Yaban: Eskinin ve Şimdinin Aydını

Omuz omuza, diz dize oturmuş olmamıza rağmen ben hâlâ her birinden yüzlerce fersah uzaktayım.

Zaman zaman etrafımıza ya da bizden çok uzaklara bakıp başka insanlarla aramızdaki farkı düşünürüz. İnsanlar rahatlıkla birilerini küçümseme kapasitesine sahip varlıklardır. Bu yüzden genelde baktığımız yerler aşağıda olur. İnsanın kendisinden daha kültürsüz, daha az maddi olanaklara sahip birçok insan bulması mümkündür. İnsan kendini üstte gördükçe yaşamı unutur. Kendisini bambaşka bir yere koyar ve kimseyi kendine denk görmedikçe yanına kabul etmez. İnsanın kendi kendini yalnızlaştırmasının en acı verici yollarından biri de budur.

Belki Yaban’ın Ahmet Celal’ini bu kadar basitleştirmek mümkün değil ve bunu yapmayacağım da. Fakat tüm tarihi ve siyasi koşuşturmacanın ardında insanı ve toplumu ele aldığımızda o günün büyük uçurumuyla bugün de karşılaşıyoruz. Bilen insan kendini kabullendiremedikçe toplumdan dışarı sürükleniyor ve aynı şekilde toplum bilmediğini hissettikçe bu insanları dışlıyor. Peki bu aydın-halk, entelektüel-"cahil “ mukayesesi neye dayanıyor?

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Yaban" eserinden yola çıkarak eski çatışmalara göz atabiliriz. Köyden kente veya kentten köye göç o zamanın göz ardı edilemez bir gerçeği ve bu yüzden birçok yazar tarafından ele alınmış bir konu. Karaosmanoğlu’nun “kentten köye" göçü ele alması göç kavramına bambaşka bir boyut katarken aydın-halk çatışması mevzusunu da gün yüzüne çıkarıyor.

Ahmet Celal, savaşta kolunu kaybeden ve İstanbul’dan bir askerinin Anadolu’daki köyüne yerleşen bir subay. İlk geldiği günden son gününe kadar asla o köyün bir parçası olamıyor. Kitap boyunca köy halkının cahilliği, pisliği, kötü davranışları ele alınıyor. Ahmet Celal bazı zamanlar umutsuz bir çaba gösteriyor ama onlardan biri olamıyor. Zaten onlardan biri olmak istemiyor da. Aydın bir subayın savaşla da dünyayla da alakası olmayan cahil halkın arasına girmesi ne mümkün?

Halkın Ahmet Celal’e tavrı onu dışlamak ve başkalaştırmak şeklinde ilerliyor. İnsanların öğretici ve öğrenen rolleri çerçevesinde bir ilişkiye sahip olmasıyla “cahil"in öğrenmeye kapalı olup aydını dışlaması arasında ince bir çizgi var. Halkın Ahmet Celal’i benimseyip ondan bir şeyler öğrenerek köylerini kalkındırmalarıyla mutlu bir son elde edebilecekleri bir senaryo da mümkünken aralarına büyük bir uçurum giriyor. Bunun sebebi aydına halkı kurtarma, yön gösterme gibi bir rol yüklenmiş olmasına rağmen aydının bunu nasıl yapacağını bilmemesi. Halkın cahilliğinden tiksinip kendini onlardan ayrı gördükçe halkın savunma mekanizması devreye giriyor. Kimse sürekli aşağılandığını hissettiği bir ortamda bilgiye açık olmaz. O kişiden kaçarak bilgiden de kaçarlar.

Kitap bu çatışmayla ilerliyor. Sonucunda Ahmet Celal ne yaparsa yapsın “Yaban" kalmaya devam ediyor. Peki biraz da 21. yüzyıldaki “yaban"lardan bahsedelim.

Günümüzde geçmişteki kadar keskin bir köy-kent ayrımı kalmadı. İnsanların çoğu farklı şekillerde de olsa kentlerde yaşıyor. Tabii bu kentlerdeki yaşayış tarzlarının arasında bir uçurum olmadığını göstermez. Şayet kentsel dönüşümle birlikte köy ve kent birbirine karıştı. Milyonluk rezidansların karşı sokağında sobalı evler, turistik meydanların birkaç sokak arkasında yıkık dökük evler görmek mümkün. Aydın ve zengin kesimin yaşayışlarını halk eskisinden daha net görüyor çünkü dünya artık parmaklarımızın ucunda. Videolar, röportajlar vb birçok yolla bizden farklı hayatlar yaşayan insanları izliyoruz. Fakat bugün konumuz sadece zenginler değil çünkü zengin olmak demek aydın olmak anlamına gelmiyor. Eskiden zengin kesim kültürlü insanlardan oluşurken şuan zengin olmak pek de tahsil gerektirmiyor.

Ülkemizde bilgisiyle, eğitimiyle ünlü insanlar çokça var aslında. Eğlence sektörü kadar ilgi çekmeseler de tüm ülke tarafından tanınıyorlar. Bu insanları internetten, televizyon programlarından tanıyoruz. Eğitim alanlarına özel bir ilgimiz olmasa bile bu insanları vizyonlarından, gündem hakkındaki yorumlarından dolayı da takip edebiliyoruz. Bu insanlar geçmiştekinden farklı yöntemlerle de olsa aynı “aydın" kimliğiyle halka hitap ediyorlar ya da etmeye “çalışıyorlar.”

Asıl gerçek, Anadolu eski Anadolu değil. Bu insanları takip edenler de okumaya, öğrenmeye bir nebze ilgi duyan insanlar. Düzenli takipçileri dışında halka sadece bir magazin haberiyle ulaşabiliyorlar. Yaptıkları, söyledikleri bir şeyin kendi kitleleri dışında büyük bir ses uyandırması gerekiyor ki bu da genelde eleştirel bir bakış açısıyla karşılık buluyor. Halka ulaşmak eskisinden daha kolay gibi görünüyor olsa da bu doğru değildir. Günümüzde işin içine maddi çıkarlar, imaj kaygıları her zamankinden daha çok girmiştir ve bu insanlarla halkın arasında yine bir uçurum mevcuttur. Halkın bir kesimine olan ayrıştırıcı “cahil" bakışı hâlâ devam eder. Hatta bu İlber Ortaylı ile bir espri hâline gelmiş olsa da bakış aynı bakıştır. Dünyadaki eğitim olanakları arttıkça kendinizi bu insanların çevresine kabul ettirmeniz de gittikçe zorlaşır. Prestijli okulların artışıyla aydından çok “elit" bir kesim oluşması ve işin içine maddi olanakların da girmesiyle bu olanaklara sahip olmayan halk aydını yine kendinden uzak görür.

Bunun çözümü nedir? Belki eğitimin içine paranın bu kadar girmemesidir. Aydın kesimin halkı bu kadar dışlamasının eğitim ve kültür seviyelerinin farklılığı kadar maddi sebepleri de vardır. Şunu da unutmamak gerekir ki bilgi aktarılabildiği kadar yücedir.