Türkiye’nin En Büyük Ekonomik Krizi: 2001 Kara Çarşambası
Tarih 21 Şubat 2001’i gösteriyordu. O günlerde ve öncesinde Türkiye’nin üzerinde kara bulutlar dolaşıyordu. Yıllardır süregelen ekonomik sorunlar ve zorlu mücadeleler, sonunda en büyük krize dönüşmüştü. Olumsuz koşullar, siyasi çekişmeler ve kötüleşen yaşam şartları herkesi derin bir karamsarlığa sürüklemişti. Ekonominin yapısal sorunlarla boğuştuğu ve beklentilerin giderek daha olumsuz hale geldiği bu ortamda, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasında Milli Güvenlik Kurulu toplantısında yaşanan tartışma, ülke genelinde büyük bir ekonomik krizin fitilini ateşledi. Hatta tartışma o kadar alevlenmişti ki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer Başbakan Bülent Ecevit'e Türkiye Cumhuriyeti anayasa kitapçığını fırlatmıştı. O an, sadece birkaç saat içinde Türkiye, tarihinin en büyük ekonomik bunalımına girdi. Kara bulutların ardında güneşin görünmesi artık imkansızdı; ülkenin üzerine devasa bir fırtına çökmüştü.
Tabii ki bu kriz aniden ortaya çıkmış değildi. 1990 yılından itibaren başlayan bir süreç söz konusuydu. Yüksek enflasyon, sık sık ekonomik krizlere sebep oluyordu. İç borç seviyesi oldukça yüksekti, kamu açıkları ise Merkez Bankası tarafından finanse ediliyordu. Bankacılık sektörü siyasallaşmıştı ve bankalar, iflas durumunda bütün sorumluluğu devlete yüklemeye çalışıyordu. Bankalar, yüklü miktarda devlet tahvili alarak Hazine'yi finanse etmeye çalışsalar da, bu da ödeme gücüne göre sınırlı kalıyordu. 2000'li yılların başına gelindiğinde Türkiye ekonomisi, aşırı yüksek enflasyonun yarattığı fiyat artışlarıyla boğuşuyordu. Finansal istikrarı sağlamak amacıyla IMF ile yapılan stand-by anlaşmaları sonucunda yaklaşık 12 milyar dolarlık kredi desteği alındı. Bu kredinin ana hedefi, enflasyonu düşürmek ve ekonomiyi istikrara kavuşturmak için bir dizi önlem almaktı. Ayrıca, ülkeye yabancı sermaye yatırımlarını çekebilmek adına çeşitli stratejiler geliştirildi. Avrupa Birliği'ne coğrafi yakınlık ve aday ülke statüsüne sahip olunması sebebiyle, yabancı yatırım çekme konusunda en hızlı sonuç alınabilecek pazar olarak Avrupa Birliği’ne odaklanıldı. Bu kapsamda, AB ile ilişkileri geliştirmek için adımlar atıldı. Bütçe açığını dengelemek amacıyla ise devlete ait pek çok sektör özelleştirmeye açıldı. Türk Hava Yolları'nın %51'i ve Türk Telekom'un %33'ünün satışı için teklifler toplanmaya başlandı, çünkü sıcak para ihtiyacı çok önemli bir hal almıştı.
Ancak 2001 krizi öncesinde, IMF ile bir yıldır uygulanan program, kısa vadede ekonomik sıkıntıları derinleştirmişti. Kredilerde sıkılaşma yaşanıyor, enflasyonla mücadele için üretim yavaşlıyordu. Bütçe açığını kapatmak amacıyla vergiler arttırılırken, ekonomik durgunluk ve işsizlik artıyordu. 2000 yılında başlayan bu istikrar çabalarının henüz somut bir iyileşme yaratmadığı ve mevcut IMF kredisinin sorunları çözmek için yetersiz kaldığı açıkça görülüyordu. 2001 Krizi, küresel bunalımlar ya da uluslararası piyasalardaki yatırım iştahının azalması gibi dış etkenlerin Türkiye’ye sıçramasıyla değil, tamamen ülke içindeki siyasi istikrarsızlık ve ekonomik yanlışların birikimi sonucu ortaya çıkan yerel bir krizdir. 90’lı yıllardan bu yana süregelen yüksek enflasyon, büyük bütçe açıkları, dış ticaret dengesizlikleri ve döviz kurundaki dalgalanmalar, bu krizin ana sebeplerindendi. Ayrıca, sıcak para ihtiyacını karşılayacak uzun vadeli, şeffaf ve sürdürülebilir ekonomi politikalarının üretilememesi, kurumların siyasi etkilerden bağımsız şekilde karar almasına olanak sağlayacak yapısal reformların hayata geçirilememesi ve bankacılık sisteminin yeterince denetlenmemesi, krizin daha da derinleşmesine neden oldu.
Bunlara ek olarak, 90'lı yıllarda Körfez Savaşı, 1994'teki ekonomik kriz, Türkiye'nin en önemli ticaret ortaklarından Rusya'nın 1998’de yaşadığı kriz, 1999 Marmara depremleri ve hemen öncesinde yaşanan 2000 krizi, zaten zayıf olan ekonomiyi daha da sarsmış ve 2001 krizinin etkisini iyice artırmıştır.
2001 yılı olaylı bir yıl olmaktan henüz çıkmamıştı hatta dönemde yaşanan "yazar kasa" hadiseside büyük bir etki yaratmıştı. 14 Şubat 2001'de, Ahmet Çakmak isimli bir esnaf, Başbakanlık binasının önünde, Başbakan Bülent Ecevit'in arabasından indiği sırada elindeki yazar kasayı fırlatarak, ekonomik sıkıntıları ve hükümete olan tepkisini dile getirmişti. Çakmak’ın yazar kasayı fırlatma sebebi, yaşadığı ekonomik zorlukları ve iş yapamamasını sembolize ediyordu. Bu protesto, o dönem yaşanan kriz nedeniyle hükümete ve ekonomi politikalarına karşı halkın öfkesinin bir yansıması olarak görülmüştü.
Mayıs 2001'de Kemal Derviş tarafından açıklanan "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı," IMF ile imzalanan stand-by anlaşması ve Dünya Bankası kredileriyle desteklendi. Bu program, üretimdeki düşüşün kontrol altına alınmasında önemli rol oynadı. IMF programında öngörülen yasal değişikliklerin büyük çoğunluğunun hayata geçirilmesi, krizden çıkış çabalarına olan güveni artırdı. Bu düzenlemelerden biri olan Merkez Bankası'nın para istikrarını sağlama ve araç bağımsızlığı kazanma yetkisi, Türkiye'nin makroekonomik politikalarının tasarımına daha sağlam bir temel kazandırdı.
Kemal Derviş'in ekonomi yönetimini devralmasının ardından, daha önce siyasi maliyetler yüzünden atılamayan pek çok adım hızla atılmaya başlandı. TBMM'den geçen ve "Derviş Kanunu" olarak bilinen ekonomi yasaları, özelleştirmeyi teşvik etmek ve rekabeti artırmak üzerine odaklanıyordu. IMF, Dünya Bankası ve Derviş planı sayesinde, kamuoyunda orta vadede ekonomik istikrarın sağlanabileceğine dair bir inanç oluştu.
"Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"nın etkisiyle 2001 yılının ilk altı ayında ihracat %13 arttı, turizm gelirleri önemli ölçüde iyileşti, dış ticaret açığı ve cari açık azalma eğilimine girdi.
Kaynakça
Gazete fotoğraları ; https://www.gokcekoleksiyon.com