Yeni Yazmaya Başlayanlar İçin İlham Köşesi: Kısa Hikayeler, Ufak Denemeler
Kısa hikayelerle yazmaya başlamanın tam zamanı! Sonunun nasıl olacağını düşünmeden harekete geçip yazmak için küçük bir ilham köşesi.
Mor Çatı (05.05.2024)
Bilinenin aksine en eski çağlardan beri kullanılan en özgün en ihtişamlı en sarsılmaz en delice sevilmeyen renk...
Kimisi için tutku. Ah hayır kırmızıydı o.
Kimisi için asalet. Ah hayır siyah.
Kimisi için gösteriş. Ahhh maalesef yine değil.
Bu kız çok seviyordu en az bir parça mor kullanmayı hayatında. Her zaman onu taşımaktan gurur duyardı ama en sevdiği renk sorulduğunda aklına gelen ilk vasat rengi söyler en tutkuyla bağlı olduğu şeylere ihanet etmekten kaçınmazdı. Mutluydu. 30 yaşındaydı bu kız. Hayatının hiç olmadığı deneyimlemediği bir evresinde duygularının ve bedeninin en zirvesinde öylece oturuyor ve sadece düşünüyordu.
Hangi rengim?
Kendine ait hiçbir şeyi yoktu bu hayatta bu kızın. Bazı fikirleri vardı ama onlarda asla sabit durmuyor yenisi gelince ortadan kayboluyordu. Düşünmeyi severdi. Her gün saatlerce sadece düşünmek ister önüne çıkan bütün yaşam deneyimlerini gereksiz bir angarya olarak görürdü. Ölüm gibi gelirdi ona yaşamayı gerektiren eylemler. Çok gerekli gereklilikleri yerine getirmek... Kendi kurallarını koymaya çalışmıştı çoğu zaman. Ama onlara da bağlanamamış savrulup gitmişti. En nihayetinde sadece rüzgara fırtınaya karışmıştı bu kız. Yine bir sabah uyandığında pekte anlayamadı etrafında olup bitenleri. Çok dikkat etmedi etrafında olup bitene. Kendi yatağı kendi banyosu kendi odasıydı neticede. Kendine ait bir odası vardı evet. Ama hayatını Virginia Woolf a gösterip 'işte benim odam ne değişti şu kısacık hayatımda' demek ister miydi emin değildi. Ama bir his vardı içinde biraz yeni gibi olan. Göğsünün tam ortasında ciğerlerine baskı yapan yeni bir şeyler. Pencereye doğru yürüdü son 10 yıldır gördüğü manzara değişmeden sadece bir saniyede çekilmiş fotoğraf karesi gibi yine önünde duruyordu. Bir çok fotoğraf karesi vardı zihninin parçalara bölünmüş dehlizlerinde. Çözemedi ne yapması gerektiğini. Zaten bir şeyler yapmakta o kadar da iyi değildi. Galiba bugün çözecekti ne yapması gerektiğini. Aklında dönen soruyu tekrar düşündü. Bu defa kendinden emin bir şekilde fısıldadı. Morum ben. Aslında çokta emin değildi. Ama rol yapmaktan oymuş gibi davranmaktan zevk alıyordu. Cesur biriydi günün bir kaç saatinde. Kimisi için neydi ne değildi bilmiyordu ama O kız için saklanamayacak ebediyen unutulacak veya -hafızaya göre değişir- unutulmayacak bir sırdı MOR...
Uzun Yürüyüşler, Keskin Dönüşler
Her gün geçtiği sokaklarda döndüğü çevrelerde gittiği barlarda okuduğu kitaplarda ruhuna iyi gelen bir şeyler arıyor bulamadıkça kendisine çevresinde nefes alan her bir varlığa öfke kusuyordu. Sevgi ile örülmemiş o küçük dünyasında her saniye ve her dakika biraz sevilmek istiyordu. Mutluluğu sevgi ile özdeşleştirmişti. İkisinin de ne olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Belki zamanında sadece bu duyguların gölgelerini yaşamıştı ama asla aslı değildi. Hayatı karmaşık ve içinden çıkılamaz bir hal almaktaydı. En azından kendi zihninde hayatını bu şekilde tanımlıyordu. Dışarıdan bakan herhangi bir izleyici onun dünyanın en sade ve en dayanılmaz hayatını yaşadığını düşünebilir. Kendisi ise bu hayatta yaşamıyor bambaşka diyarlarda çevresindeki insanlarla bambaşka ilişkiler kurarak senaryolar yazıyordu. Belki başka dünyalarda kötü bir evlilik yaşamış veya çok sevdiği birini kaybetmişti. İtiraf edemese de biraz dram seviyordu. Hayatı bir kitap olsaydı muhtemelen dram veya trajedi olurdu. Aşırı düşüncelere kapılmıştı yine ve yine. Tam o sırada telefon çaldı. Uzun koridordan yürümeye başladı. Yavaş yavaş yürüyordu hiç acelesi yoktu. Arayanı umursamayacak söylenenleri dinlemeyecekti.
Sessizlik
Milda en nihayetinde yaşıyor çiziyor nefes alıyor yemek yiyordu. Uzun yürüyüşlerinde keskin dönüşler yapıyor aklının en derin köşelerinde kalmış fikir kırıntılarını bile duymaya anlamaya çalışıyordu. Çok zor dönemlerden geçmişti hatta hala geçmekte olduğuna emindi. Dikkati çabuk dağıldı. Yanında 7 veya 8 yaşlarında olduğunu tahmin ettiği kısa küt saçlı çoğu insanın şirin bulacağı küçük kız çocuğuna bakmaya başladı. Hayatla ilgili en ufak bir fikri kaygısı anlayışı yoktu. Sadece ortalarda fütursuzca koşuyor oynuyordu. Bu da Milda'nın canını sıktı. Hayata pozitif bakan biri olmadığının farkındaydı. Ama küçücük çocuğun neler yaşayacağını bilmeden mutlulukla oynamasını kıskanacak kadar fena bir vaziyetteydi. Elindeki kitabı okumaya devam etti. Hafifçe esen rüzgar saçlarını bozuyordu. Dikkatini okuduğu kitaptaki tek bir cümlede bile toplayamıyor etrafı izlemeye başlıyor etrafı izledikçe de sıkılıyordu. Korkunç bir döngünün içinde kapana kısıldığını hissetti. Aklındaki düşüncelerini dizginleyemiyor sadece seslere odaklanmaya çalıştığı küçücük saniye de bile aklına bambaşka alakasız bir fikir geliyor olmayan huzurunu daha da derinlere gömüyordu. Ayağa kalktı yavaş yavaş yürümeye başladı. Tanıdığı çoğu insandan daha yavaş yürürdü. Kendisi ile özdeşleşmiş en ilginç özelliklerinden biri de buydu. Çoğu insana göre "gerçekten çok yavaş" yürüyordu. Bunun tek ve en bariz nedeni acele etmek için bir sebebinin olmamasıydı. Koşması gerekmemişti çok uzun yıllardır. Bir yere gitmesi gerektiğinde her zaman en az bir saat önce orada olur sıkıntıyla saatin yırtıcı bir sessizlikle geçmesini bekler daha çok bekler ve nihayet sessizliğin içinde en çok o beklerdi.
Kelime Oyunları
Bazı kelimeler vardır insanın sadece söylemek istediği ama hiçbir zaman söyleyemediği. Düşünmeden aklına ilk gelenin dudaklardan süzülüşü. Söylediğimiz ve yazdığımız her kelime Milda için bir anlam ifade edebilir. Onun hayatını şekillendirebilir veya hayatının sonunu getirebilir. Yazarın kim olduğu önemlidir burada. İyi yürekli bir yazar onun hayatını en ince ayrıntısına kadar anlatıp okurun ve hatta yazarın kendisinin içini bile bayabilir. Kötü yürekli bir yazar onun hayatına heyecan katıp okuru engin kelime denizlerinde boğabilir. Nasıl bir yazar olduğumu Milda belirleyecek. Hikayemize dönelim. Kahvaltı yapmamıştı ve kurt gibi acıkmıştı. Elindeki kitaba bile korkunç bir açlıkla saldırabilirdi. Önünden sıkça geçtiği ama kapısından içeri adımını atmadığı kafenin önünde durdu.
Hesaplar
Yürümeye devam eden Milda koyu renkli kocaman kıpkırmızı bir kalp figürünün önünde durmuş hayranlıkla gözlerini kırpmadan hiçbir şey düşünmeden sadece izliyordu önündeki duvarı. Kuşlar vardı ötüyordu dinledi sadece. arabalar geçiyordu korna çalarak korkunç bir gürültüyle. Sağır olmak istiyordu. İnsanlar gürültülü varlıklardı. Sadece konuşuyor ses çıkarıyordu. Her hareketlerinde kaos ve karışıklık dans ediyordu çığlık çığlığa. susmayı dinlemeyi özlemişti. öyle insanlarla yaşamak nasıl olurdu acaba hep bunu düşünüyordu. Karşısında ise alev alev yanan kocaman bir kalp vardı. kendisiyle alakası yoktu bu kanayan figürün. soğuk ve boş olduğuna inanıyordu. sadece hareket eden bir bedenden ibaret olduğunu. Bir kabuktan. Kalbi yanmazdı onun tutkuyla alev alev. Küçük hesapları vardı onun ince ince yavaş yavaş işkence gibi süren sessiz ve soğuk. hatta bazen karanlık. Gözlerinin içine sızan karanlık bir duman çoğu zaman onu yönlendiriyor ruhsuz fikirlerinin arkasında beynini felç ediyordu. Anlamıyordu etrafındakilerin tutku ile birbirlerini ezişini. onun için çoğu şey yoktu ve hiç var olmamıştı. Eksikti boştu bir kıvılcım arıyordu. Önündeki duvara bakmayı bıraktı ve kafasını aniden sağ tarafındaki kaldırıma çevirdi. O yürürken adeta damla damla kanıyordu kalbi duvarın. Yanıyordu...
Milda'nın Milenyumu
Kendi içinde yalnızlık, tarifi olmayan bir kılavuz. Dünya dönmeye devam ederken etrafımızda dönen bir kişi bile olmaması ne acayip bir çelişki. Yalnızlığı sevmek çoğu zaman bizi olabilecek en kötü insanlardan korur. Fakat iyi seçeneklerde arada eriyip gider. Yaşamanın çelişkilerinden biri budur. Milda, uzun bir süre yalnızlığın kalkanı altında nispeten huzurla yaşamıştı. En derin korkularıyla neredeyse hiç yüzleşmezdi. Yüzleşemezdi. Onun için korkunun bir çok ismi ve tanımı vardı. Mesela hayatında görmek istemediği korkunç insanlar onun elini kolunu bağlıyordu. Tabiki mecazen. Sanki bir ağa takılmıştı ve kurtulmaya çalıştıkça etrafındaki örümcekler çoğalıp onu esir tutuyordu. Bir sonraki son akşam yemekleri için muhtemelen. Hadi biraz Milda'nın etrafındaki örümcekleri tanıyalım. Kibirli George vardı mesela. O, bütün evrenin merkezindeydi. Onun nitelik ve özellikleri en mükemmeliydi. Tanrı'nın bu günahı sevmemesinin nedenini daha iyi anlamaya başlamıştı Milda onunla tanışınca. İtici ve çekilmezdi Milda'ya göre. Adını bu yüzden Kibirli George olarak değiştirdi ve ne hikmetse yaşadığı yere de hızlıca yayılmış oldu. Kibirli G. 'nin bir çetesi vardı ve Milda hepsinden iğrenirdi. Tembel Jena, Kıskanç Mordo, Açgözlü Ria... Şimdilik bu kadarı bizim için yeterli. Devamında gelen kötülük dolu lakapları hepimiz tahmin edebiliriz. Ölümcül günah örümcekleri. En beklenmedik yerlerden çıkarlardı. Milda sıkılmıştı onlardan. Her gece biri, onu, evinde bulunan tek ve aile yadigarı telefondan arar, yoldan çıkarmaya çalışırdı. Bir çok planları mevcuttu ama Milda'nın yüz vermeye niyeti yoktu. Çünkü o kendine göre sağlam bir yolda yürüyordu. Kibirli G. ve çetesi bağıra çağıra konuşur ve sadece rahatsızlık bahşederlerdi tüm dünyaya ve aynı zamanda Milda'ya. Her hareketleri aşırıydı. Milda dengede olmayı severdi. Bastığı yerin sağlam olmasını çok isterdi. Ama hepimiz bir ipin üstünde yürürüz. Güven duygusuyla başımızın döndüğü her an hızlıca yere düşeriz. Bunu çok iyi biliyor ve çakılmak istemiyordu. Bu da korktuğu şeylerden biriydi. Kanayan kalpli duvarın yanındaki mor çatılı evde yaşayan Ki, yalnızlığı seçtiğinde kötülerle birlikte eriyen iyi insanlardan biriydi. Onu ipin üstünde yürümeye ikna edecek gibiydi. Bir milenyumluk yalnızlık galiba onunla tanıştığında tarih olmuştu. Durduğu sağlam yer, yerinden hafifçe oynamaya başlamıştı. Kafası fena şekilde karışıyordu ve baktığı yerleri görmemeye başlamıştı. Pek dikkatli biri değildi zaten. Görmüyordu. Ki'yi de fark etmemişti, Mor çatılı evin önünde.