Ymir’in Ölümü ve İnsanın Doğuşu: İskandinav Mitolojisinde Yaratılış

Hiçlikten doğan İskandinav evreni: Dev Ymir’in ölümüyle şekillenen dünya ve üç tanrının insanlara hayat verdiği yaratılış öyküsü.

Varoluş, başlangıçtan bu yana sorgulanması ve idrak edilmesi en karmaşık konulardan biri olmuştur. Evrenin yaratılışı, insanın yaratılışı ve evrenden öncesi, insanlığın cevabını bilmediği gizemli konulardandır. Hiçlikten bir başlangıç aramak ve bu başlangıcın hikayesini takip etmek en heyecan verici serüvenlerden biridir. Birçok kültürün kendi inanış ve geleneklerinin de içinde bulunduğu yaratılış hikayeleri vardır. Peki ya Kuzey Avrupa’nın özlerinden gelen İskandinav mitolojisinde yaratılış nasıl gerçekleşmiştir? Evrenden öncesi, dev Ymir’in ölümü ve boş kalan evrende üç tanrının insana özünü verme hikayesini birlikte inceleyelim.


Evrenden Önce Ne Vardı?

İskandinav mitolojisinde her şeyden önce boşluk vardı. Bu hiçlikte ne dünya, ne gökyüzü, ne cennetler, ne de yıldızlar vardı. Evren formsuz, daima yanan ateşli bir sis boşluğundan oluşuyordu. Kuzeyde, soğuktan bile soğuk olarak adlandırılan gri renklerin hâkim olduğu Niflheim vardı. Burada sisin içinden geçen ve kaynağı Hvergelmir girdabı olan zehirli 11 tane nehir vardı. Her şeyi gizleyen karanlık sis havada asılıyken yeryüzü de rahatsız edici soğukluktaki sisle kaplıydı. Güneyde ise yanıp kavrularak her yere parıltı saçan Muspelheim vardı. Burası eriyen kayalar ve yanan közlerden oluşuyordu. Muspelheim ile Niflheim’ın arası formsuz bir boşluktu. Sisli dünyanın zehirli nehirleri Ginnungagap (genişleyen boşluk) adı verilen boşluğa dökülüyordu.



Devlerin Devi Ymir Nasıl Oluştu?

Zehirli nehirler ölçülmeyecek kadar uzun bir sürede yavaş yavaş katılaşarak büyük buzullara dönüşmüştü. Boşluğun kuzeyindeki buz, donmuş sis ve dolu taneleriyle kaplanmışken buzulların ateş diyarı ile buluştuğu güneyde, Muspelheim’dan gelen közler ve kıvılcımlar buzlarla buluştu. Yanan diyardan gelen ılık rüzgâr buzun üstündeki havayı yumuşattı. Artık buz ile ateş buluşmuştu ve bu buluşmadan hayat meydana geldi. Dünyalardan daha büyük, bu zamana kadarki tüm varlıklardan daha büyük olan dev Ymir oluştu. O, ne kadın ne erkek olan ama iki cinsiyeti de kendinde barındıran devlerin atasıydı.



Buzun erimesiyle Ymir’in yanında bir de boynuzsuz, aklın almayacağı kadar büyük bir inek oluştu. Bu inek beslenmek ve susuzluğunu gidermek için tuzlu buzları yaladı ve kendi sütüyle Ymir’i besledi. Dev, ineğin sütüyle beslendi, gelişti ve hayatta kaldı. İneğe de bereketli inek anlamına gelen ‘Audhumbla’ adını verdi. Audhumbla içinde insan olan buz bloklarını da yaladı. İlk gün buz kütlelerinin içinden kişinin sadece saçları, ikinci gün kafası ve üçüncü gün tamamen bedeni ortaya çıktı. Bu varlığın adı Buri'ydi. Bu sırada Ymir uykuya dalmıştı. Ymir'in sol kolunun altından dişi ve erkek devler, bacaklarından altı başlı dev doğdu. (Ymir'in çocukları ve bütün devlerin buradan doğduğu düşünülür.) Buri, bu devlerin arasından kendine bir eş aldı ve oğulları Bor doğdu. Bor da Bestla adında biriyle evlendi ve o 3 önemli tanrı doğdu: Odin, Ve, Vili. Bu üç tanrı işlerin seyrini fazlasıyla değiştirdi.



Ymir Nasıl Öldü?

Kardeş tanrılar Odin, Ve, Vili büyüdükçe Muspelheim'ın kıvılcımlarının ve Niflheim'in karanlığının onlara sonunda ölüm getireceğini gördüler ve bu üç kardeş ateşle sisin arasındaki boşlukta mahsur kaldılar. Orada ne kum, ne deniz, ne toprak, ne ağaç, ne yıldız, ne de gökyüzü vardı. Sadece hayat ve varlıklar doldurulmayı bekleyen bir boşluk vardı. Yaratılış vakti gelmişti. Odin, Ve, Vili yaratılacak evren için nelerin gerekli olduğunu ve geleceği konuştu. Artık boşluktan öte bir form olmalıydı. Bu üç önemli tanrı devlerin devi Ymir'i öldürdüler. Bu ölüm gerçekleşmek zorundaydı çünkü evrenin oluşmasının başka bir yolu yoktu. Bu, yeni bir başlangıcı mümkün kılan bir ölümdü. Üç kardeş tanrı, evrenin direği olacak olan Ymir'i bıçakladılar. Koca devin bedeninden o kadar fazla miktarda, deniz kadar tuzlu, okyanus kadar gri bir kan fışkırdı ki bütün devleri süpürüp boğdu. Yalnızca Bergelmir (Ymir'in torunu) ve karısı bu kan selinden tahta bir kutuda kurtuldular. Devlerin soyunun da buradan geldiği düşünülür.



Odin ve kardeşleri Ymir'in etinden toprak yaptılar. Kemiklerini de dağlara ve kayalıklara yığdılar. Ymir'in dişleri ve üç kardeş tanrı tarafından kırılan kemikleri kayalar, çakıl taşları ve kumları oluşturdu. Ymir'in kanı ve teri dünyaları kuşatan denizler oldu. Gökyüzü Ymir'in kafatasının içi, bulutlar ise Ymir'in beyinleriydi. Kuyruklu ve kayan yıldızlar, gezegenler Muspelheim'ın ateşinden çıkan kıvılcımlardı. Dünyanın düz, yuvarlak bir levha olduğu ve etrafını denizlerin çevrelediği düşünülürdü. Devler de dünyanın en köşelerinde, denizlerin en derininde yaşardı. Odin, Ve, Vili devleri uzak tutmak için Ymir'in kirpiklerinden duvar yapıp dünyanın ortasına koydular. Bu yere Midgard ismini verdiler. Burası insanların diyarıydı.



İnsanların Yaratılışı

Midgard mekân olarak çok güzeldi ama içinde çayırlarda yürüyen, berrak suda balık tutan, kayalık dağları keşfeden kimse yoktu. Evrenin kurucuları, yerleşim olmadan dünyanın gerçek anlamda bir dünya olmayacağını biliyorlardı. Dağlardan düz çayırlara kadar dolandılar ama hiçbir varlığa rastlayamadılar. Sonunda kayalık çakıl üzerinde, gelgitlerle yüzen kıyıya vurmuş iki kütük buldular. İlk kütük dişbudak odunuydu. Dişbudak odunu dayanıklıydı, iyi oyulurdu. Ayrıca kırılmak, bükülmek de bilmezdi. Alet yapımı için çok uygundu. (Kaynaklara göre sanki bir erkekten bahsedilirmişçesine kütük için yakışıklı sıfatı kullanılır. Ayrıca genel özellikleri itibariyle bu kütük erkek cinsiyetini temsil ediyor gibidir.) İkinci kütük de ilk kütüğün hemen yanında olan karaağaç odunuydu. Karaağaç odunu zarifti ama ahşabı, en sert tahta ve kirişleri yapmaya yetecek kadar sertti. Güzel ev veya salon yapmak için çok uygundu. (Burada da zariflikten bahsederek kadın cinsiyetini betimliyor gibidir.)



Üç tanrı, kütükleri kumun üstüne dik duracak şekilde koydular. Odin kütüklere hayat nefesi üfleyerek yaşam verdi. (Bu sebepten Odin'e her şeyin babası deniyor.) Artık onlar da cansız kütük olmaktan çıkıp yaşayan canlı haline geldiler. Diğer tanrı Vili, onlara irade, zekâ ve hareket yetisi verdi. Artık sadece fiziksel varlıklar değiller, aynı zamanda bilinç ve istek sahibi varlıklar olmuşlardı. Ve ise kütüğü oydu ve ona insan şeklini verdi. Kulaklarını şekillendirdi, duyabildiler; gözlerini şekillendirdi, görebildiler; ağızlarını şekillendirdi, konuşabildiler. İkisi de kumsalda iki çıplak insan oldu. Ve, kadın ve erkek olmak üzere onlara cinsiyet verdi. Üç tanrı, kendilerini kapatmaları ve ısınmaları için bu iki insanı giydirdi. Bütün bunlardan sonra bu iki insana isim verildi: Erkek olan Ask, kadın olan Embla. Embla ve Ask, Ymir’in kirpiklerinden yapılan güvenli duvarın ardında Midgard'da yaşamaya başladılar. Devler ve canavarlardan korunarak huzurla çocuklarını burada yetiştirdiler. Tüm insanlığın anası ve babası olarak soylarını devam ettirdiler.



İskandinav mitolojisinin derinliklerine inmek, evrenin ve insanın yaratılışını anlamak, bizleri köklü bir kültürün özlerine götürür. Odin, Vili ve Ve'nin eliyle hayat bulan bu yaratılış hikayesi, insanın ruhuna, iradesine ve varoluşuna dair eşsiz bir bakış açısı sunar. Her ne kadar bu hikâye uzak geçmişte kalmış gibi görünse de, hâlâ varoluşsal arayışlarımızda yol gösterici ve ilham verici olmaya devam ediyor.