Viktorya Döneminde Gotik Edebiyatı
Viktorya döneminde Gotik edebiyatının önemi.
Sıklıkla duyduğumuz ve genelde aklımıza ilk başta Edgar Allan Poe ya da Frankenstein gibi ünlü isim ve eserleri getiren Gotik edebiyatı, Viktorya dönemi İngilteresinde yalnızca korku hikayeleri olmaktan daha fazlasıydı.
Viktorya döneminde güzellik, zenginlik, toplumsal statü ve kusursuz insan figürü gibi kaygılar toplumun temel taşlarını oluşturuyordu. Kurgusal karakterlerin bile ahlaklı, topluma uyumlu, iyi ve soylu bir aileden gelmek gibi özelliklere sahip olmaları beklenir ve okuyuculara ahlaki dersler vermeleri istenirdi.
Ancak 19. yüzyılda yeni bir edebi tür ortaya çıktı; Gotik edebiyatı. Gotik edebiyatı, Viktorya döneminin toplumsal normlarına tam anlamıyla zıt bir yapıya sahipti. Karanlık temalar, ahlaksızlık, grotesk karakterler, kusurlu insan doğası ve diğer tüm ‘Anti-Viktoryen’ olarak adlandırılan özellikler bu türde yer alıyordu. Gotik edebiyatı başlıca, dönemin toplumsal ve kültürel yapısını eleştirmek amacıyla gelişti. İnsanlar, toplumun baskıcı ve düzenleyici dayatmalarından bunalmıştı ve bu yeni edebi tür insanlara toplumsal dayatmalardan bir kaçış imkânı sağlıyordu. Gotik edebiyatı ile birlikte eserlerde kötü -hatta zaman zaman şeytani diyebileceğimiz- içgüdülere sahip kusurlu insan figürleri ve Viktorya toplumunun kabul etmediği eşcinsel karakterler yaratıldı. Dolayısıyla gotik romanlar, Viktorya döneminde yaşayan insanların bu toplumsal dayatmalara ve mükemmel olma arzusuna karşı iç dünyalarındaki isyana bir ayna görevi görmeye başlamıştı.
Tüm bu sosyal beklentilerin sonucunda Viktorya döneminde ortaya çıkan en büyük sorun ise çift kişilikli yaşanan hayatlardı. İnsanların toplum içerisinde sergiledikleri kusursuz ve zengin hayatlarının yanı sıra, kendi istekleri ve arzularıyla yaşadıkları gizli bir yaşantıları daha olurdu. Bu sorun edebi eserlerde tema olarak sıklıkla işlenmiştir. Örneğin, bu akımdan etkilenen Oscar Wilde’ın “Ciddi Olmanın Önemi” ve Robert Louis Stevenson’ın “Dr. Jekyll ve Mr. Hyde” adlı eserlerinde baş karakterler çift kişilikli yaşantıları olan, ve bu sosyal dayatmalar ile kendi arzuları arasında sıkışıp kalmış kişilerdir.
Sonuç olarak Gotik edebiyatı, yalnızca bir korku türü olmanın ötesinde, dönemin sosyal yapısını eleştiren ve bireyin kimliğini derinlemesine araştıran önemli bir edebi akım haline gelmiştir.