünkü çalışma hayatı bir şart olarak değil kişinin kendini gerçekleştirmesi olarak değerlendirilmektedir.) tek başlarına kadınlara aittir. Bunu yapmazlarsa öfkeli bir koca veya ‘hasta’ çocuklarıyla baş başa kalabilirler.
Sonuç olarak, toplumsal cinsiyet rolleri ve alışılmış refleksler, ev işleri gibi gündelik sorumlulukları görünmez kılarken, kadınların bireysel gelişimlerini engelleyen bir döngü yaratmaktadır. Ann Oakley’in ve diğer düşünürlerin katkılarıyla şekillenen bu perspektif, kadınların tarih boyunca ev işlerine yabancılaşmasını ve bu işlerin düşük statülü görevler olarak görülmesini ortaya koyuyor. Günümüzde bazı değişim sinyalleri olsa da, geleneksel görev dağılımından büyük ölçüde uzaklaşamadığımızı kabul etmek gerekir. Toplumun, kadın emeğini yeniden tanımlaması ve bireylerin kendilerini gerçekleştirmesine olanak sağlayan bir yapıyı benimsemesi elzemdir.