Vatan Yahut Silistre

Hem aşkın hem tarihin bir arada yazıldığı oyun..

Vatan şairi olarak bilinen Namık Kemal'in Osmanlı döneminde sahnelenen ilk tiyatro eseridir. Namık Kemal kaleme aldığı bu oyunla halkın vatan sevgisini bilinçlendirmeyi ve harekete geçirmeyi amaçlamıştır. Eserin ilk adı aslında Vatandır uygulanan yasaklar ve sansür neticesinde Vatan Yahut Silistre adını almıştır.


Dört perdelik bu oyunun konusu Kırım Savaşı sırasında geçmektedir. İlk perdede mekân Manastır, diğer perdelerde ise Silistre olmuştur. Silistre Kalesi’nin kurtarılması için askerin gösterdiği fedakârlık ve kahramanlık anlatılmıştır. Bu iki erdemle telkin edilen vatana sahip çıkmak, vatanı sevmek ve vatan uğrunda mücadele etmek yani vatan duygusudur ön plandadır. İlk perdede olaylar, 1853 yılında Osmanlı Devleti ile Rusya arasında çıkan Kırım Savaşı’nda gönüllü olarak orduya katılan İslam Bey ile kendisinden sonra Silistre’ye giden Zekiye adlı genç bir kızın aşkı etrafında gelişmektedir. Silistre Kalesi, 15 Mayıs 1854’te Rus ordusu tarafından kuşatılıp, imparatorluğun her yerinden gönüllüler kaleyi savunmuştur. Bu kaleyi savunanlardan biri de İslam Bey'dir. Zekiye İslam Bey'den ayrı kalacağından ve şehit düşeceği korkusundan ötürü erkek kılığına girerek orduya katılmıştır. Bunu bilen tek kişi ise Zekiye Hanım'ın süt ninesi Hanife Hanım'dır. İkinci perdeden itibaren mekân Silistre’dir. Birinci sahnede askerler, gönüllüler bir aradadırlar. Erkek kardeşinin kıyafetini giymiş olan ve kendini Adem adıyla tanıtan Zekiye ve söylenen her söze “kıyamet mi kopar?” ibaresini ekleyerek karşılık veren Abdullah Çavuş da içlerindedir. Hep birlikte Osmanlı’ya bağlılıklarını ve ölmekten korkmadıklarını dile getiren bir marş okurlar. İkinci sahnede Miralay Sıdkı Bey, düşmanın yaklaştığını hatırlatır. Savaştan korkanların uzaklaşabileceğini söyler. Oysa herkes vatan için mücadeleye ve ölmeye hazırdır. 

Üçüncü sahnede İslâm Bey yaralanmıştır. Ağır yaralı olmasına karşılık çarpışmayı anlatacak gücü kendisinde bulur. Vatanı uğrunda ölmediğine hayıflanmış , ardından bayılmıştır. Zekiye sarsılmıştır. İslâm Bey’in Manastır’da kendini himaye ettiğini, ona vefa borcu olduğunu söyleyerek, bakımını üstlenmiştir.

Dördüncü sahnede Sıdkı Bey ile Rüstem Bey konuşur. Bu konuşma sırasında Sıdkı Bey’in hazin macerası öğrenmiştir. Sıdkı Bey’in gerçek adı Ahmet’tir. Can dostu Ali Bey, karısını taciz eden komutanını öldürmüş, divan-ı harbe verilmiştir. Askerî mahkeme Ali Bey’in kurşuna dizilerek cezalandırılmasını kararlaştırmış, onu kurşuna dizecek bölüğün kumandası da Sıdkı Bey’e -o zamanki adıyla Ahmet Bey’e- verilmiştir. Ahmet Bey bu görevden azlini talep edince rütbeleri sökülmüş ve ordudan ihraç edilmiştir. Bu utançla ailesinin yanına dönemeyen Ahmet Bey, Hicaz’a gitmiş, Sıdkı adıyla yeniden orduya yazılmış, er olarak en baştan işe başlamış ve eski rütbesine kadar çıkmayı başarmıştır. Bu arada Manastır’daki karısının ve oğlunun ölüm haberlerini almıştır. Son gelen mektupta da kızının kaybolduğu yazmaktadır. Sıdkı Bey, kızının da öldüğünü düşünmüştür. Kendisini tanıyan Rüstem Bey’e Ahmet’i görürse de tanımazlıktan gelmesini söyleyemiş, ondan üstü örtülü bir şekilde sırrını ifşa etmemesini istemiştir.

Üçüncü perdenin ilk sahnesinde Zekiye, yaralı İslâm Bey’in baş ucundadır. Günlerdir kendinde olmayan İslâm Bey, gözlerini açar. Dışarıdan gelen top seslerini duyar. Vatan için ölmeye hazır olduğunu sayıklar. Bir süre sonra tamamen kendine gelir ve Zekiye’yi tanır. İkinci sahnede kalenin teslim edilmesini isteyen bir yarbaya karşı herkes birleşir. Böyle düşünen birinin aralarında yeri yoktur. Bu şahıs hapsedilir. Üçüncü sahnede cenk trampeti çalınır. Herkes savaşa koşar.

Dördüncü sahnede Sıdkı Bey, kaleyi kurtarmak için yaptığı planı İslâm Bey’e açıklar. Düşmanın cephaneliğini havaya uçurmak gerekmektedir. Bu göreve İslâm Bey ve onun bir an yanından ayrılmayan Zekiye talip olur. Bir sonraki sahnede cephaneliği uçuracak gönüllülere Abdullah Çavuş da eklenir. Beşinci sahnede düşmanın hücuma başladığı haberi gelir.

Altıncı sahnede ölüme gideceğini düşünen Zekiye yalnızdır. Yedinci sahnede Zekiye ile İslâm Bey konuşurlar. Bu konuşmayla vatanın mukaddes olduğu düşüncesi bir kez daha vurgulanır. Sekizinci ve dokuzuncu sahnelerde gönüllüler hazırlıklarını tamamlayıp yola çıkarlar. Dördüncü perdenin ilk sahnesinde Sıdkı Bey tek başınadır. Zekiye, İslâm Bey ve Abdullah Çavuş’tan haber çıkmamıştır. Sıdkı Bey öldüklerini düşünür ve en fazla rahmetli oğluna benzettiği Zekiye için üzülür. İkinci sahnede düşmanın çekildiği haberi gelir. Sonraki sahnede de Abdullah Çavuş görünür. Dördüncü sahnede Zekiye ve İslâm Bey’in ölmedikleri anlaşılır. Abdullah Çavuş İslâm Bey’in cesaret ve kahramanlığını anlatır. Ve görevin yerine getirildiği haberini verir. Beşinci ve altıncı sahnelerde İslâm Bey ile Sıdkı Bey konuşurlar. İslâm Bey, Zekiye’nin cinsiyetini açıklar. Son sahnede Zekiye’nin Sıdkı Bey’in kızı olduğu anlaşılır. Baba ile evlat birbirlerine kavuşurlar. Zekiye ve İslâm Bey’in o gece evlenmeleri kararlaştırılır. Hep birlikte okunan marşın arkasından “Padişâhım çok yaşa” nidalarıyla oyun biter. 

Oyunun anafikri vatan sevgisidir. Silistre Kalesi vatanın simgesi gibidir. Onu korumak demek, vatanı korumakla eş değerdir. İslâm Bey ve onun peşinden bir gölge gibi ayrılmayan Zekiye vatan sevgisinin sembolü haline gelmiştir. Onların düşünce ve hareketleri ile bu sevgi somut hale getirir. Namık Kemal, onlar vasıtasıyla toplumda görmek istediği yeni insan tiplerini ortaya koymuş ve başarılı bir şekilde sahneye yansıtmıştır.