Zeigarnil Etkisi – Unutamadıklarımız Üzerine

Unutamadığımız ilişkiler ve kişilere yönelik ilginç bulduğum bir açıklama üzerine.

Neden o kişiyi unutamadık?

Neden kendimizi ilerlemeye zorladıkça beynimiz bizi çoktan okunmuş, üstü tozlanmış, ve sayfaları sararmış bir kitabı tekrar açmaya zorluyor?

Ayrılığa verdiğimiz tepki hepimizde değişiklik gösterir, ancak bazen ne yaparsak yapalım bitmiş bir ilişkiyi, iyi-kötü birçok anı biriktirdiğimiz o kişiyi unutamadığımızı düşünürüz. Artık çok eskide kalan ilişkimize duyduğumuz özlemden dolayı, saplandığımız melankolinin verdiği rahatlık ve o alışılmış hisse kaptırırız kendimizi. Güzel günler gözümüzün önünden geçerken, bir yandan da henüz yaşayamadığımız onlarca hayalin tilkisi zihnimizde dolaşır durur. Zaman ilerledikçe unutmayı beklediğimiz o kişinin hayali ve özlemi üzerimizdeki etkisini yavaş da olsa yitirirken gün gelir ayrılık, henüz dün yaşanmışçasına içimizi yeniden yakar. En sonunda ise sorunun bizde olduğunu ve yaşadığımız döngünün bir saplantı olduğunu kabul ederiz. Hâlbuki bizi bu saplantıya iten duygu aslında bir “closure” yani kapanışa duyduğumuz yoğun bir istek. Psikolog ve psikiyatr Bluma Zeigarnik bizi, ilişkilere de uyarlayabileceğimiz mükemmel bir yargıyla bu problemin kaynağına götürüyor. Kendimce oldukça ilginç olduğunu düşündüğüm bu kanıyı sizlerle paylaşıp birkaç yorumda bulunmak istiyorum.

Ziegarnik etkisi denilen olgu, yarım kalmış işlerin aklımızda süreci tamamlanmış ve bitmiş işlere göre yüzde 90 daha fazla oranda hatırlandığını bizlere kanıtlıyor. Bluma Ziegarnik, 1920lerin başlarında henüz doktorasını yaparken, yemeğe gittiği bir restorandaki garsonun siparişleri kâğıda yazmadan almasına ve hiçbir şeyi karıştırmadan aklında tutabilmesine şaşırıp bu durumu araştırmaya karar veriyor. İlk olarak garsona bunu nasıl yapabildiğini soruyor ve garson, siparişleri ilettikten sonra unuttuğunu ve bir daha geri dönüp düşünmediğini söylediğinde bu durum Ziegarnik için daha ilgi çekici bir hal alıyor. Yaptığı çeşitli deneylerde katılımcılara verdiği taskların bazılarını yarıda keserken bazılarının bitmesine izin veriyor ve sonuçlar, görevi yarıda kesilmeyen katılımcıların işi hatırlama oranının yarım bırakılanlara göre iki kat daha fazla olduğunu kanıtlıyor.

Bitmiş ilişkilere uyarladığımız Ziegarnik etkisini, beynimizin bir olayı unutmak için daima bir kapanışa ihtiyacı olmasıyla yorumlayabiliriz. Aşkı yitip gitmiş bir ilişkinin kapanış konuşmasını yapmaya uğraşmakla, bitirmeye çalışırken daha da uzatmanın verdiği o yavan hisle daha da acı çektiğimiz günleri hatırladığımız zaman fark ediyoruz ki kapanış konuşması olayın bizim tarafımızdan yansıması sadece. Açmamak üzere kapatmaya verdiğimiz sözü karşı tarafa duyurmaya hiç gerek olmadığını, aslında olayın beynimizde gerçekleşen bitirimle alakalı olduğunu fark etmek, özgürlüğe uzanan yolun ilk adımıdır fikrimce.

Yine de, terzi kendi söküğünü dikemez derler ya, kendimi bu atasözündeki başrol gibi hissettiğim oluyor. Beynimin yarattığı onlarca illüzyon hareli bir şekilde başımın etrafında dönüp duruyor bazı günler. Buradan anlıyorum ki yıllar, insanın aklından birkaç yemek siparişi kadar hızlı silinemiyormuş. En azından artık sebebini biliyor ve hayal gücümüzün sınır tanımadığı yanılsamalar üzerine düşünmemem gerektiğini öğreniyorum.

Bir şeyin yarım kaldığına değil, bittiğine inanmakla başlıyor her şey.

Bir bakmışız ki açmaya çalıştığımız o tozlu kitap, artık eskisi kadar ilgi çekici gelmiyor...