Umutsuzluğun Doruklarında

Umutsuzluğun Doruklarında kimsenin uyumaya hakkı yoktur.

Umutsuzluğun Doruklarında, Cioran’ın 23 yaşında, tam da uykusuzluk hastalığının başladığı yıllarda yazdığı ve onu filozoflar katına çıkaran; sonsuz dünya içindeki sonlu insanın anlamı, aşk, acı, sevinç, ölüm ve umutsuzluk hakkında, sert ve ele avuca gelmeyen fikirlerin yoğuştuğu bir kitap.

‘’ Cioran, gözlemlerimizi hiç durmadan insan varoluşunun hiçliğine yöneltmeye çalışmış, muhteşem bir asi ve boyun eğmez bir mizantroptu. – Norman Manea

Bazen sevdiğimiz ve anlamlı bulduğumuz ,kendimizle birleştirdiğimiz cümlelerin altını çizeriz, yani bir cümlenin altını çizmek içinde derin anlamlar barındırır, o kişinin bakış açısının seninle aynı olduğunu ya da çok doğru olduğunu fark ederiz bu durum güzel ve o kişiye özeldir. İşte umutsuzluğun doruklarında benim mutlaka her bölümünde altını çizdiğim cümleler var…

Yazarımız bu kitabı yazarken 23 yaşındaydı ve hastalığı yüzünden uykusuz gecelerin ödülüydü bu kitap.

‘’Gecenin her ânını duyumsadığınız, dünyada yapayalnız olduğunuz, tarihin temel dramını yaşadığınızı düşündüğünüz uykusuzlukların işkencesini çektiniz mi?’’

O uykusuz gecelerde karanlık düşüncelere boğulmuş ve bu karmaşayı düzenli bir hale getirip yazmaya karar vermiş. Konular haliyle uykusuzluğun verdiği o anlar ile; derin, karamsar bir bakış açısı ile; karmaşık ve insanın kendi içinde adeta kaosa sebep olan, varlığının nedenini aramaya sürükleyen düşüncelerin sonuçlarından doğmuştur.İnsan nasıl olurda 23 yaşında bu denli derin düşünceler içine girip her konu hakkında farklı sorularla karşımıza çıkar, hiçlik kavramını nasıl benimser, ölümlü insan anlayışını nasıl farklı bakış açılarından ele alıp gözlerimiz önüne serer ve o yaşta nasıl filozof katına çıkabilir diye düşündürdü beni.

 Yazarımız bu duruma kendi de şaşırıyor yazdığı Dünya Ve Ben adlı bölümünde;

‘’ Şu yaşımda ölüm konusunda bir uzman olduğumu düşünmek tuhaf bir duygu. ‘’ diyor.

Konular yapboz parçaları gibi birbirini tamamlıyor ve insanı düşündürüyor. Yazar kitabı okurken satırlardan başka hiçbir şey düşünmemize fırsat vermiyor eğer düşünürsek bu durum derin bir anlamsızlığa sürüklüyor kaç satır kaç kere tekrarlanıyor? Ama yazarın o anlattığı şeyi anlamaya çalışmak ve anladığımızdaki o içten içe kendimizce oluşan yüz ifademiz her şeye değiyor.

Aslında yazar kendi dünyasında bir kurtuluş arıyor, tek bir koşulda aklını yitirmek istiyor ‘’ üstümden evreni değiştirecek ışıklar çağlasın isterdim; ama coşkudaki gerilimden çok farklı olarak, aydınlık bir sonsuzluğun dinginliğini koruyacak ışıklar. Zarafetin hafifliğini, bir gülümsemenin sıcaklığını yansıtacak ışıklar. Tüm dünyanın bu aydınlık düşünde, bu saydamlık, özdeksizlik büyüsünde gezinmesini isterdim. Ne engel,ne özdek, ne biçim, ne de sınır kalsın. Ben de bu cennette ışıktan öleyim.’’ Diyor fakat sonra kurtuluş olmadığının kanıtını şu sözlerle açıklıyor: ‘’Ne varoluşta ne de hiçlikte kurtuluş olduğuna göre,boynu altında kalsın bu dünyanın da sonsuz yasalarının da !’’

NE ÖNEMİ VAR Kİ BUNLARIN ?

‘’ Neden kendi kendimize sorular soruyor, karanlıkları aydınlatmaya ya da kabullenmeye çalışıyoruz? Gözyaşlarımı yapayalnızken deniz kıyısındaki kumlara gömsem daha iyi olmaz mı? Ama ben asla ağlamadım, çünkü gözyaşları düşüncelere dönüştü, gözyaşları kadar acı düşüncelere.’’

İşte her şeyin özetini veren o satırlar.  Yazarımız burada her şeyi açıklıyor aslında; uykusuz gecelerini, durumu kabullenmeye çalışmasını, bu hayata anlam vermeye çalışırken işkence çektiği o gecelerdeki gözyaşlarının bu kitabı yazdıracak kadar acı düşüncelere dönüşmesini. 

HİÇBİR ŞEYİN ÇÖZÜME ULAŞMADIĞI BİR DÜNYA

 ‘’Her şeyden kuşku duyup dünyaya küçümseyen bir gülümseme ile baksam da bu durum yemek yememe, gönül rahatlığıyla uyumama ya da evlenmeme engel olmaz. Derinliği ancak yaşanınca anlaşılan umutsuzluktaysa , bu eylemler ancak çaba gösterilerek, acılara katlanılarak gerçekleştirilebilir. UMUTSUZLUĞUN DORUKLARINDA KİMSENİN UYUMAYA HAKKI YOKTUR .’’

Ve son olarak beni derinden etkileyen bir bölümden bahsedeceğim yazarımız Bireysel Yalnızlık ve Kozmik Yalnızlık adlı bölümünde ; kurtuluşun yalnızca unutuluşta olduğuna inanıyor ve şöyle diyor

‘’ her şeyi unutabilmek , kendimi de tüm dünyayı da unutmak isterdim. Gerçek itiraflar ancak gözyaşlarıyla yazılır. Ama benim gözyaşlarım bu dünyayı boğmaya yeter, içimdeki ateşin de onu ateşe vermeye yeteceği gibi .’’

hiçbir şey bilmemek istediğini, hiçbir şey bilmediğini bile bilmemek istediğini istiyor. Ve yazarımız 23 yaşında bu satırları ne olacağından habersiz bir istekle yazarken Alzheimer hastalığından ölüyor…