Durağan
O gün büsbütün güzeldi.Hiç yaşanmamış şeyler gibi güzeldi.Hayatın eşiğinde, düşüncenin eşiğinde son bir defa gördüğümüz şeyler gibi güzeldi.
Dümdüz ve geniş alana kurulan bu yemyeşil park adeta beni şehrin o sıkıcı ve boğucu kalabalığından uzaklaştırdı. İnsanların kendi aralarında piknik yapması ve eğlenmesi, çocukların o neşeli çığlıkları ve kuş sesleri bana kendimi iyi hissettirdi. Gökyüzünde süzülen bulutlar ve esen hafif ılık rüzgâr beni dinginleştirdi. Masmavi gök kubbe parça parça saçılmış beyaz pamuklarla doluydu adeta. Rüzgârın etkisiyle daha hızlı yüzüyorlardı gökyüzünde. Daha çiçek açmamış ağaçların dalları savruluyordu rüzgarla birlikte. Turuncu ve bastığımda süngerimsi yumuşaklıkta olan yürüme pistinde tur atan insanlar vardı. Kimisi kulaklık takmış hızlı adımlarla ilerlerken kimisi de bu hayat telaşından kendilerini daha da uzaklaştırırcasına yavaş ve sakin hareketlerle tabiri caizse salınarak yürüyorlardı.
Kendi kendime yürüyüp parkın her köşesini incelemeye çalışırken daha önceden hiç o kadar dikkatli bakmadığım destanların yazılı olduğu beyaz mermerden yapılmış uzun yapıyı daha fazla inceleme fırsatı buldum. Üzerine yapılmış olan minyatürler çok ilgimi çekti. Uzaktan çok fazla renkli ve karmaşık duruyor olsa da içine girip inceleyince çok güzel ve farklı figürlerin olduğunu gördüm. Minyatür genel olarak kırmızı ve mavi renk ağırlıklı parlak bir şekilde yapılmış. Onun hemen sol tarafında çocuk parkı vardı. Oraya gidince çocukluğuma geri dönmeyi çok istedim. Orada gülerek oynayan ve koşan çocukları görmek bile beni çok iyi hissettirdi. Ama bir yandan da bir sürü karmaşık düşüncelere daldım.
Durup öylece bir şeyleri izlemek, incelemek insanı boşlukta ve o ana ait değilmiş gibi hissettiriyor. Hayatın telaşesine ve koşuşturmasına o kadar alışmışız ki bir an durup etrafımızda olan biten şeyleri daha dikkatli inceleyemiyoruz. O gün bunu gerçekleştirmiş olmak garip bir deneyimdi. Kendimi hiç o kadar yalnız ve başka bir alemdeymiş gibi hissetmemiştim. İnsanların arasında geziyorum ama sanki orada değilmiş gibi, kimse beni görmüyormuş gibi… Peki bütün bu seslerden ve uğultudan mahrum kalınca ne hissederdim diye düşündüm. İşitme yitimi kaybedersem daha mı dikkat kesilecektim görselliğe... Kulak tıkacını taktığımda bu yalnızlık hissini çok daha fazla hissettim. Aslında sesin çok önemli olduğunu ve duyguların, enerjinin, auranın, atmosferin çoğunu seslerin aracılığı ile algıladığımı fark ettim. Sesler olmadığında dünya bomboş ve siyah beyaz gibi geldi. O an gezerken açıkçası hiç keyif almadım. Ses çok güzel bir dikkat dağıtıcı aslında. Hiçbir ses yokken insan kendi düşünceleri ile baş başa kalıyor ve sanki zihin takılmış bir plak ve o takılmış plak da dinlemekten bıktığınız şarkı gibi sürekli zihninizin içinde dönüyor. Son zamanlarda dışarı çıkamamak beni çok bunaltıyordu ve hep negatif şeyler düşünüyordum fakat burada yaşamın o kadar da fena bir şey olmadığı düşüncesi kafamda belirmeye başladı. Her yer eskisinden daha canlı ve parlaktı.
Parkın ve fotoğrafın bende çağrıştırdığı besteyi buraya bırakıyorum.
Günce Yaprağı
Evin arkasındaki yamaçta ben bugün
Köklerin, kayaların arasında
Bir çukur kazdım, yeterince derin,
Ve çıkardım içinden her bir taşı,
Kuru, ince toprağını boşalttım.
Sonra bir saat diz çöküp o kadim ormanda
Avuç avuç kürek kürek topladım
Çürümüş kestane gövdelerinin
Sıcak mantar kokan o kara toprağını,
İki kova dolusu taşıdım öte yana
Ve bir ağaç diktim o çukura,
Sevgiyle doldurdum torflu toprağı
Güneşin ısıttığı suyla suladım yavaşça
Ve suda usulca yüzdürdüm köklerini.
Orada şimdi ağaç, küçük, körpe ve orada olacak,
Biz çoktan göçüp gittiğimizde ve bugünlerin
Gürültüsü, patırtısı ve sonsuz sıkıntısı
Unutulduğunda o dehşetli korkusuyla.
Alize rüzgârı bükecek belini. Sağanakta hırpalanacak,
Güneş gülecek yüzüne, ezecek böğrünü ıslak kar,
İspinozlar ve sıvacıkuşları yaşayacak dallarında,
Dibindeki toprağı eşeleyecek sessiz kirpi.
Ve ne yaşadıysa, tattıysa ve çektiyse
Yıllar yılı, yeni yeni hayvan nesilleri,
Keder, şifa, rüzgâr ve dostluğu güneşin,
Günbegün taşacak ondan şarkısıyla
Hışırdayan yapraklarının, sevimli
Kıpırtılarında usulca salınan tepesinin,
Uykudan yapış yapış tomurcuklarını ıslatan
Reçineli özsuyunun o latif kokusunda,
Kendi kendine mutlu mesut oynadığında
Işık ve gölgenin ebedi oyununda.
HERMANN HESSE