yara

Kısa bir öykü, gece yaşayan herkese

Oturduğum koltuğun yanındaki camdan yorgun gözlerimi izliyorum. Ruhu solmuş gözlerimi. Uykusuzluktan altı çukurlarmış ve memnuniyetsiz bir renk ile boyanmış gözlerimi. Beni olduğumdan yaşlı gösteriyor yüzümün çizgilerindeki yorgunluk. Hissettiğim yaşa daha yakınım camdaki solgun aksimde. Gündüzler bir şekilde geçse de geceleri baş başa kaldığım kadının farklı hatıraları var. Yalnızca geceleri onunla yaşıyorum ama bazen bu bile o kadar zor ki herkesin yaptığı gibi benim de onu terk edesim geliyor.

Ama insan bir kendinden gidemiyor.

İnsan kendini kendinden çıkaramıyor en azından hala aklı başındayken.

Yarabantlarının altındaki yaralarının kabukları sökülmüş, kanı durdurulamıyor. Et eti tutmuyor artık onun kalbinde. İçindeki volkanlar sıra bilmeden patlayıp içindeki tüm alevi dışarı atmaktan korkmuyor, ikinci kez düşünmüyor.

Ben onu yaşamaktan yorgunum artık. O kendisinden nasıl yorulmamış olsun?

İşte o zaman kızıyorum kendime? O kendisini yaşamaktan yorgunken, ben onu nasıl bir başına bırakırım? Kendi kırık parçamı, diğer yansımamı?

Nasıl çözeceğiz bilmiyorum, nasıl çözüleceğiz, içimizdeki buzlar nasıl eriyecek ve kalbimizdeki yaralar nasıl kabuk tutacak?

Kapanan kapılar açılacak mı?

Ben bir kere başkasının kollarında ağladım, o ise benim kollarımda her gece.

Ağlayan bendim, ben değildim.

Aynada aynı gözlere, yüze sahip ve bakışlara sahip başka insanlarız.

Parlayan o aynaya bakıp birbirimizi görüyoruz, birbirimizin yansımaları olarak farklı hayatlar yaşıyor, başka hayatlara gidiyor, başka yollarda yürüyoruz.

Yok saydığım, görmezden geldiğim, kabullenemediğim ve başkasına anlatamayacağım bir günahtır benim yansımam. Benim için kendinini silmiş biri. Kendi açık yarasını saracağına benim kapanmış yaralarıma bakıp, yara izlerini görmemeyim diye onları bana sarmış biri. Diğer yarım, yansımam, bizim için kendinden vazgeçen kişi.

Onu sevmeliyim. Herkesin yerine.

Onu sevmeliyim. Herkesten çok.

Onun benden başka kimsesi yok.

Beni ondan başka böyle seven yok.