Zorunlu Asosyalliğin Mahvettiği Yığınlar
İşsizliğin en kötü yanı olan, benim zorunlu asosyallik olarak tanımladığım hal ve insan doğasıyla olan çelişkileri
Bu yazımda işsizliğin en kötü yanı olan, benim zorunlu asosyallik olarak tanımladığım hale ve insan doğasıyla ne denli çeliştiğine değineceğim.
Takip edenlerin bilebileceği üzere yakın zamanda “İşsizlik ve Umutsuzluğun Beraberinde Getirdikleri” başlıklı bir yazı yazmıştım ve o yazıda emeğin değersizleşmesi, eve kapanmışlığın ve zorunlu asosyalliğin yol açtığı psikolojik zorluklara değinmiştim. O yazının devamı niteliğinde olan bu yazıda ise kendimde de keşfettiğim eve sıkışmışlığın yol açtığı daha fazla kötü duruma değinmiş olacağım. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; her insanın sosyalleşmek, üretime katılmak, cinsellik, aşk, eğlenmek vb. çeşitli ihtiyaçları vardır. O insanın kendisinin veya bir takım açıkçası en hafif tabiriyle önemsiz kimselerin bunlar yokmuş gibi davranmaları hiç bir şey ifade etmez. Zira insanın her şeyi kontrol etse dahi kontrol edemeyeceği bazı şeyler vardır, bilinçaltı gibi. Siz isteyin ya da istemeyin, yaşadığınız her şey ve özellikle kötü durumlar bilinçaltınıza kazınır ve büyük psikolojik travmalara yol açarlar.
Kendi kendine konuşmak delilikse, hepimiz deliyiz demektir.
Kendimden yola çıkarak vereceğim ilk örnek 2019 yılında başlıyor. O yıl Mayıs ayında yabancı dil hazırlık sınıfı sene sonu sınavından geçer not alamamıştım ve yaz okuluna da gitmeyi reddetmek gibi şu anda düşününce çok büyük bir aptallık yapınca, bir yıl boyunca 2020 Mayıs ayında yapılan artık son hakkım olan sınavlara kadar kazandığım Gazetecilik bölümüne geçiş yapamamıştım. 2020-2021 yılları arasındaki bölümdeki ilk senemin de uzaktan eğitimle geçtiğini varsayarsak, yaklaşık 2 yıl ne okula ne de işe gidemeyen bütün gün evde adeta hapis yatan bir insandım. Bölümdeki ikinci yılımda evden çıkıp okula gittiğim vakit mezun olduğum zamana kadar doğru düzgün sınıfta hiç kimseyle ne muhabbet ettim, ne de arkadaşlık kurdum. Pek çoğunun ismini bile bilmiyordum mezun olduğumda, öğretmenlerle daha fazla sohbet etmiştim. Bununla birlikte yolda veya kampüs bahçesi gibi yerlerde yalnız başıma yürüyor, kendi kendime şarkılar söylüyor, konuşuyordum. Muhtemelen o sırada pek çok kişi “Ne yapıyor bu manyak?” diye düşünüyordu bana baktığında. Kesinlikle haberlerde ya da bazı yorumcuların ağzından duymuşsunuzdur; “Yolda yürürken çevreme bakıyorum, insanlar artık kendi kendine konuşmaya başladı.” İşte bu durum o aradan geçen iki yılın üzerimde yarattığı tahribatın net bir göstergesi. O kadar çok toplumdan uzak kalmışım ve kimseyle konuşmamışım ki beyin artık doğal olarak kendi kendine konuşmaya alışmış.
Kadın düşmanları neden arttı sanıyorsunuz?
Bir diğer örnek sosyal medyada sohbet odalarında toplanan kendilerine “İncel” diyen kişilerin veyahut hem göçmenlere, hem de feministlere ve LGBTİ+ bireylere aynı anda nefret söylemlerinde bulunan grupların içinde bulundukları ruh hali. Bu insanlara bakıldığında genel olarak hepsinin işsiz güçsüz ve doğal olarak asosyal olduklarını görüyoruz. Bu kişiler bana kalırsa işsizliklerinin faturasını öfkelerini yanlış yere yönlendirerek genel kapitalist sistemden değil, göçmenlerin fazlalığından çıkarıyorlar. Bunu yaparken aynı zamanda feministlere de öfke kusmalarının sebebi tam da sevgililerinin olmayışı fakat akıl var mantık var sen zaten evden çıkmıyorsun, e paran da yok sevgilin nasıl olsun. Bunun yanında LGBTİ+ bireyler de bu kişilerin öfkelerinden içinde bulundukları ideolojiler sebebiyle paylarını alıyorlar. Tam da aynı sebepten ötürü yine bazı kişilerden duyduğum “Şimdiki gençlik aşkı, cinselliği bile sanal yaşıyor.” lafının da saçmalık düzeyini altını çizmek isterim. Ne dedik başta aşk, cinsellik insanın en önemli ihtiyaçları arasındadır. Öyleyse soru basit. Gerçek suçlu bu insanlar mı?