Yaptığın İşi Sevme

Mesele sevgi mi iş mi?

"Güneşin altında söylenmemiş söz yoktur." diye okumuştum bir kitapta. Kadim ve ezoterik bir eserde geçiyordu bu söz. Biraz ürpertici, biraz da rahatlatıcı bir söz. Hiç orijinal ve özgün olamayacağımızı işaret ederken bir yandan "Tamam ya rahat olalım, zaten söylenen söylenmiş" diye de düşünülebilir. Özgün ve orijinal olmayı herkes ister, hatta bu kavramlar işin içine girdiğinde havalılık, özenilen kişi olmak gibi şeyler de yanında gelir. Fakat orijinal olmak illa pozitif duygular barındırmak zorunda mıdır? "Amma orijinal adam" diye parmakla işaret ettiğimiz insan sokakta mastürbasyon yapıyor olabilir mi? Bakıldığında çok orijinal bir hareket. Diyojen gibi adam. Diyojen'i okuyan okur, seven sever, felsefesine övgüler yağdırılır; fakat sokakta karşımıza köpek gibi hırlayan çıplak bir adam çıksa "Vaaaay. Orijinalliğe bak be. Böyle olacaksın işte." mi deriz? "Allah'ın manyağına bak." der devam ederiz sanırım. Tarihte yaşamış büyük filozoflar; Sokrates, Diyojen, Nietzsche gibi adamlar günümüzde yaşasa yine filozof olabilirler miydi? Bu insanların deli değil de birer dahi olduğunu kabul eden mekanizma nedir? Fikirlerinin değeri zaman içinde mi ortaya çıkmıştır?

Tarihte adını söz ettirmeyi başarmış bu büyük insanların ortak noktası çok az sayıda olmaları, bu kesin. İnsana cesaret vermiyor değil. Etrafımızda kendimize benzer, anlaşabildiğimiz, kafamızın ve fikirlerimizin uyuştuğu çok az insan bulduğumuz zamanlarda "Bende bir sorun var herhalde, hiç kimseyle anlaşamayan insan mı olur?" diye düşünmek yerine "Deha mıyım?" diye sorabiliriz kendimize. Tabii ki deha olma şansımız düşük, fakat deha olduğumuz senaryoda ne olur?

Bir dehanın deha olarak kabul görmesi, hatta tanımlanması için bunu kanıtlaması gerekir. Kanıtlamak için ise bir şey ortaya koyması gerekir. Hatta birçok şey. Einstein'dan daha zeki ve potansiyeli yüksek olup ismini hiç duymadığımız, hiçbir buluşa imza atmamış binlerce insan yaşamış olabilir. Deha ancak çalışarak ve üreterek ortaya çıkar. Evde yatarak çıkmaz. Heba olur. Peki dehalar dehalığını hangi işi yaparak ortaya çıkarmıştır? Yaptıkları işe yatkınlar mıdır, işlerini seviyorlar mıdır? Kendi alıntılarıyla inceleyelim.

Nikola Tesla demiş ki: "Doğal yatkınlığı kuvvetli bir arzuya dönüşen insan, amacına hızlı ve emin adımlarla ulaşır." Beni çok etkileyen bir laf bu. Amacımızın ne olduğu önem göstermeksizin doğal yatkınlığımıza dikkat çekiyor bence. Mesela bir insan için güldürmek doğal yatkınlığıysa, bunu arzu haline çevirdiğinde komedide başarılı olacağını anlıyoruz. Çalıştığım yerlerde insan gözlemleme fırsatım çok olmadı, fakat gözlemlediğim kadarıyla neredeyse hepsinin doğru işi yapmadığını düşündüm. Kendimin dahil. Yatkınlığı farklı tarafalardı. Herkesin içinde bir üretme, fark yaratma ve ön plana çıkma isteği vardı, fakat hiçbiri kendi işi için bunu gerçekleştiremiyordu. Sanki farklı şeyler yapmak zorundalardı, bilmiyorlardı, belki de cesaret edemediler.

Ralph Waldo Emerson: "Ne yaparsanız yapın, cesarete ihtiyacınız var. Hangi yola karar verirseniz verin, her zaman size yanıldığınızı söyleyecek biri vardır." Sevmediği ve uygun olmadığı bir şeyi yaparken cesur olabilir mi bir insan? Aklı hep karışık, şüphe dolu ve kararsız olabilir. Çünkü bunu sevmiyor ve yatkın değildir. Birisi ona "Bu böyle yapılmaz, şöyle yapılır." dediğinde buna karşı çıkacak öz güveni bulamaz. Doğrusunu bilmiyordur. Bazı şeylerin doğrusunu bize öğretilmese de biliriz. Onu dünyada geçirdiğimiz sürede anlamışızdır, sezmişizdir. Sezilerimiz hangi konularda güçlüyse yatkınlığımız da bunlar olabilir. Küçüklükten beri severek mizah dergileri okuyan, stand-up gösterileriyle büyümüş birisinin komik bulmadığı bir şaka, büyük ihtimalle komik değildir. O kişinin yargısına güvenebiliriz. Yatkınlığı olduğu gibi birikimi de vardır.

Birikim. Hiçbir birikimi olmayan birisinin deha olması sanırım imkansızdır. Mutlaka bir şeyler öğrenmiş olması ve üstüne birçok şey koymuş olması gerekir. Bir insanın 40-50 yıl boyunca üstüne bir şeyler koyacağı bir iş yapması için o işe aşık olması gerekir. Steve Jobs da şöyle diyor: "İşiniz hayatınızın büyük bir bölümünü dolduracak ve gerçekten tatmin olmanın tek yolu harika olduğuna inandığınız bir iş yapmaktır. Ve harika işler çıkarmanın tek yolu yaptığınız işi sevmektir." Harika olduğuna inandığınız... Başkalarının "Böyle iş mi olur?" veya "Bu maaşa çalışılır mı?" gibi söylemlerine karşın hala o işi severek yapabiliyorsak bence doğru işi yapıyoruz demektir.

İnsan tutkuyla merak ettiği şeyleri bulmalıdır bana göre. Hatta farkında bile olabiliriz. Neyi merak edip araştırıyorsak tutku sahibi olduğumuz şey odur diyebiliriz belki de.

Walt Disney: "İlerlemeye devam ediyoruz, yeni kapılar açıyoruz ve yeni şeyler yapıyoruz çünkü meraklıyız ve merak bizi yeni yollara yönlendirmeye devam ediyor." demiş. Adamın başarısı ortada. Tutkuyla bağlı olduğu şeyi mi yapıyor, yoksa bağlı olduğu şeye tutku mu duyuyor? Bana göre tutkulu olduğun işi yapmanın zor tarafı o işi bulmak, modern hayata entegre etmek, gerekirse bundan geçimini sağlayacak hale getirmek. Okuduğum kadarıyla halihazırda bir işi olan kişinin yaptığı işe tutku duymasını sağlaması ise başkaları için bir şeyler yapmak sayesinde olabiliyor. "Diğer insanlar burada ne görmek isterdi?", "Sürücü koltuğa oturduğunda nasıl hisseder?" gibi kullanıcıları düşündüğümüz senaryoda fark yaratabilen kararlar ve icatlar bulabiliyoruz. Üstelik bunu başkalarının iyiliği ve ürünün kalitesi adına yaptığımız için mutluluk ve gurur da duyabiliyoruz.

Tarihin başlarından beri sevdiğin işi yap klasiği son yüzyılda yaptığın işi sev'e dönüşmeye başladı. Fakat o büyük insanlar ve dehalar acaba sevdiği işi mi yapıyordu yoksa yaptığı işi mi seviyorlardı? Tek bir şey belli, o da sevgi besledikleri. Belki de sevgi beslediğimiz takdirde hangi tarafta olduğu pek önemli değildir.