Yalnızlığın Melodisi

"İnsan, bunca zamandır aşina olduğu sessizliği hiç bilmediği bir sese tercih edendir. Ve sen benim, aşina olduğum o sessin."

Bir dükkân vitrininde yıllardır öylece duruyorum. Sahibim öldüğü için beni bu dükkâna getirdiler çünkü senelerdir yaşadığım o ev artık benim cehennemim olmuştu. Bir zamanlar çok mutluydum ben. İnsanı sarhoş eden muazzam melodilerimle sabaha kadar şarkı söylerdim. İnsanların mutluluklarına, üzüntülerine, hayal kırıklıklarına şahit oldum senelerce. Kaç tane sahibim oldu sayamam bile. Kalıcı bir yuvam olmadı hiç sonuncusu hariç. Kimi sevsem, kime alışsam terk edildim ya da para için satıldım sırf çok yaşlı ve değerli bir parça olduğum için. Kendimi tanıtmadan direkt konuya giriş yaptım kusuruma bakmayın. Melankolik bir yapım var ama yeri geldiğinde de çok eğlenceli olabilirim. Aslında bu benim ne çalmamı istediğinize göre değişir çünkü ben gramofonum. Söylemek istediklerimi değil, onların dinlemek istediklerini söyleyebiliyorum. Çığlıklarımı bir melodi olarak duyuyor insanlar. Ben bu kadar güzel şeyler söyleyemem aslında. Bana verilen bu yetenek benim lanetim. Hiçbir zaman kendim olamadım biliyor musunuz? Hep başkaları dile getirdi beni. Hep başkalarının ağzından konuştum. Ben artık kendi şarkımı söylemek istiyorum. Senelerdir hapsoldum bu bedende. Her gün farklı bir ses, farklı bir nefes, farklı bir kişiyim. Bu durumdan bu kadar şikâyet etsem de plaklar benim farklı benliklerim, çeşit çeşit maskelerim ve ben onlarsız hiçbir şeyim. Konuşmayı onlar sayesinde öğrendim. Bütün güzel duyguları, düşünceleri onlar öğretti bana ve ben de onları kendi benliğime hapsettim. Eski anıları bozuk bir plak gibi tekrarlıyorum kafamda. Şarkı söylemeyeli, insanların duygularına şahit olmayalı o kadar uzun zaman oldu ki. Artık kendim olamadığım için bile şikâyet edemiyorum çünkü şu an resmen dilsizim. Sesim soluğum çıkmıyor, yalnızım, kimse çıkardığım o güzel seslerle mest olmuyor. Biraz o eski anılardan bahsedeyim. İlk sahibim zengin ve saygın bir insandı. O zamanlar Fransa’da yaşıyorduk. Kendi benliğimi ilk keşfettiğim zamanlardı. Ses çıkarabilmenin, insanların içine işleyebilmenin heyecanı ile yanıp tutuşuyordum her gün. Tabii bir süre sonra bu durum ortadan kalktı ve bu iş bir zorunlulukmuş gibi hissettirmeye başladı bana. Ama yine de sahibimi çok seviyordum. Bana değer veriyor, özenle bakıp her gün iyi miyim diye kontrol ediyor ve kendinden başka kimsenin bana dokunmasına izin vermiyordu. Üstelik evinde benden başka bir sürü gramofon vardı ama ben onun için farklıydım. Çünkü ben ona ilk aşkı tarafından hediye edilmiş nadir ve değerli bir parçaydım. Onun için değerli olmamın sebebi ederim değil âşık olduğu kişi tarafından ona hediye edilmemdi. İlk başlarda onların dans edip eğlenmelerini izlerken insani duyguların bu denli güçlü olduğunu bilmiyordum. Her yeni tanıştığım o eşsiz plaklar bana tam olarak bunları öğretti zamanla. Ve tabii ki o kadının ölümünde yaşanan buhran ve acının da bunda katkısı var. Ne kadar acı sözler sarf ettiğimi hatırlıyorum. Sesimi çıkaramadan öylece sahibimin istediklerini söylemek benim için cehennemdi. Elimde olsa onu mutlu etmeye çalışırdım ama benim ona hatırlattıklarım ve varlığım onu içinden çıkılmaz durumlara sürüklüyordu. Bu aylarca böyle devam etti. Bana her baktığında o güzel kadını, sevgilisini hatırlıyordu. Ona bırakılmış en yegâne parçaydım fakat ona duyduğu özlem bir süre sonra ıstıraba evirildiği için benden kurtulmak istedi. Ama bir daha asla karşılaşamayacağı o insanla, tekrar tekrar çarpışmayı öğrenecekti benim söylediğim şarkılarla ve o evin içinde, evsiz hissedip üşüyecekti yalnızlığın dondurucu soğuğuyla. Yalanlar bulup inandıracaktı kendisini. Şarkılarına içine hapsolmuş o büyülü sözlerin etkisinde tekrardan sevilecek, sevişecekti. Belki de ciğerlerini bırakacaktı yanıma koyduğu şarap şişesinin içine. Ama kabullenmek istemediği o gerçeği unutmaya çalışacaktı her seferinde. Bilirsiniz, herkes bir gün gider tıpkı benim de her seferinde terk edildiğim gibi. Kalmanın bütün gitmelerden daha zor olduğunu da öğretti bu şarkılar ona. Kaldığı her yerde, gidenin anılarını götürdü, yoruldu ve benden de vazgeçmeye kalktı. En büyük yük onun yokluğu değil benim varlığım ve acı melodilerimdi. Gücü yetmedi bazen, kendi içinde elveda etmek için o şarkıları söylememe. Ama dinledi sabahlara kadar. Biliyordu, herkes bir gün gitmek için gelirdi. İnsanın elmacık kemikleri de yosun tutarmış ağlamaktan, bunu da öğrendim. En karanlık gecelerinde, kulaklarında o hep aşina olduğu acı melodilerin sesi çınlayarak düştüğü o karanlık kuyunun dibinin artık bir sonu olmadığını görüp yenildi. Tüm yaşadıkları ufak yaralar halindeydi ama o en sonuncusu onu da öldürdü gözlerimin önünde yavaş yavaş. Hayat yeterince ince davrandığında tekrar dönmek istedi hayata, eski günlerine. Zihninin içi tarumar edilmişti ve o, sol omuzundan tekrar tekrar vurmak istedi kendisini acılar içinde haykırarak. Elleri akasyalar kokacak, kulakları şarkılarıma sağır olacaktı ama kimse görmeyecekti onun öldüğünü. Ama biliyordu ölmek, sevgilisinin yaptığı kadar kolay değildi. Beyninde, onu deli eden sesler biriktirecekti. Bazı geceler, cinnetlerinin ve cinayetlerinin o muazzam derecedeki acı seslerini benim sesimle bastıracaktı. Uzaklaşmaya çalıştıkça daha da sokulacaktı yanıma. Kendini, anlatmak istediklerini konuşmadan şarkılarda arayacak ama bulamayacaktı. Salonun köşesindeki o komodinin üzerinde elinde fotoğraflar ve plaklarla benim yanımda ağlayacaktı hüngür hüngür. Ağlamalıydı. Erkekler de ağlar, bilirsiniz. Hayat, yürüdüğü o engebeli yollarda yarım kalmışlıkları bir urgan gibi gırtlağına düğümletti. Artık yaşayamam sanarken yaşattı da. İnsanı hep zannettiklerinden vururlar, bilirsiniz. Kulakları kanayana dek dinlediği ne varsa, dinlemekten vazgeçtiği o gün gelecek bozuk bir plak gibi dönüp duracaktı beyninde ve yüzüme bakmaya, benim varlığımı unutmaya mecali kalmayacaktı. Her gün baktığı o boşluğun yokluğu, kulaklarında sızlayacaktı. O da öldüremedi. Söyleyebilseydim ona eğer dünleri yarınlarından hep daha güzel olacaktı çünkü geçmişin acıları omuzlara yüktür, bilirsiniz. Anlattıklarımın hepsini tek tek yaşadı ama ölmedi. Ölmek istiyorum demekle ölünmez, bilirsiniz. Sevgilisinin özlemiyle yanıp tutuşsa da hep korktu onun gibi ölmekten. Ölüm, ayrılıktan da zordu onun gibi ölünce. Her gece sevgilisinin yüzünü gecelerde görüp ellerini gökyüzünün sonsuz karanlığına uzattığında ona ulaşmasını diliyordu. O sevgilisinin onu terk etmesiyle kahroldu ben de ona sevgilisini hatırlattığım için. Sonunda yine o günün geleceğini, terk edileceğimi biliyordum. Öyle de oldu. O andan hatırladığım tek şey dudaklarından dökülen bu son cümle oldu.

"İnsan, bunca zamandır aşina olduğu sessizliği hiç bilmediği bir sese tercih edendir. Ve sen benim, aşina olduğum o sessin."